25 Mart 2020

DEVA Partisi başarabilir mi?

Son 40 yıllık pratiğinde Türkiye’de bir siyasi partinin siyasette başarılı olabilmesi için -biri daha kolay, risksiz ve uzun soluklu, diğeri daha zor, riskli ve kestirme- iki yol bulunuyor

Malum virüs haberleri ve yorumları okumaktan sıkılanlar için. Babacan’ın liderliğinde yeni kurulan DEVA Partisi’nin geleceğini ve programının özellikle alanımla ilgili kısımlarını (demokrasi, hukuk, kamu yönetimi) değerlendirmeye çalıştım.

Parti programını genel olarak kaliteli ve cesur buldum. Gereksiz uzun değil. Tespitler, çözüm önerileri ve vaatler büyük ölçüde somut. Hamasetten genelde uzak durulmuş. Evrensel demokrasi, insan hakları ve hukuk prensiplerine vurgular ve bu konularda ülkedeki mevcut sorunlara eleştiriler son derece yerinde.

Yine de aşağıda belirteceğim bazı somut hatalar programın genel kalitesine gölge düşürüyor ve düzeltilmesi yerinde olur.

Kuşkusuz parti programının çok iyi olması otomatik olarak partinin de başarılı olacağını göstermez. Tek başına partinin kalitesini de belirlemez. Siyaset işlerinde teori ile pratik birbirinden çok farklıdır. Siyasi partinin başarısını, çeşitli toplum kesimleri nezdinde doğuracağı etki, güven, imaj ve genel hava belirler. Partinin kurucuları ve ileri gelen yöneticilerinin kalitesi ve nitelikleri ise bu etki, güven, imaj ve havanın en önemli faktörleridir. Partinin programı ise kurucular ve ileri gelen yöneticilerin kalitesi ve nitelikleri hakkında objektif bir fikir verebilir.

Öte yandan, AK Parti’nin de ilk kuruluşunda programında demokrasiye, özgürlüklere ve insan haklarına özel bir vurgu yaptığını bilenler, şimdi gülümseyerek, sağ-muhafazakar çizgideki partilerin sonradan gücü ele geçirince demokrasi ve özgürlükler konusunda ne kadar güvenilir olduklarını sorgulamadan edemiyorlar yine de.

Programın artı ve eksileri

Programın hiç olmazsa "Giriş" kısmında Atatürk’ten hiç bahsedilmemiş olmasını yadırgadım doğrusu. Kendisini merkez sağ-ılımlı muhafazakar çizgide gören bir partinin programında Atatürk hamaseti yapması beklenmez tabii ki. Ama ülkedeki en büyük siyasi sorunu evrensel demokratik normlara uyulmaması olarak gören bir yeni siyasi oluşumun, ana ülküsü ülkeyi çağdaş uygarlık seviyesine taşımak olan kurucu iradeyi bu kadar görmezden gelmesi en azından çelişkili.

"Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi" bölümünde Kürt sorununa büyük bir yer ayrılması oldukça cesurca. Ülke siyasetinde bir süredir "üç maymun "oynanarak yokmuş gibi davranılan Kürt sorunu gerçekten de en büyük sorunlardan biri kuşkusuz. Biraz soyut da kalmış olsa, sorunun çözümünde başlangıç noktası olarak evrensel demokratik normların işaret edilmesi olumlu tabii. Realpolitik açısından soru işareti ise, Partinin programının ana eksenine bu sorunun oturtulmasının, hedeflenen merkez sağ ve ılımlı muhafazakar kesimlerde ne ölçüde karşılık bulacağı. Belki daha da önemlisi, bu vurgunun anılan kesimler üzerinde partiyi daha baştan reddedici bir etki yaratma riski.

Bu bölümdeki, siyasetin finansmanının şeffaflaştırılması, siyasi etik yasası ve seçim çevrelerinin daraltılması gibi vaatleri oldukça orijinal ve doğru buldum.

Bu arada, programın bu bölümünde şöyle bir ifade var ve teknik olarak açıkça hatalı: "Öngördüğümüz parlamenter sistemin bir gereği olarak, Kanun Hükmünde Kararname gibi TBMM’nin yasama yetkisinin devri anlamına gelen uygulamalara son vereceğiz." 2017 Anayasa değişikliği ile KHK’ler zaten hukuk sisteminden kaldırıldı! Zaten kaldırılan şey nasıl kaldırılacak? Burada kastedilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ise o ayrı bir konu. Parlamenter sisteme geçilirse zaten bu kararname türü de olmayacaktır.

"Adalet, Hukuk ve Yargı" bölümünde hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik prensiplerine açık vurgu yapılması ve Yargı erkinin bağımsızlığına yönelik vaatler son derece olumlu.

