01 Şubat 2021

Cezayir Savaşı üzerine: Acıları paylaşmak

Macron 2020 yılında Kudüs'ten döndükten sonra ayağının tozuyla gazetecilere 1995 yılında Chirac'ın Sohoah için yaptığının benzeri bir girişimde bulunmak istediğini açıkladı

Geçenlerde birinde af dileme üzerine bir yazı yazmıştım (21 Aralık 2020). Bu konu, daha çok Fransız filozof Jacques Derrida'nın 1990'lı yılların sonlarındaki seminerlerinde ele almış olduğu bir konuydu. Af dileme üzerine gelişen ve geçmişten özür dileyen devletlerin sayısında artış olmaya başladığında, Derrida bu konuyu felsefi bir kavram olarak ele almıştı. Almanya'nın Yahudilerden özür dilemesi, Güney Afrikalı beyaz iktidarının Mandela'nın özelinde beyaz egemenliğindeki devletin bütün tarihi kıyımlarından ve Apartheid rejiminin korkunçluğundan dolayı siyahi Afrikalılardan özür dilemesi, Clinton'un Monica vakasıyla Amerikan Anayasası'na göre yalan yere yemin etmekten dolayı özür dilemesi vb.

2017 yılında Macron seçim konuşmasında, Cezayir Savaşı sırasında Fransa'nın "insanlık suçu" işlemiş olduğunu söylemişti. 2017 yılında Derrida aramızdan ayrılmıştı (ö. 2004). Af dileme konusu tüm hızlıyla devam etmiyordu artık. Devletlerin başına geçenler, bırakalım devletlerin tarihi hatalardan dolayı özür dilemelerini, şimdiki zamanda hukuk dışı davranmaya bile başlamışlardı. Hatta savaşlar ve bazı devletlerin ordusuyla işgal hareketleri dünyanın çeşitli yerlerinde gündeme gelmişti. Fanatizm ile özgürlüklerin kısıtlanmaya başlaması baş göstermiş, şimdiki zamanda yaşayan gençliğin bir kısmının hayata bakışı değişmeye başlamıştı. Paranın önemi her zaman ön plana çekilmeye çalışılmıştı ve kapitalizmin değerleri elbette kâr üzerine bağlıydı; ama bunların yanında onur, cesaret, yardımseverlik, komşuluk ve dostluk değerleri kuvvetinden bir şey kaybetmiş değildi. Dostluk politikaları felsefe alanında düşünenlerin konularından biriydi. Derrida'nın seminerleri, bilhassa 1980'li yılların ikinci yarsısı, bu konuya eğilmekteydi: "Oh! Dost… Dostluk diye bir şey kalmadı!" Bu cümle Aristoteles'den beri felsefenin ilgi alanıydı.

Jacques Derrida

2017 yılında Paul Ricoeur'ün öğrencisi olmuş olduğu söylenen E. Macron Fransa'daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başarı kazanarak Cumhurbaşkanı olmuştu. Macron Cumhurbaşkanı olarak 2017 yılında, tıpkı 2003 yılının 3 Mart günü Fransa'nın o dönemdeki Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın Fransa'nın Cezayir'de işlediği insanlık suçlarının karşısında sessiz kalmadığı gibi davrandı: "İnsanlık suçundan" bahsetti. Eski başkanlardan J. Chirac Cezayir Parlamento'sunun içinde mevcut olarak sesini duyurmuştu. Chirac, bu konuşmasında, iki halkın "ortak bir tarihi olduğunun" altını çizmişti. Yaşanmış olayların gölgesinde ve korkusunda yaşamanın anlamsızlığını vurgulamak istemişti. Hem uyumun hem de yırtılmanın var olduğu ilişkileri gündeme taşımak üzere "geçmişin yüzüne dönüp bakmak" gerektiğini vurgulamıştı. Düşüncesinin ve duygularının milyonlarca kadına ve erkeğe ve de çocuklara doğru döndüğünü belirtmekteydi. Değişik dinlerden, değişik duygulardan, farklı yaşam biçimlerinden, kültürlerden aynı Akdeniz'in çehresinden etkilenenlerden söz etmekteydi. Proust'un romanlarında anlattığı gibi anıların bazılarının acı dolu olduğunu, ortak dostlukların bu acıdan paylarını aldıklarını her iki halkın da bu acılar içinde parçalandığını açıklamaktaydı. 2003 yılında Fransa acıları paylaşmak üzere bir harekette bulunmaktaydı. Acı veren trajik ortak hayatları anmanın sırası gelmiş miydi öyleyse Fransa ve Fransız sömürgeciliği için? Cezayir Savaşı'nın (adını doğru bir şekilde koyarak) belleğini saklamanın ve bu savaşta yok olanların, acı çekenlerin, kurban edilenlerin, işkenceye ve ölüme terk edilenlerin ve bu savaşta angaje olan tarafların birbirlerini tanımasının önemini vurgulamaktaydı. Hegel'in kavramı yine gündeme gelmişti: "Tanıma" ve ötekinin varlığını kabul ederek sentezlenme", birleşme, barışma süreci gündeme alınmıştı.

