Her sene, yeni bir yıla giderken arkada kalan yıla bakarak, geleceğe doğru duyu organlarımızı açıp dileklerde bulunuruz. Bu sene de bu tabii aynı şekilde; ama yeni yıla girerken arkamızda Covid-19 ile yaşamaya başladığımız bir yılı geride bırakıyoruz. Her şeyiyle zor bir yıl oldu geçtiğimiz yıl. Önce salgın ve ona bağlı üzücü yaşantıları ve kaybedilenlerin ardından bakan gözlerin şaşkın üzgünlüğü. Kimi zaman son yolculuğa bile uğurlanamadan giden yaşamların kaybedilen bedenleri. Ruhlar üzgün; yorulduk, bıkkınız, neredeyse yıkıldık; ucunu göremediğimiz ve alışmadığımız bir durum ile karşı karşıyayız. Bir an evvel bitse diye umuyoruz. Kaybedilen ebeveynler, işler, gelecek sıkıntısı, şimdiki zamanın prekerliği ile beraber gidiyor. Nereye gidiliyor? Doktorların tavsiyelerini dinleyerek yılı devirdik. Ama umutsuzluğa iten budur: Onların da bizden bir gıdım daha fazla bilgiden başka bilgilerinin olmaması karşısında sıkıntı duymaktayız. Sağlık çalışanlarını alkışladık. Onların zor koşullarını ve düşük maaşlarını duyduk ve üzülmekten başka bir şey yapamadık. Hepimiz potansiyel hastalar gibi yaşamaya alışmaya çalıştık. Arkadaşlarımıza, dostlarımıza, akrabalarımıza üzüldük. Sevdiğimiz kişiler için umut diledik. Ne mutlu ki çoğu için sevindik.
Bir Noel ve yeni bir yıl, bir bayram olarak nitelenmekte ve bu nedenle tatil günü sayılmaktadır. Aziz Augustinus döneminden beri zaman ilerleyen bir şekilde kavranmakta. İleriye doğru giden bir ok gibi ilerlemekte zaman. 20. yüzyılın başında Bergson zamanın ileri doğru giderken, okun ilerleyerek, hedefine gelmeden evvel süreler şeklinde duraksadığını ve her bir sürenin de donan bir an olarak algılanabileceğini ileri sürmüştü. Bu aynı zamanda Muybridge'in denemelerinde de bu şekilde görünmekteydi. Duchamp ise "Merdivenden İnen Çıplak" adlı 1912 yılındaki tablosunda bu hareketi kullanmıştı.
Fakat zamanın ilerleyen bir hızda gittiği algısı yaygınken 1952 yılında "Yapısalcılığın kurucusu" olarak adlandırılan Claude Lévi-Strauss bir yazı yayımlayarak, ilerleyen zamanın yanında, kendi espas fikrini ileri sürdü: Yaban olarak adlandırdığı yerliler ile ilerlemiş batılılar arasında zamansal bir hiyerarşi değil, mekânsal bir fark ve benzerlikler bulmak mümkün olduğunu öne çıkarttı. Buna "Yaban Düşünce" adını verdi. 1952'deki yazıda ise Noel Baba figürüyle benzerlikler taşıyan başka bir inancın ve topluluğun arasında kurduğu yakınlıklar aynı zamanda ritüellerin yakınlığı olarak algılanmalıydı. Amerika'daki bazı Yerlilerin "Katçina" olarak adlandırdığı kişilerle Noel Baba figürleri arasında benzerlik vardı.
Bu yazıyı, Lévi-Strauss belli bir olay sonrasında kaleme almıştı. 1951 yılında Katolik kilise; Noel Baba figürünün bu kadar popülerleşmesi karşısında, "paganlaşma" olarak adlandırdığı bir ritüelden yakınmaktaydı. Aslında bir Kutlu Doğum anlamına gelen bu bayram sırasında Noel Baba figürü asılarak yakılmaktaydı. 24 Aralık günü hardalıyla meşhur şehir olan Dijon'daki Katedralin karşısında bu ayin gerçekleştirilmişti.
