15 Aralık 2023

Hakeme saldırmak

Her şeyin yapıldığı ve her lafın akıl almaz bir şekilde ortaya konulduğu sosyal alan, adabı bir kenara bırakarak kendi tikel yollarını kullanmayı tercih eder. Bu bir kaos ortamı olarak kendisini göstermez mi?

Bir zamanlar bir laf vardı: "Aklına gelen bir şey söylüyor." Bu eskiye ait olarak kaldı sanki; çünkü bugün sadece aklına geleni söyleyenler değil, aklına geleni yapma "cesaretini" bulanlar ülkesine döndük. Biri telefonunu eline alıp aklına geleni söylüyor. Hatta daha meşru yolları kullananlar ve sanki görevleri varmış gibi medyada konuşanların bazıları aklına geleni söylemekte. Tarihi bir argümanı olup olmadığı belli olmayan sözler ve yorumlar ağzı var kulağı yok bir şekilde telaffuz edilmekte.

Bir yandan meşru medya yollarıyla, diğer yandan ise sosyal medya yoluyla "aklına geleni" söyleyenlerin yanında, bir de "asayiş berkemal" şeklinde en yapılamayacak şeyleri yapanları tam izlemeye başlamıştık ki futbol alanından bir "asayiş berkemal" hareketi bütün Türkiye'de izlendiği gibi yurt dışındaki spor kanalları da alt yazılı bir şekilde bu haberi verdi: Bir siyasetçi kulüp başkanı, oynanan maçın hakemine son dakikada atılan bir golden dolayı yumruğunu yüzüne yapıştırıyor! Benzeri söylemleri ve pratikleri hastaneler ve doktorlara saldırılarda izledik: Birisi "Artık doktor dövebiliyoruz" lafını telaffuz edebiliyordu!

Bu, artık bir merhale daha atıldığını bize göstermekte. Daha önce anlam ve göstergeler üzerinden işleyen söylem rejiminin yerine eylemin kendisi, söyleme ihtiyaç kalmaksızın yerleşmeye başlamış vaziyette. Bu, pratikte yaşanmakta olan olaylar zincirinin bir parçası olarak ortaya çıkmakta ve belki de bardağı taşıran son damla olarak bir anlam kazanmakta yine de. Bağlı olduğu siyasi partide önemli yerlere gelmiş ve bir başkent takımının yöneticisi konumundaki birisinin futbol hakemine alenen herkesin önünde bir futbol sahasına ait bir alanda yumruk atmaya kalkması nasıl karşılanabilir? Elbette kendisinin mensup olduğu siyasi parti tarafından da müspet olarak kabul edilemez. Ve, zaten de kabul edilemedi. Futbol Federasyonu Başkanı'nın "Yeteeeer!" sesi de bunu doğrulamakta.

Peki "Nasıl buraya gelindi?" sorusunu sormak yanlış mı olacaktır? Uzun zamandan beri bir dil kullanımının içinden geçiyoruz. Hakaretlerle dolu olan ve sinir harbini tırmandıran bir söylem dizisinin düzenine sahip olan, bu argümanları ve lafları medyada duymaya ve kanıksamaya başlayan bir dizi insanın, kendi sözlerini de artık bu lafların bir taklidi olarak kullanmaya başlaması sosyolojinin bir meselesi olarak durmaktadır.

Daha 20. yüzyılın başına gelmeden evvel Fransız sosyolog Gabriel Tarde'ın toplumsal alanın taklitlerle ilerlediğini ileri süren sosyolojisi "arzu" ve "inanç" üzerinden ortaya konulmaktaydı. Tekrarlarla işleyen sosyal alan yukarıdakilerin aşağıdakilere örnek olmakta olduğu bir hiyerarşinin içinden gelişmekteydi. En çok izlenenler örnek ne göstermekteyseler onu izleyenler de onun taklidi olarak davranmaktaydılar. Kendi arzularını ve inançlarını ortaya koyan kimseler bu sözleri ve davranışları diğerlerine örnek olsun diye sarf etmekteydiler. Böylece, sosyolojinin gereği olarak diğerleri baştakilerin taklidini sosyal alanda göstermekteydiler.