Aradan Fransa'da Sarkozy ve Hollande iktidarları da gittikten sonra E. Macron 2020 yılında Kudüs'ten döndükten sonra ayağının tozuyla gazetecilere 1995 yılında Chirac'ın Sohoah için yaptığının benzeri bir girişimde bulunmak istediğini açıkladı. Chirac 1942 yılında affedilmez bir suç işleyen (Vel d'Hiv'den çocukların toplanıp, Temerküz kamplarına ölüme gönderilmeleri) Fransa'nın kabahatini duyurmaktaydı. Bu unutulmayacak bir kabahatti. Ölüme yollanan çocukların hatırası nasıl unutulabilirdi! 

Macron bu hareketin aynısını yapmaktan çok bu sefer başka bir yere doğru çevirdi tartışma alanını. Cezayir meselesi uzmanı Troçkist tarihçi Benjamin Stora'ya danışarak Cezayir meselesinin üzerine gidilmesini rica ederek bellek üzerinde durmanın önemini açıklamak istediğini belirtti. Burada söz konusu olan artık "tövbe etmek" değildi. Tarihçinin raporu bu doğrultudaydı. Cezayir'in Fransız kalmasını arzulayan nostaljik sağ ve aşırı sağcıların söylevlerine karşı gelişecek bir tavır hazırlanmak istenmekteydi. Son yıllarda hatta on yıldan fazla bir süredir, bu nostaljiyi açıkça dile getirenlerin karşısına çıkacak bir tavır beklenmekteydi. Marine Le Pen'in taraftarlarının tavrı bu nostaljiyi dile getirmekteydi ve bu bugün de devam etmekte.

Stora, özür dilemenin bu dönemde etkili olmaktan uzak sayıldığından olsa gerek bir tarihçi olarak "özür dileyerek suçunu itiraf etmeyi" yeterli bulmamaktadır. Asya ülkelerinde yapılmakta olan bir formu etkili bularak, Japonya'nın Çin ve Kore'de İmparatorlukçu geçmişini örnek alarak "özrün yeterli olmadığını" acı çeken iki tarafı birden tatmin edemediğinin altını çizdi. Yaralanan belleklerin tatmin olması acı çekenlerin hepsine bir jest yapmanın önemini vurguladı. Hem Cezayir savaşı sırasında Fransa'nın korkunç politikalarını hem de Cezayirlilerin bilhassa Fransızların gittiği kafe ve barları bombalamalarının ve 1962 yılında Oran'da Avrupalıları kaçırmanın ve onlara yakın bulduklarını katletmelerinin sorgulanması gerektiğini ve Yahudi mezarlıklarına yapılan saldırıların kınanması gerektiğini belirtti. Ortak bir şekilde iki tarafın tarihi sömürgeci geçmişin tartışılması zaruretini ortaya koydu. Devlet arşivlerinin iki taraflı bir şekilde (Fransa ve Cezayir) paylaşılmasını önerdi. Cezayirli Avukat Ali Boumendjel (1957 yılındaki) cinayetinin Fransa tarafından tanınmasının önemini vurguladı. Sömürgenin başladığı yıllara doğru dönerek Emir Abdelkader'e (1808-1883) bir methiye yapılması gerektiğinin altını çizdi. Bir "Direniş Arşivi" kurulmasına karar verildi. Ve hem Fransa'dan hem de Cezayir'den bu savaşta ölenlerin listesinin çıkarılıp yayımlanması konusunda, Stora'nın önerisiyle, görüş birliği sağlandı. Bütün bu araştırmalar ve yayınlar için ortak bir komisyon kurulmasının önemi ortaya konuldu.

Bir şeyler kımıldamakta bu konuda; yine bir barış havasına girmenin zamanı geldi.

Yazarın Diğer Yazıları

Vardın mı?

Toplumsal alanın içindeki cins kimlikleri arası anlaşmazlıkların aşılması ve barışın vurgulanması için 25 Kasım’ın duyurulması ve yaygınlaştırılması ehemmiyetli gözükmekte

Kriz nerede?

Sıkışan ve sayıca azalan hâkim bir burjuvazi ile orta üst sınıfların, eski devlet memurlarının ve de daha sonra “orta direk” olarak ortaya çıkanların ekonomik krizden kuvvetli bir şekilde etkilendiğini gözlemlemekteyiz. Alt diye adlandırılan sınıfların ise, maaşlı, emekli, işsiz vb. “açlık sınırında” olduğu belirtiliyor: Kriz!

Lizbon’da sanat haftası

Bu sene şehrin üç önemli müzesi Lisbon Art Weekend’in LAW’ın organizasyonunun içine girmiş bulunmakta: Gulbenkian Müzesi, MAAT Sanat, Mimari ve Teknoloji Müzesi ve de koleksiyonunda Picasso, Duchamp, Miro, Ernst, Bacon, Bourgeois, Judd gibi uluslararası sanat tarihi ustalarını bulunduran MAC/CCB. Bu müzelerde dünyanın önemli çağdaş sanatçıları sergilenmekte

"
"