Levi_Strauss'un metninde "Noel Baba, parlak giysileri ve uzun beyaz sakalı, çizmeleri ve üstündeki kürküyle geyiklerin çektiği bir kızaktaydı". Bu yolculuk kışın geldiğinin habercisi olarak işaretlenmişti halkın nezdinde. Bu beyaz sakallıya "Baba" deniliyordu. Sembolik olarak da "kadim yaşlı bilgelerin otoritesini sembolleştiriyordu. Diğer araştırmalarında olduğu gibi bu figür yerlilerin mitlerini, işlevlerini belirlemiyordu. Ne de bir efsane kahramanıydı. Tersine zamanın çevrimsel olduğuna dair bir hikâyeyi ortaya koymaktaydı: "Mevsimler gelip geçiyordu ve yıllar da geçiyordu." Timur Selçuk'un şarkısında söylendiği gibi. Ama burada "unutulmuyordu"; çünkü her seferinde bu figür işlevinin belirleyici haliyle yeniden geri geliyordu. Ailenin de her seferinde yeniden toplandığını göstermekteydi. Aile yemeği seremonisiydi. Çocukları eğlendirmek önemliydi bu seremonide. İyilik duaları edilmekteydi ve kötülerin cezalandırılacağını iyilerin ise mükafatlandırılacağını ilan ediyordu bu bayram. Tabii ki büyükler bu masallara inanmıyordu; ama çocukların iyilik yapan karakterlerinin kuvvetlenmesi için bu bayramları faydalı bulmaktaydılar. İnanan çocuklar merhametli olmaya, iyilik yapmaya hazır olarak yetişeceklerdi.
Noel Baba figürü, o halde, yaşlar arasında bir hiyerarşiye dayanmaktaydı. Farklı statülerde insanların toplumu oluşturduğunun altını çizmekteydi. Küçük çocuklar ve büyükler ayrılmaktaydılar. Tuhaf bir şekilde bugün salgın boyunca burada söz konusu olan hiyerarşiyi korumaktayız. 65 yaşı altına sokağa çıkma ve çalışma izni verip 65 yaş üstünü eve kapatmaya çalışıyoruz. Koruma amacıyla belki tabii; ama onları 20 yaş altı çocuklarla aynı kategoriye sokup sadece saatlerini ayırmaktayız. Oyun saati ve teneffüs saati gibi yaşlılara da nefes alma oksijen temin etme ve kaslarını çalıştırma imkânı vermekteyiz. Bu toplumsal hiyerarşi bize eski Noel Baba figürüyle anımsatılmakta sanki! Bu figür inisiyasyon ayinlerine benzemekte: Sünnet gibi mesela veya askerlik gibi eski dönemlerde. Geçiş ritüelleri oluşmakta. Bir yıldan başka bir yıla geçmekteyiz ve iyilik açısından yeni yıla iyi dileklerle girmek istemekteyiz. Aynı zamanda antropologların çok iyi bildiği gibi, bu geçiş ayinleri bir dışlama ilişkisinin parçası olarak durmaktadır: Bazıları toplumsal alanın dışındadır: Kimi zaman çocuklar, kimi zaman kadınlar ve kızlar ve kimi zaman akıl hastaları veya başka hastalar. Bugün potansiyel hasta olarak 65 yaş üstünü dışlamaktayız toplumsal alandan. Tecrit politikası yaparcasına davranmaktayız.
Lévi-Strauss, Amerika'nın Güneyinde yaşayan "Katçinalar" ile Noel Baba arasında kurduğu yakın ilişkideki benzerlikte bu kıyafet değiştirmiş kişilere eski tanrılar veya ölmüş ebeveynler olarak bakılmakta olduğunun altını çiziyor. Noel Baba da ölmeyen bir figür olarak her sene geri gelmekte. Gelip yeryüzünde dans etmekte. Bu yaşayan ölüler. İyi çocukları mükafatlandırmakta kötülere ise ceza vermekteler. Noel Baba da aynı işlevi üstlenmiş vaziyette; bugün bu farkı unuttuk belki de? İyilik ve kötülük yapanların arasındaki ayrımı unuttuk mu gerçekten? Tek Tanrılı dinlerde iyilik mükâfatlandırılmakta ve kötülük cezalandırılmaktaydı yine ama bu dünyada değil, öbür dünyada. Bu, aslında, bir eğitim pratiği olarak gözümüzün önüne gelmekte. Noel Baba figürüyle Kamçılı Baba figürü burada ayrılmakta birbirlerinden. Biri mükafat, diğeri ise ceza veren figürler. Halbuki bugün halk arasında en yaygın kanaat iyilik üzerine değil, ama ne yaparsa yapsın mubahtır, yeter ki parasını kazansın üzerine odaklanmış vaziyette durmakta.