Sözler anlamı olan laflar olarak ikili karşıtlıkta kendilerini açığa çıkarmaktalar: Bir yanda anlam üreterek gösterdikleri şeyleri veya hareketleri anlamlandıran yaklaşımlar diğer yanda ise nerdeyse birincisinin bir karşıtı olarak işaret ettikleri hareketleri ve şeyleri ifade eden gösterenler. Bu ikili yapı bir "karşıtlık yapısı" olarak kendilerini ortaya koymaktalar.

Bu şekilde, sözlerin sosyal alanda yer alması ve dağıtıma girmesiyle birlikte, örnek laflar ve söylemler kuvvetlenerek, yayılarak, taraftar yaratarak işlemeye başlamaktalar. Bu lafları ve hareketleri takip edenler çoğalmaya başladığında ise, sosyallik alanının bu şekilde yerleşik hale girmesiyle taklitçilerinin arttığı ve hatta toplumu egemenlik altına aldığı gözükür. Bu çoğalmalar ise sözlerin ve onların anlamlarının yerine geçen pratiklere kendilerini bırakırlar. Eğer örnekler medeniyet tarzının dışına çıkmaya, kabalaşmaya, abuklamaya başlamışsa bu pratikler genel geçer hale gelirler. Bu durumda, artık medeni ve rasyonel olan hareketler ve sözler arka planda bırakılarak, gayri-rasyonel hale giren bir toplumsal alan geriye kalır.

Aklına gelenin herhangi bir şeyi rahatça söylediği zaman, önce medya ve sonra da sosyal medya hakimiyet kazandığında toplumsal alanın parça parça ayrıksı hale girdiği gözlemlenmektedir. Bu toplumsal alanın homojenliğini kaybetmesiyle birlikte eğitim ve eğitimsiz farkı kendisine olması gerekenden fazla yer almaya başlar. Farkların bir taklidi söz konusu olduğunda günümüz aklının her akla geleni ifade etmek istenci bir arzu akışkanlığına döner. Bu arzu artık söylenmeyecekleri ve yapılması ayıp olanları sosyal alana dökmeye başlar. Toplumsal ortak bilinçdışı zincirlerinden boşalır gider ve her şey ortaya dökülmeye yüz tutar. Her şeyin yapıldığı ve her lafın akıl almaz bir şekilde ortaya konulduğu sosyal alan, adabı bir kenara bırakarak kendi tikel yollarını kullanmayı tercih eder. Bu bir kaos ortamı olarak kendisini göstermez mi?

Bu kaosun içinde adap zincirlerinden boşanmış ve freni tutmayan bir araç gibi hızla bir yöne doğru gitmeye başladığında "cinnet" sosyal alanı işgal eder: Cinnet toplumu meydana gelir ve diğer toplumsal biçimlerden tamamen kendisini ayırır. Ne tüketim toplumu ne denetim toplumu ne de gösteri toplumu kalır geriye. Cinnet ve şizofreni yapılanma her yeri sarmaya başlar. Kurtulması zor sağlıksız bir toplumsalın içinde yaşamaya başlarız. Nereye kadar?

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

Yazarın Diğer Yazıları

Gilles Deleuze için

4 Kasım günü büyük bir filozof öldü. Foucault’nun 1960’ların sonunda yazdığı gibi “Bir gün çağ Deleuze’cü olacaktı.”

Edward Said'in doğum günü

Said ülkesi Filistin için çok çaba verdi. Fakat onun İntifada sırasına ait olarak İsrail-Lübnan sınırında taş atarken olan fotoğrafını açıklarken söylediği de manidardı. Sembolikti. Bugün savaşılan ve bombalanan yerler üzerine konuşmakta değil miyiz?

Ahtapot toplumu

“Ahtapot gibisin kardeşim” dercesine topaklaşan insani ilişkilerin ideolojik, sınıfsal, etnik değerlerin üzerine kurulmadığını görmekteyiz; ama buna rağmen de yine kimlik söz konusu olduğunda kimlikleşmenin özdeşleşmesini de takip etmekten kendimizi men edemiyoruz

"
"