07 Ekim 2020

Demokrat değilsen gerisi boş

Kilit ifade bu: Demokrasiyi önemsememek. Ciddiye almamak ya da başka öncelikler karşısında "tali" önemde ve ikinci planda görmek

Her genelleme biraz hatalıdır. Tabii bazı genellemeler az hatalı bazıları çok hatalıdır.

Birkaç yazımda artık toplumda eski sağ - sol ayrışmasının önemi kalmadığını ve ciddiye alınması gereken yeni toplumsal ayrışmanın "demokratlar - otokratlar" arasında olduğunu ileri sürdüm.

Bu teorimin altını biraz doldurmak istiyorum aslında.

"Demokratlar - otokratlar" ayrışmasından bahsederken, demokrat olmanın zıt anlamında ya da karşıtı olarak kullandığım "otokrat" terimi aslında tam da meramımı ifade edemiyor. Ama demokrat terimine karşıt olarak daha uygun bir terim bulamadığımdan, hata içerdiğini bile bile bu terimi kullandım.

Asıl anlatmak istediğim şu:

Son yıllarda toplumun bir kesimi aşağıdaki olgulara haklı olarak reaksiyon gösteriyor:

- Asgari temel hak ve özgürlüklerin ve insan haklarının aşırıya varacak derecede fazla kısıtlanmasına,

- Yargı erkinin bağımsızlığının ve dolayısıyla tarafsızlığının bu kadar aşındırılmasına,

- Özerk ve tarafsız olması gereken kurumların (üniversiteler, RTÜK, TRT, Diyanet, Merkez Bankası, TÜİK vs.) siyasetin bu derece güdümüne girmesine,

- Yasama’nın alanının Yürütme lehine bu kadar daraltılmasına,

- Tarafsız olması ve tüm toplumu kucaklaması gereken Cumhurbaşkanlığı makamının iyice siyasileşerek toplumun diğer yarısı ile manevi bağını tamamen koparmasına,

- Mülki idare ve Emniyet dahil bürokrasinin bu kadar fazla siyasileşmesine,

- Maaşını halkın ödediği kamu görevlileri ve halkın vergileriyle finanse edilen hizmetler hakkında halkın bilgilenme ve hesap sorma olanaklarının ve yolsuzlukların sorgulanmasının bu kadar kısıtlanmasına,

- Ülkenin Avrupa’da ve Batı bloğunda ve genel olarak dünya demokrasi liginde bu kadar aşağılara savrularak küme düşmesine.

İşte bu reaksiyonların en az biri veya birkaçını gösterenleri ben "demokratlar" olarak niteliyorum.

Bu reaksiyonu göstermekle birlikte, geçmişte kendisini sağcı, solcu, milliyetçi, muhafazakâr, Atatürkçü, liberal, sosyalist olarak görmüş olmanın bir önemi yok. Burada ortak payda şimdi bu reaksiyonu gösteriyor olmak.

Dolayısıyla "demokratlar"ın somutlaştırılmasında işim daha kolay. Kriterlerim somut ve belirli.

Otokrat’ı nasıl bilirsiniz?

"Demokratlar"ın karşı bloğuna koyduğum "otokratlar"ı belirlemek ise o kadar kolay değil.

Buradaki çaresizliğim şu noktada:

"Otokrat" deyimi, bilindiği üzere, otoriterliği, despotluğu ve kısaca "anti - demokrasiyi" ifade eder.

Türkiye’de halen "demokratlar" kategorisinin karşı bloğuna koyabileceğimiz insanların bir kısmı gerçekten de bu zihniyette. "Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti de neymiş! Bize karşı gelen, bizimle aynı düşünmeyen herkesi "ezer geçeriz"!" yaklaşımına sahip.

Bununla birlikte, demokratları küçümseyen ve karşı çıkan "karşı bloktaki" cenahın belki de daha büyük kesimi ise aslında tam da "faşist" veya "despot" yapıda değil.

Ülke yönetiminde biraz da otoriter olmanın iyi bir şey olduğunu düşünüyorlar belki. Ama öyle aman aman despot karakterde değil bu kesim.

Bu kesim, demokrasiyi "önemsemiyor" sadece.

Evet, kilit ifade bu: Demokrasiyi önemsememek. Ciddiye almamak ya da başka öncelikler karşısında "tali" önemde ve ikinci planda görmek.

