Fotoğraf: AFP
Sonunda yerel seçimler sona erdi. Türkiye büyükşehir belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, belediye başkanları, il genel meclis üyeleri, muhtarlar ve ihtiyar heyetleri beklenmeyen bir sonucu, beklenen zamanda değil beklenmeyen bir anda verdi. Türkiye’de çok uzun yıllardan beri yerleşmeye başlayan bir yapı aniden çatladı ve başka bir yöne doğru evirildi. Beklenmeyen aslında potansiyel olarak son on senedir kaynayan ve son beş altı senedir işaretlerini veren neticeye vardı. Toplumsal alan kımıldamalarını ortaya çıkartmıştı, kaygan bir zeminden geçen duygular ve duyarlılıklar yaşanmakta olan sabitliklerin yerini değiştirmeye yüz tutmuştu. Toplumsal alanın ne olduğunu takip ettiğimizde değişimleri hissetmeye başlayan gözlemciler az da olsa bazı işaretleri okumaktaydılar. Bu işaretler vektörlerin de yer değiştirmesine neden olmaktaydı ve bu anlamda son seçimler yerel olmasına rağmen sanki başat seçim havasında geçti.
İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledik. Kamusal alanın pek de o kadar işaret vermediği bir süreçte toplumsalın değişmeye başladığını fark etmekteydik. Öncelikle sanayi toplumunun dinamiklerinin arkada kaldığını görebiliriz. Bu tip bir toplum yapısı, emekçiler ile burjuvazi arasındaki ikili karşıtlığı daha otuz yıl evvel geride bırakmıştı. Toplum homojen olmaktan uzaktı ve gittikçe de uzaklaştı.
Bu kadar çok siyasi partinin yazılı olduğu pusula seçmenlere çok uzun bir seçim pusulası sundu. Çok yapılı, çok siyasi partili, parçalanmış bohça gibi ayrılan ideolojik olarak yakın yerlerde duranların her birisinin ayrı ayrı kendi adaylarını sunduğu sosyal ve siyasi bir tertibat ortaya konuldu. O kadar uzun listeler vardı ki seçmenler seçim sandıklarında mühür bastıkları pusulaları nasıl kıvırıp da üç ayrı parçayı bir zarfın içine koyacaklarını deneylediler ve çoğu kez şişmiş zarflar şeffaf sandıkların deliklerinden sığmakta zorlandı.
Evet, seçim İstanbul odaklıydı ve bu kadar çoklu adayın içinden geçen karşılıklı bir siyasi mücadele sembolik olarak işledi. Sembolik ile gerçek olan birbirlerine dokunmaktaydılar, ayrılmak yerine. Bu ikili işleyiş semboliği gerçeğe gerçeği ise semboliğe doğru yakınlaştırmaktaydı. Ve zaten de bu şekilde cereyan ettiğini izledik. Her ne kadar beklenmeyen geldiyse de beklenenler de bir hafta önce bazı kamuoyu yoklamalarında işaretlerini cılız ve çekingen de olsa vermeye başlamıştı.
Bu açılardan bakıldığında toplumsal alanın kımıldama noktalarının esnekleşmeye başladığını söyleyebiliriz. Esnek ilişkiler geçişlilik yerlerinde yeni ittifaklar ortaya çıkarmaya başladı. Ezber olan verilere, sinirli söylemlere karşı çıkan laflar, bir zamanların moda lafı olarak akıllarımızda kalan tabiriyle “ezber bozdu”. Çok parçalı toplumsal alan içindeki seçmenlerin ve siyasi aktörlerin beklemediği bir hızda bu ittifaklar gerçekleştirildi. Daha evvel de T24 yazılarımda söz ettiğim gibi siyasi partilerden çok tekil adaylara doğru yönelmekte olan bir toplumsal kolektif duyarlılık bu alanda kendisini hissettirmekteydi ve burada bunun gerçekleşmiş olduğunu gördük.
Paradoksal bir şekilde siyasi ve ideolojik olan söylemler yerine modernlik ve muhafazakarlık arasındaki bir hesaplaşma, bu sefer modernlik özlemi içinde ağırlık kazandı. Modern yaşamlar, özgürleşen bireylerin hayat tarzları ve yaşama bağlı kuralları, nezaket kurallarının ön plana alınması seçimlerde ve sonrasında alışık olmadığımız kadar medeni ve esnek olarak kendilerini ortaya koydular.