Buna karşın, Hukuk ve Hukukun Üstünlüğü kısmında, idari yargı alanındaki en büyük sorun olarak "mevzuatın dağınıklığı ve ilişkisizliğine" işaret edilmesine ve çözüm olarak, bu mevzuatın düzeltilerek "bireylere ve kamuya yüklenen tazminat külfetini ortadan kaldıracağız" denilmesine doğrusu çok şaşırdım. Çünkü programdaki bu paragraf teknik olarak bütünüyle hatalı ve sorunlu. Keşke bu alandaki bir uzmana danışılsaymış. İdari yargı alanında zaten tek bir ana kanun var ve mevzuat dağınıklığı bu alanda muhtemelen "en büyük 10 sorun" arasına bile giremez! Kaldı ki bireylere ve kamuya yüklenen tazminat külfeti ile mevzuat dağınıklığı arasında neden-sonuç ilişkisi kurmak tam anlamıyla alakasız ve anlamsız. Üstelik bu alandaki asıl sorunları gölgelemiş.

"Kamu Yönetimi" bölümü ise bence teknik olarak çok üst düzey bir kalitede hazırlanmış. Gerçekten çok iyi buldum. Yolsuzluklara ve kamu ihalelerindeki istisnalara yapılan vurgular yanında, vatandaş-idare ilişkisi için yaşamsal önemdeki "genel idari usul kanunu" çıkarılmasının ve kamu personel alımında mülakat sınavlarına son verilerek merkezi yazılı sınava göre alım yapılacağının öngörülmesi ayrıca olumlu. İdari davaların arabulucu ile çözümü vaadi biraz ütopik gerçi.

DEVA başarabilir mi?

Son 40 yıllık pratiğinde Türkiye’de bir siyasi partinin siyasette başarılı olabilmesi için -biri daha kolay, risksiz ve uzun soluklu, diğeri daha zor, riskli ve kestirme- iki yol bulunuyor:

Kolay, risksiz ama uzun soluklu yol, kurumsal bir siyasi geleneğin veya ideolojinin temsilcisi veya devamı olmak. CHP, MHP, DP-AP-DYP veya MSP-Refah-Fazilet-Saadet çizgisi partiler gibi.

Zor, riskli ve kestirme yol ise, ekonomik ve/veya siyasi kriz dönemleri sonrasında sıfırdan parti kurup, krizin itici gücü veya kaldıraç etkisiyle bir anda parlayabilmek. 12 Eylül sonrasının parlayan ANAP’ı, 2001-2002’nin ekonomik-siyasi krizi ürünü AK Parti gibi. Geniş toplum kesimlerinde ilkinde Özal için oluşan, "ekonomiyi ancak bu düzeltir; üstelik tonton ve sempatik!" imajı; ikincisinde R.T. Erdoğan için oluşan, "adam çalışıyor, iş yapıyor; üstelik kararlı ve dik duruyor!" imajı partinin başarısı için belirleyici faktör olmuştu.

Babacan’ın DEVA Partisi için de ikinci yol için gerekli ekonomik-siyasi kriz faktörü gerçekleşiyor gibi. Başarı için geriye kalan ise, geniş toplum kesimlerinde, "ekonomiyi düzeltirse bu adam düzeltir; üstelik kaliteli ve tecrübeli!" tarzı bir imajı oluşturabilmek. Bu imajları oluşturmak öyle kolay işler değil tabii ki. Parti örgütüne de ekstra iş düşüyor. Koronavirüs salgını öncesi son saniye basketi ile kılpayı da olsa partinin kurulmuş olmasıyla, belki de bu salgın sonrası ekonomide beklenebilecek daha da kötüleşme böyle bir imaj oluşumuna ekstra katkı sağlayacak.

Sonuçta siyasette çoğulculuk ve rekabet her zaman iyidir. Seçenekleri çoğaltır. Fazla seçenek özgürlük demektir.


Prof. Dr. Ali D. Ulusoy -  Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. 

Yazarın Diğer Yazıları

Kürt sorunu çözülemez, kimse kimseyi kandırmasın!

Tüm vatandaşlara tanınmış haklardan Kürtleri de yararlandırmak, yani “eşit vatandaşlık hakları” yeterli mi? Yoksa Kürt kimliği hukuksal boyutta resmen tanınmadıkça ve korunmadıkça Kürtler açısından gerçek çözüm sayılmayacak mı?

Özgür Özel’in liderlik sınavı

Sayın Yavaş’ın partiden dışlanıp, bağımsız aday olması durumunda ise, pekâlâ mümkün olan kazanması halinde CHP bir kez daha kaybetmiş olacak. Bunun faturası da kuşkusuz Sayın Özel’e kesilecek ve büyük olasılıkla genel başkanlıkta kalması mümkün olmayacak. Belki de siyasi yolculuğunun sonuna gelecek

İki bakan, iki farklı performans: Milli Eğitim ve Dışişleri

Batı dünyasının laiklik dahil, demokrasi, hukuk ve insan hakları standartlarına uymayı ayak bağı gören siyasi iktidarların ülkeyi Batı’dan uzaklaştırmasına izin vermemek, bu ülkenin gelecek kuşaklarına karşı en önemli borcumuzdur

"
"