28 Temmuz 2024

ÇIĞLIK: Ferit'ten sonra...

Ferit çığlığı da yazdı; sesi de yazdı. Yakınındakilerle sohbet etti; yakındı. Ama bugünü yakaladı. Hayvanlara ses verdi. Onları konuşturdu. İnsan, bitki ve hayvanların çığlıklarını temsil etmedi. Sessizliğin içinde seslendirdi. Ve, sonra sustu

"Sanatçı için özgürlük
dilediği her şeyi söyleyebilmesi
bunu yaparken de
ensesinde polisin, sansürün, yargıcın
ya da bazı ülkelerde olduğu gibi
ruh doktorları'nın
soluğunu, copunu, yasasını ya da tedavisini
duymaması demektir"

F. E.

Ferit Edgü'nün ölümü üzerine hemen bir yazı yazmadım; biraz erteledim. Üzerine düşündüm. Ne de olsa, uzun bir zamandan beri onu görmüyordum. Çocukluk yaşlarımdan beri de onu tanıyordum. Babamın ve de babamın arkadaşlarının arkadaşıydı. Paris'te benim neslimden olmayan, yaşları benden büyük olup da babamın, bazen de rakı sofralarından tanıdığım arkadaşlarının arkadaşıydı. Ona en yakını olanlar bir nesil farkla benim de arkadaşlarım olmuşlardı. Dolayısıyla, hem Paris'te hem Bodrum'daki evinde hem de İstanbul'da, sofralarda ve Ada Yayınları'nın ofisinde ve de bilhassa öğlen yemeklerinde Asmalı Mescit'te öğlen yemeklerini Refik'te yediğimiz zamanlar, yıllar boyu hep görüşmüştük.

Hatta, daha önceleri, onun iki yazısını, "Osman Hamdi Bey'in Hayali Portresi" ve "Güzel Sanatlar Olarak Kabul Edilen Kaligrafi" adlı denemelerini Fransa'da çıkan bir kitap için Türkçeden Fransızcaya çevirmiştim (L'ennemi, Constantinople, 1991 Christian Bourgois Editions).

Sonra nedense yollarımız ayrıldı. Bana özel olarak zarflı ve pullu olarak yolladığı mektubu aldığım günün ertesi günü Radikal gazetesinde yayımlayana dek. Ben de ister istemez açık bir mektupla cevap vermek zorunda kalmıştım. Sonra ondan sadece haber aldım. Başka arkadaşlarımdan, başka kaybettiğimiz arkadaşlarımızdan, başkalarından, yakınımdakilerden, uzaktakilerden de...

Kimse'lerden de. O zaman tanıdığım sesini duymaya başladım. Sesleri birbirlerine karışmaktaydı. Birinci ses, ikinci ses. Ağaçdaki dileğin sesi. Kim'senin, Kimse'nin sesi. Mayıs akşamının sesi. Bir gül ağacının sesi. Yaşamın değişmesi için sesler birbirlerine karışmaya başladı. Bazen ses (alaylıydı) bazen ise (kızgındı).

Neden? diye de seslenirdi başka bir ses. Son ses de vardı. Son nefes. Onları çoktan yazmıştı bu son nefes. Sesin adını yaşatacak bir başka ses de bu sese eklenebilirdi. Ezik ses ise sustu uzun süre belki de? Kendi kendine sesleri; bir içim içinde, içinde seslendirmekteydi sesleri (kahkahayla da hüzünle de). Karla kaplı yollardan geçmek nerdeyse imkânsız olarak gözükmekteydi.

Sesler sustuğunda. Geriye Çığlık kaldı. 1981-82'den arta kalan bir çığlık. Nedir bu çığlık bu günlerde, bu tarihlerde? Hayvanların çığlıkları bugüne mi çağrıdır? Konuşan hayvanların havlama sesleri insanların çığlığıyla karışmakta. Bir felaket geliyor! Uzunca bir çığlık, sesi sessizleştiriyor. Sessizleştiriliyor. Bir düş-üş. Kuş sesi; kanat sesi. Uçmanın sesi ve uyku ile uyanıklık arasındaki anda (ara- bölgede). Uçan bir insan, düşünde uçan Hümanist desinatör Folon'un çizdiği desenlerdeki gibi: İnsan (uçar). Uykusunda uçtuğu gibi ruhu da (uçar). Konuşan bir papağan gibi.

Robenson da konuşur mu? Cuma'yı mı beklemek zorundadır? Okşanacak olan bir kedi evde mi sokakta mı? Akıllı bir köpeğin umutsuzca bakışının sessizliği mi? İnsanların dünyasında (yabancı) tıpkı bir göçmen gibi! Kedinin çığlığı yırtacaktır sessizliği: Köpeklerinki de. Çığlık, korku içinde. Kimse bir şey öğrenmedi… Ne hocalar ne de talebeleri. Okuru yazmaya çağırdı. Öykü bir öykünme olmadığına göre, bir temsil de değildi. En fenası da müsamereler. Müsamere gibi olan törenler değil mi?

Ferit çığlığı da yazdı; sesi de yazdı. Yakınındakilerle sohbet etti; yakındı. Ama bugünü yakaladı. Hayvanlara ses verdi. Onları konuşturdu. İnsan, bitki ve hayvanların çığlıklarını temsil etmedi. Sessizliğin içinde seslendirdi. Ve, sonra sustu.

Sesi ve çığlığı bugün duymaya devam ediyoruz. Hukuk ve kanunlar konuşturuluyor. Ama eğer sessiz olarak seslenen ses ise, geriye ÇIĞLIK kalıyor. İnsanların, hayvanların, sokakların seslerinin çığlığı. Bir olay olmakta. Kötü şeyler duyulmakta. Çığlık boğulmakta!

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

Yazarın Diğer Yazıları

Gilles Deleuze için

4 Kasım günü büyük bir filozof öldü. Foucault’nun 1960’ların sonunda yazdığı gibi “Bir gün çağ Deleuze’cü olacaktı.”

Edward Said'in doğum günü

Said ülkesi Filistin için çok çaba verdi. Fakat onun İntifada sırasına ait olarak İsrail-Lübnan sınırında taş atarken olan fotoğrafını açıklarken söylediği de manidardı. Sembolikti. Bugün savaşılan ve bombalanan yerler üzerine konuşmakta değil miyiz?

Ahtapot toplumu

“Ahtapot gibisin kardeşim” dercesine topaklaşan insani ilişkilerin ideolojik, sınıfsal, etnik değerlerin üzerine kurulmadığını görmekteyiz; ama buna rağmen de yine kimlik söz konusu olduğunda kimlikleşmenin özdeşleşmesini de takip etmekten kendimizi men edemiyoruz

"
"