Toplumsal hiyerarşide itaat ve düzen pratikleri öne sürülmekte. Bugün benzer bir durumu yaşlar arasında kurulan hiyerarşik ayrımda görmekteyiz. Hem yeni yıl hem de tıbbi koruma birbiri içine girdi bu yeni yılda. Hafta sonları ise hiyerarşiyi terk ederek toplumsal alanı homojenleştiriyoruz. Herkes içeride. Diğer günlerde ise çocuklara ve 65 yaş üstüne "düzen ve itaat" talebinde bulunuyoruz. Hediyeler veriyoruz mükafatlandırmak için. Ama artık iyi ve kötü arasında fark koymaksızın. Yaşlılar ise hediye alıyorlar torunlarına ve çocuklarına. Onlar da yaşlılar için aynı şekilde davranmaktalar tabii. Öyleyse soru sorabiliriz: Çocukların hakkı olan hediyeler nedir? Çocuklar daha önce kıyafet değiştirip kapı kapı gezerek hediyeleri hak etmeyi pratik etmektelerdi bu ayinlerde. Aziz Nicolas'yı çağırmak için bu yapılmaktaydı. Gelsin ve hediyeleri versin diye.
Amerika'nın güneyinde yaşayan Pueblo Yerlilerindeki ayinlerde benzerliği görmekteyiz: Çocuklar neyin iyi olduğunu bilmedikleri varsayıldığından bu ayinlerle onlara eğitim verilmekte. Çocuklar insan doğasını tanımadıklarından ve bilgeliğe giden yolu bulamayacaklarından dolayı, onlara bazı geçiş ritüelleri verilmektedir. Bunun için de mitolojik olan hikâyeyi bilmelidirler: Katçina adlı kişiler daha önce yaşamış ve ölmüş ruhlardır. İlk ataları temsil eden ruhlardır. Bazen akarsularda boğulmuş olan yerli çocuklarının hikâyelerini dinlerler, ilk göç ve yerleşim dönemlerine ait anlatılardır bunlar. Katçinalar gelip her sene bazen bazı çocukları kaçırıp götürürler. Katçinalar ölüm diye bir şeyin olduğunu hatırlatmaktadırlar yetişkinlere. Ve de ölümden sonraki bir yaşamı haber verirler. Bu ayinlerde çocuklara yer yoktur. Ama çocuklar için Katçinalar maske takarlar ve farklı kıyafetlere bürünürler.
Bu anlatıyı burada uzatmayacağım. Ama Ketçinalar gibi maskeler takmaktayız yeni yıla girerken. Kıyafetlerimiz de nerdeyse her gün aynı denecek kadar özendirmekten yoksun. Her gün tıraş olunuyor mu işe gider gibi? Kadınlar ve kızlar makyaj yapıyorlar mı? Çocuklar okul çantalarını akşamdan sabaha ödevleri hazırlanmış bir kenara koyuyorlar mı?
Tele-iş, tele-öğretim döneminde yenilikler içindeyiz. Sıkılıyoruz ve mevcudiyet ve dokunma istenci içindeyiz. Anne babalar çocuklarını kucaklamakta tereddüt etmekteler; yaşlılar torunlarını sarıp sarmalamakta şüphe içindeler. Salgın bize başka bir hayat sundu geçtiğimiz sene ve bu sene de sürecek gibi durmakta. Dünya Sağlık Örgütü ise "salgınlarla yaşamaya alışmamız gerektiğini" ileri sürmekte. Belirsiz bir şekilde zamana yayılan bir zaman biriminden Noel Baba gibi geri gelecek yaşamlarımızı özlemekteyiz herhalde? Aşı belki bir ilk kapı açmakta. Dileriz 2021 yılı bize belirli bir ufuk çizgisi sunsun. Toplumsal hiyerarşiyle sokağa çıkmaktan vazgeçelim. Salgının bittiği günlerde bir sevinç patlaması olacak herhalde! Fırtınadan sonra deniz durgunlaşacak mı? Diyalektik bir bakışa yaslanıldığında belki negatifin gerekliliğini yaşayarak bu durumu aşmakta mıyız? Bir şeylerin değişmesi gerektiğine inanıyoruz. Yaşamak "bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" demek istiyoruz. Yeni yılda artık "sağlık ve huzur" dileriz.