06 Aralık 2020

Hegel'e tekrar bakış

Son iki yüzyıldır insanlığa çok zarar verdi "katılaşan ve demir gibi işleyen" kimlikler; yaşanan pratiklerle insanlar veya cinsler arasında düşmanlıklar yarattı

1980'lerin sonunda Amerikalı F. Fukuyama, Hegel'i bir çıkmaza sokmuştu. Berlin duvarın yıkılmasından sonra dünyanın liberal ekonomide sentezlendiğini düşünmüştü ve "tarihin sonuna" gelindiğini ilan etmişti. Daha önce, özellikle 1960'ların ikinci yarısından itibaren "Yapısalcılık-sonrası" olarak adlandırılan bir düşünce biçimi, diyalektikten uzaklaşarak fark düşüncesine yerleşmişti. Hegel'in eskidiği düşünüldü. Üstelik sömürge-sonrası düşünce de Hegel'e bir darbe daha vurdu. Belki de aynı zamanda "kanonlara" (sanat tarihinin temel eserlerine) eleştiri getiren Batı-dışı olarak kabul edilen Hintli-düşünce sanat alanında hem sanatın kanonlarına hem de felsefi kanonlar arasında sayılan Hegel'in hiyerarşik "estetik bakışını" eleştirdiler.

Halbuki bugün toplumsal alanda iki nokta var: Biri; Hegel'in "romantik sanatta" ve "mutlak bilgide" sentezlenen düşüncesini bir kenara bırakırsak, estetik düşünce biçimine yeniden bir dönüş arayışı söz konusu. İkincisi ise, dünyanın birçok yerinde "iç savaşa" doğru sürüklenen bir siyasal-sosyal alanın yeniden barışma imkanlarının aranması mevzu bahistir. Son yıllar her yerde ikili karşıtlıkların geri gelmekte olduğunu izledik. Siyah ve beyaz derililerin ikiliğine eklenenler: kadın-erkek, heteroseksüel-homoseksüel ve ikili karşıtlığı aşmaya çalışan kimlik- sonrası denemelerin arkada kalmaya başladığını izlemekteyiz.

"Beraber yaşamak" üzerine kurulu, heterojenliği öngören bir toplumsal yaşam kimlik-sonrasına doğru yönelmekte veya kimliklerin tanınmasına yönelik politikaları ön görmekte. "Batı-Batı-karşıtı", "sömürge- sömürge sonrası", "emperyalist-emperyal" vb. Birden çok olan bir demokrasi mücadelesi ikili karşıtlıklara indirgenmekten başka bir yöne yönelmedi. ABD'ye baktığımızda, seçimlerde "demokrat-cumhuriyetçi", Fransa'ya bakarsak, sağ koalisyon-sol koalisyon, bizde ise iki ittifak cephesi olarak siyaset okuması yapılmakta. "Beraber yaşamak" üzerine kurulu örneklerde ise eski İmparatorluklar çıkıyor karşımıza: O toplumlarda da, azınlıkların ve çoğunluk olarak adlandırılan, sayıca çok olarak kabul edilenlerin sınıf, ırk, kültür, cinsiyet ve inanç biçimlerinin sorunları çıkıyor karşımıza.

Halbuki, Hegel'e tekrar dönüp baktığımızda başka bir nokta bizim ilgimizi çekmeye başlıyor. Bilhassa Tinin Görüngübilimi olarak Türkçeye kazandırılan kitap ile birlikte başka bir okumaya doğru dönmek ilginç olabilecek, belki de. Burada bilhassa tinin, kendi içindeki süreçte, kendi içinde beslediği bir bütünlüğün içindeki farklara bakışı ilginç olarak durmaktadır; çünkü tin kendi içinde duran ve yine kendisinin içinde ikinci uğrak (moment) olarak baktığı yerde, kendinden uzaklaşmanın getirdiği farklılaşmayla ilginç bir noktaya gelmektedir. Bu gelişim sürecinde katı olan demir (Hegel, demirin gerçekliği (eiserne wirklichkeit) kelimesini kullanıyor) eriyerek "yapma" (Handeln) anlamına doğru kaymaya başlamaktadır. Katı olan yumuşuyor (Katı olan kimlikler buharlaşıyor; Marx'ın deyişiyle "her şey kendi anti tezine gebedir"). İlk harekette, tin kavramının kendisi bölünmez olanı bölüyor; bu ayrılmadan itibaren tin geriye doğru taşıyor hareketi. İkinci moment içinde, ilk momenti de içinde taşıyan tin aştığını tanımaya doğru yöneliyor. Bölünmenin ayrımı ödev bilincine erişiyor ve karşısındakini tanımaya başlıyor. Tin ödevden eyleme doğru kayıyor. İki moment sentez hamlesinde ikili karşıtlığı birleştirmeye başlıyor. Tin, süreç içinde, bu değişimin aracı olmaktadır. Ve refleksiyon sayesinde bükülmeyen tin bükülmeye doğru yön almaktadır. Diyalektik dönüşüm bu süreci gerektirmektedir.