Burada coğrafi bölgelerin duyarlılıklı farklarını izledik. Marmara’dan, Ege’den ve Akdeniz’den İç Anadolu’ya doğru giren ve deniz kenarlarının büyük bir çoğunluğunu gösteren modern yaşam talepleri ve demokrasi özgürlüğü içinde yaşamak isteyenlerin Batı’dan kaynaklandığını gördük bir yandan. Diğer yandan ise orta Anadolu ve Karadeniz’in kıyılarının muhafazakâr seçmenlerin toplanma alanı olduğunu gördük. Ve buna eklenen başka bir modernlik-sonrası kimlik ve etnik duyarlılıkların yaşandığı Doğu Anadolu coğrafyası muhafazakâr alanı kuşatmış gözükmekte. Aslında muhafazakarların arada sıkışmış bir vaziyette durmakta olduğunu gördük. Bu üçlü coğrafi alan ikili bir dinamikte karşı karşıya gelmekte. Ortadakileri ile iki kenardakiler arasında gelişecek olan dinamiklerden görmeye çalıştığımız, sayısal olarak ikili duran gelecek seçimlerin dinamiğinin aslında çoklu olarak işleyeceğidir.
İkinci paradoks olarak bu ileri sürülebilir. İkili dinamik ister istemez yanına çoklu parçaları katmak zorunda kalacak. Dolayısıyla gelecek ittifakların içinden geçecek gibi gözükmekte yine de. Toplumsal alan heterojen yapısında buna mecbur kalmakta diyebiliriz. Kımıldamalar olacaktır; ancak esnek bir toplumsal özlem, katı çizgilerinden çıkmaya başlayan bir toplumda kendisini belirgin edecek gibi durmakta. En azından kutuplaşmaktan çıkmaya başlayan ve bu eski durumu arzu etmez gibi gözüken bir esneklik hakimiyeti belirginleşmekte. Bu tam da seçilenlerin modern bir şekilde arzuyu tetiklemekte olduğunu görüyoruz. Kadınların başarısı olarak nitelendirebileceğimiz bu vaziyetin, katı çizgileri içindeki toplumun kadın cinayetlerine soğuk bakan muhafazakâr bir erkek topluluğunun karşısında yer almakta olduğunu göstermekte.
Modernden post-moderne doğru giden ve bu anlamda esnekleşen dinamikler sanayi toplumunun ekonomik olarak ikili veya sınıf katmanlı yapısından uzaklaşmaya başlayarak kültürel değerlerin ve duyarlılıkların arzusu üzerinden örgütlenmeye başladığını izlemekteyiz. İstanbul Belediyesinin en kuvvetli, belirgin olduğu alan, sanat ve kültür merkezleri ve kütüphanelerde hatırlanmakta. Kültür sermayesinin öne çıkmaya başlaması sağ ve sol cenahı siyasi ayrımlardan çok daha fazla kültürel alandaki birleşmeden yan yana getirmekte ve de diğerlerinden ayırmakta.
Modern toplumların ekonomik ağırlıklı yapısı modern-sonrası toplumsal alandaki kültürel değerlerde yeni bir ittifak alanı yaratmakta. Bu yeni hal elbette ekonomik krizin etkisini küçümsemek anlamına gelmeyecek. Ancak bu veri Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde daha belirgin olacak gibi durmakta. Burada Belediyelerin kültürel faaliyetleri ve vaat ettikleri yaşam tarzları sınıfsal ayrımlardan daha belirgin durmakta. Ekonominin “son kertede” belirleyiciliği ayrımından daha fazla kültürel ve kimliksel olduğu kadar cins kimliği de daha dikkat çekici olmakta. Bu hissiyat üzerinden baktığımızda katı çizgilerin toplumun esnek çizgilerine doğru dönüşmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bireysel çizgiler, bireyler-arası bir alanda, bu çizgileri yan yana çekerek birleştirmekte. Toplumsal esneklik de bireyler-arası oluşan ilişkilerden kendi zeminini tertip etmekte.
Değişen bir topluma, değişime yüz tutan bir Türkiye siyasetine doğru gidiyoruz ve bu alan yavaşça kımıldamakta. Zamanla bunun işaretlerini daha çok görebilecek miyiz? Öyle olursa eğer, o zaman artık başka yeni bir dinamiğin vektörlerinin gölgesinde ilerleyeceğimizi ön görebiliriz.
Ali Akay kimdir?
Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.
Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.
1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.
Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.
|