"Avokado" demokrasisi!

Özellikle de şu noktada sorun var:

Bu anlayıştakiler, iktidarın propaganda makinesi kendilerine mesela, "demokrasi mi, ülkeyi dış güçlere karşı korumak mı?" ülkenin bölünmez bütünlüğü mü, demokrasi mi?", "terör örgütünü savunmak mı demokrasi mi?" tarzındaki ikilemleri empoze ettiklerinde, demokrasiyi hemencecik ve kolayca ikinci plana atıveriyorlar. "Canım ülke dış güçlerin kontrolüne girecekse, ülkenin bölünmez bütünlüğü bozulacaksa, terör iyice azacaksa, varsın demokrasiyi, insan haklarını derin dondurucuda bir süre daha bekletiverelim!" diye düşünüyorlar. Demokrasiyi acil bir ihtiyaç olarak görmüyorlar. Avokado veya mango misali, demokrasiyi bir tür, "olmasa da olur lüks tüketim malzemesi" olarak görüyorlar.

Kendisini normalde Atatürkçü, laik, sosyal demokrat veya merkez sağda gören kesimlerde bile çok ciddi sayıda "demokrasi boşvericisi" var. Hatta Yekta Güngör Özden tarzı laikçi’ler ve Perinçek’çi "nasyonal vatancılar" da bu maske altında iktidar bloğuna daha kolayca yanaşabiliyorlar.

İşte benim teorinin ikilemi de burada.

Teknik olarak "otokrat" olmayan ama en az gerçek otokratlar kadar yanlış yolda hatta tehlikeli olan "demokrasi boşvericilerin" tam olarak sınıflandırılamama sorunu.

Demokrasi amaç mı araç mı?

Burada ölmeyen "demokrasi araç mı amaç mı?" tartışmasına girecek değilim ya da amaca ulaşınca inilecek tramvay durağı benzetmesine filan. Kuşkusuz asıl amaç ve hedef, insanın mutluluğu. İnsanın maddi ve manevi varlığını geliştirebilmesi; insan ruhunun hiçbir tahakküm altına girmeden ve doğayla barışık biçimde özgürlüğü ve özgürleştirilmesi.

İnsanın bu şekildeki mutluluğunu otokrat bir devlet yönetiminin mi yoksa demokrat bir devlet yönetiminin mi sağlayabileceği sorusunu sormaya bile gerek yok sanırım.

Günümüzde uygulanan demokrasiyi kutsayacak ve idealize edecek de değilim elbet. Günümüz demokrasisinin bazı defolarının da farkındayım.

Ne var ki daha iyisi yapılıncaya kadar elimizdeki en iyisi de bu.

Buna bile sahip çıkamazsak, emin olun, anlı - şanlı GATA üst yönetimine kadar gelebilen su katılmamış şeriatçılara karşı çaresizlik ve şok içinde daha çok kıvranırız ve göstermelik görevden almalarla daha çok uyutuluruz.

Yazarın Diğer Yazıları

Kürt sorunu çözülemez, kimse kimseyi kandırmasın!

Tüm vatandaşlara tanınmış haklardan Kürtleri de yararlandırmak, yani “eşit vatandaşlık hakları” yeterli mi? Yoksa Kürt kimliği hukuksal boyutta resmen tanınmadıkça ve korunmadıkça Kürtler açısından gerçek çözüm sayılmayacak mı?

Özgür Özel’in liderlik sınavı

Sayın Yavaş’ın partiden dışlanıp, bağımsız aday olması durumunda ise, pekâlâ mümkün olan kazanması halinde CHP bir kez daha kaybetmiş olacak. Bunun faturası da kuşkusuz Sayın Özel’e kesilecek ve büyük olasılıkla genel başkanlıkta kalması mümkün olmayacak. Belki de siyasi yolculuğunun sonuna gelecek

İki bakan, iki farklı performans: Milli Eğitim ve Dışişleri

Batı dünyasının laiklik dahil, demokrasi, hukuk ve insan hakları standartlarına uymayı ayak bağı gören siyasi iktidarların ülkeyi Batı’dan uzaklaştırmasına izin vermemek, bu ülkenin gelecek kuşaklarına karşı en önemli borcumuzdur

"
"