Fransız filozof J. Derrida bu harekette özür dilemeyi görmekte. Birisi yaptığı haksızlıklardan dolayı hatasını kabul edip özür dileyerek (pardon) karşısındakini tanıyor. Özür dileme hareketi tinin kendinden ayrılıp, ikili hale girmesidir; içeriden dışarıya doğru açılma hareketidir. Ödevin içinden çıkıp başka bir ödeve doğru gidiyor hareket: Özür dileme hareketi. Hareket esnekleşmektedir. Kayıtsız olarak kabule ulaşmaktadır.

Şu şekilde bakabiliriz: Hegel'in karşıtlıkların birbirlerini yadsıyıp daha sonraki moment içinde birleşmesi ve senteze girmesiyle, kabul etme ve barışma için kullandığı kavram "karşısındakini tanıma" (annerkennen) kavramıdır. Kendisi gibi olmayana karşı tutumun başkalaşması, bu tutumun katılıktan uzaklaşmaya başlaması anlamına gelmektedir. Burada başka bir Fransız filozofun iki kavramına da değinebiliriz: Gilles Deleuze'ün kavramsallaştırdığı "katı çizgiler" ve "esnek çizgiler" Hegel'in okumasından çok uzak durmamakla birlikte, bu iki okumada da ortak nokta "kimliklerin çözülmesi ve yumuşaması" üzerine odaklanmaktadır. Buna "kimliksizleşme" olarak bakmak yanlış olmayacaktır.

Kimliksizleşme kavramının önemi katılıklardan çıkıp esnekleşerek başkalaşma sürecinde, karşıtlıkları birleştirmeden geçmektedir. 1990'lardan beri "beraber yaşamak" olarak düşündüğümüz ideal tipe bu kavramın uygun olduğunu düşünüyorum. Kendi kimliğinin katı çizgilerinde kalan birisinin veya bir toplumun eğitiminin, toplumu katılaştırması yüzünden, barış ortamına zarar verdiğini tanımayı reddettiğini söyleyebiliriz. Bilhassa homojenleştiricilerin geliştirdiği bir kavram olarak "kimlik" katı süreçlerde kuvvetlenerek bir demir kadar sertleşmektedir. Acımasızdır karşısındakine karşı ve merhamet duygularını bir yana atmakta gibidir. Merhametsizleşmiştir kimlikler, kendilerini katılaştırarak, sertleştirerek; askeri bir disipline sokarak saldırganlaşmaktadırlar. İkili karşıt kimlik durumunda; karşı taraf diğerine karşı kendi kimliğini koruma altına almak üzere direnmeye geçtiğinde saldırganlaşmaktadır, o da. Katılaşan kimliklerin hangisinin hâkim hangisinin azınlık kimliği olduğu sorusu, burada bana göre, önemini yitirmektedir. Herhangi bir katı kimlik ister saldırıda isterse müdafaada olsun saldırganlık başat hale girmektedir. Kendi kimliğinin üzerinden sıyrılıp gitmesi ise kişiye esneklik sağlayacaktır. Kimlik ne zaman tek olmaya başlarsa katılaşıp saldırganlaşmakta veya şiddetle müdafaaya çekilir gözükmekte; halbuki bunlar heterojen oldukça ve çoğullaştıkça esnekleşmektedir, rahatlamaktadır.

Bu anlamda ister Hegel'e, ister Hegel karşıtı düşünürlere (Deleuze, Foucault, Guattari, Rosset vb.) yaslanalım, iki şıkta da "kimliksizleşmenin" önemi vurgulanmaktadır. Son iki yüzyıldır insanlığa çok zarar verdi "katılaşan ve demir gibi işleyen" kimlikler; yaşanan pratiklerle insanlar veya cinsler arasında düşmanlıklar yarattı.

"Tanıma" meselesi Hegel'in bir kavramı olarak bir sentezde birleşmektedir. Deleuze'ünkü ise "birleşmeyen" türdendir; ama yine de bir tür "ayrık sentezden" söz etmektedir. Hegel'inki "mutlak" içinde sentezlenmektedir; diğeri ise fark içinde birleşmektedir. "Tanıma" aynı zamanda, Frankfurt Okulu'nun sosyal teori alanındaki temsilcilerinden olan, Alman sosyolog Axel Honneth'in de kullandığı ve üzerine kitap yazdığı bir kavramdır ve bu anlamda Hegel'e yaslanmaktadır.

İnsanlar, tarih boyunca, kendilerinin hep komşularından daha iyi olduklarını düşündüler ve onları kendi dünyalarının dışına ittiler, dışladılar, onları ayırdılar kendilerinden, "biz" ve "onlar" olarak. Belki de barışmanın zamanını en güzel anlatanlardan biri E. Said olmuştur: Düşmanların "Hümanizma" adı altında "dünya edebiyatı" örnekleriyle birbirlerini tanımaları için! Tanıma diğeri hakkında bilgi toplama değil, karşılıksız kabulden geçmekte; dolayısıyla bir kabuk değiştirme eylemi olarak durmakta önümüzde. 

Bu konu ise (Hümanizma), tek başına ayrı ve karmaşık bir konu olarak durmakta elbette…!

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır