06 Ocak 2016

Savaştan tehcire adım adım (III) – Yeni bir Rus Harbi’ne doğru mu ?

Türkiye’nin Suriye’de işgal anlamına gelecek bir varlık göstermesi kendisini NATO dışına dahi itebilir

Şimdi karşımızda duran en temel sorulardan biri şu: YPG ya da bir parçası olduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) önümüzdeki günlerde Cerablus’a (ya da Azez’e) girip bölgeyi IŞİD’den temizlemeye kalkarsa Türkiye “kırmızı çizgisi” olarak ilan ettiği alanda böyle bir hamle karşısında ne yapacak?

Bu sorunun cevabını öncelikle hükümetin pozisyonunda aramak gerekiyor. Malum, YPG’nin Fırat’ın batısına geçmemesiyle ilgili Ankara’nın daha önce dile getirdiği kırmızı çizgisi, son olarak 28 Aralık 2015 pazartesi günü Başbakan Ahmet Davutoğlu’na Sırbistan temasları sırasında hatırlatılmıştı.

Davutoğlu bu soru karşısında, “Türkiye’ye hasmane tutum içinde olan hiçbir unsurun, Fırat'ın batısına geçmesine…” şeklinde başladığı cümlesini daha önceki seferlerde olduğu gibi, “kesinlikle müsaade etmeyiz” diye bitirmedi. Onun yerine şöyle devam etti: “... olumlu bakmayacağımızı da PYD bağlamında da bunu dile getirdik.

Dolayısıyla Ankara, eski kırmızı çizgisinin ihlaline “olumlu bakmayacağını” söylemiş oldu. Peki bunun diplomasideki muhtemel karşılığı ne?

Şu: “Valla biz bu konuyu kırmızı çizgimiz yapmayı bıraktık.”

Tabii Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan varken, Başbakan Davutoğlu’nun demeci belirleyici olabilir mi, o bir muamma! O yüzden, Ankara yönetiminin sınırın sadece 1 km uzağındaki Cerablus’un IŞİD, Azez’in ise Ahrar’üş Şam elinden çıkıp Kürtlerin kontrolüne geçmesi karşısında ne yapacağını bugün tam olarak bildiğimizi söyleyemiyoruz.

Tek bildiğimiz, Cerablus - Azez arasındaki koridorun düşmesi halinde, iki Kürt kantonunun batıdaki Afrin kantonu ile birleşecek olması ve Ankara’nın Halep ile Rakka bağlantısının kesileceği. O durumda Türkiye’nin en uzun sınır hattını yarın öbür gün federatif bir yapıya yönelebilecek Suriye’deki Özerk Kürt Yönetimi ya da bağımsız bir Kürt devleti oluşturacak. Gelecekte Barzani’nin Irak Kürdistanı’nı da yutma ihtimali olan böyle bir yapının sınırlarımız içinde ağır bir zulüm döneminden geçen ve göçe zorlanan Türkiye Kürtleri için de cazibe merkezi olacağı gayet açık. Dolayısıyla böyle bir durum, AKP hükümetinin bu savaşta en son isteyeceği şey.

Türkiye’nin bir diğer kaygısı da güneydoğusundan Basra Körfezi’ne ulaşacak bir Sünni koridorunu yitirmek. Ankara, kendisini Ürdün, Suudi Arabistan ve Katar üzerinden Basra Körfezi’ndeki Katar’a ait doğal gaz yataklarına ve yine aynı hat üzerinden Suudi petrol kuyularına eriştirecek bir Sünnistan koridoru oluşturma hayallerini –tıpkı bu savaşın sponsorlarından Körfez İşbirliği Konseyi gibi- yitirmek istemiyor. Zaten işin bu enerji boyutu, geçtiğimiz haftalardaki bir yazımda daha detaylı anlattığım üzere, İran ile Suudi Arabistan’ı çeşitli şekillerde karşı karşıya getiren ihtilafların ve Suriye’deki savaşın temel sebeplerinden biri.

 

TSK Suriye toprağına girer mi?

 

SDG Aralık ayı sonlarında Fırat’ın batısına geçmiş olsa da, bunu Türk topçusunun menzili dışında kalacak şekilde, daha güneyden yaptığı için henüz bahsettiğimiz kapsam ve büyüklükte bir savaşa dönüşebilecek bir çatışma yaşanmış değil. Ancak SDG önünde sonunda kuzeye, söz konusu koridora çıkacaktır.

Şu an Fırat’ın batısındaki Menbiç’in tahminen 13 km yakınlarında olan SDG’nin ne zaman kuzeye çıkacağını henüz bilmiyoruz. Suriye Demokratik Güçleri’nin Menbiç’i aldıktan sonra hemen kuzeye, Cerablus’a yönelmek yerine önce batıya, El Bab’a doğru ilerlemesi akla daha yatkın görünüyor. Zira bu şekilde Halep’in kuzeydoğusundan El Bab doğrultusunda ilerleyen Suriye ordu birlikleri ile birleşmiş olacaklar. Bu birleşme ile hem Rakka’nın Türkiye ile bağlantısı kesilmiş olacak, hem de Cerablus-Azez arasını kontrol eden IŞİD unsurları güneyden tecrit edilecek. (Bu arada hemen belirtelim, Cerablus, Türkiye sınırına sadece 1 km, Karkamış sınır kapısına ise en fazla 2 km uzakta. Azez de Türkiye’nin Öncüpınar sınır kapısına sadece 6,5 km, Kilis’e ise 16 km. uzakta.)

Dolayısıyla soru şu: Ankara bu koridorun düşmesini her durumda engellemek niyetinde ise, bunu Suriye toprağına girmeden mi yapar, yoksa Suriye’ye girerek, yani kara birlikleri de sokarak mı?

Eğer kara birlikleri sokacaksa, mevcut kırmızı çizgisinin aşılmasını yeterli görür mü, yoksa iç ve dış kamuoyunu askeri bir müdahaleye ikna etmek ve meşru bir zeminde olduğunu göstermek için ilave bir “provokasyon” mu kollar? Mesela acaba IŞİD militanlarının sınırın bu tarafındaki Türk birliklerine (daha doğrusu onların yakınlarındaki boş alanlara) kendisinden ya da YPG veya SDG’den geliyormuş gibi, mesela sekiz tane füze atması (!) imkân dahilinde olur mu? Ya da IŞİD’in (veya bir başka terör örgütünün) büyük şehirlerimizde büyük ve kanlı bir bombalı eylem yapması mı beklenir?

 

Askeri ayrıntılarda bir Kuzey Suriye İşgali

 

İşin spekülatif tarafını bu işin tutkunlarına ve zamana bırakıp Türkiye’nin neler yapabileceği sorusuna biraz askeri yetenekler açısından yaklaşarak cevap bulmaya çalışalım:

Ankara için sınırı geçmeden Suriye’deki hedefleri vurmada en ciddi seçeneklerden biri, 40 km. menzile sahip, hedefe isabette de epey başarılı olan ve PKK’ye karşı da kullanılan T-155 Fırtına obüsleri olabilir.

Bu menzilin ötesindeki hedefler için Ankara’nın sınır ötesi hava gücüne ihtiyacı olacaktır. Lakin Rus uçağını düşürdüğümüz 24 Kasım’dan bu yana sınırımız yakınlarında baykuş bile havalandıramadığımızı dünya alem biliyor. Dolayısıyla Ankara’nın Suriye hava sahasından uçaklarla YPG’ye ya da SDG’ye yönelik bir hava saldırısı yapabilmesi kara birliği sokmadıkça pek mümkün gözükmüyor. Ancak Türk uçaklarının Türkiye hava sahasını kullanarak Suriye sınırları içindeki hedefleri havadan vurması her zaman mümkün. Bunu yapmaya kalkarsa elinin altında en az üç seçeneği olacaktır:

Türk yapımı SOM-B1 seyir füzeleri; havadan satıha Popeye füzeleri; yine havadan satıha AGM 65 Maverick füzeleri.

Amerikan yapımı AGM 65 Maverick füzelerinin menzili sınırdaki Türk topçusuyla aynı olduğundan bu füzelerin bu amaçla kullanılması pek ihtimal dahilinde görünmüyor.

Popeye füzesi ise İsrail’in Türkiye ile ortak ürettiği bir sistem. Bunun da menzili 48 mille sınırlı ve ancak F-16 ya da F-4’lerden atılabiliyor.

SOM füzeleri belki de en vurucu seçenek. Basit GPS yönelimli bir kara saldırı silahı olan SOM-A’dan daha gelişkin olan, termal güdümlü SOM B-1’in 150 millik menzili var. Yani sadece, Cerablus, Azez, Menbiç ve el Bab değil, Halep, Rakka hatta Lazkiye gibi Suriye şehirleri bile hayalet füze de denilen SOM’ların menzili içinde. Rusların olağanüstü yetenekli S400 füze savunma sisteminin tüm yeteneklerinden haberdar değiliz. Bu nedenle Lazkiye’de konuşlu füze savunma sistemlerinin SOM’lara karşı ne kadar etkili olacağını bilmiyoruz. Ayrıca bir tanesi yaklaşık 850 bin dolar olan SOM füzeleri ile SDG’nin köyden köye asker naklettiği Toyota Hilux’larını vurmak ne kadar maliyet etkin çözüm olur, onu da vergi mükelleflerimizin takdirine bırakalım.

Bu arada El –Bab’ın düşmesinin ardından Suriye Demokratik Güçleri’nin Suriye Ordusu ile birleşerek bir koridor oluşturabileceğini de unutmayalım. Bu durumda SDG çatısı altındaki Kürtler Rus Hava Kuvvetleri’nin yanı sıra Suriye ordusunun kara gücünü de yanına almış olacaktır. IŞİD ile Nusra Cephesi ve Ahrar’üş Şam’ı güneyden tecrit edecek bu hamle sonrasında SDG Cerablus-Azez koridorunun kuzey kesimlerine Suriye Ordu birlikleri ile birlikte girebilir.

Ayrıca Suriye ordusunun Lazkiye yakınlarındaki dağlarda mevzilenen El-Nusra'yı TOS 1A termobarik füzeleriyle vurduğunu unutmayalım. Rusya'nın en öldürücü silahları arasında gösterilen TOS-1A sistemleri, yüksek yanıcılığa sahip maddelerle donatılmış silahlar. Bu silahlardan atılan termobarik bombalar hedefin konumuna göre önceden ayarlanmış bir yükseklikte patlıyor. Ortaya çıkan dev alev topu öyle bir basınç dalgası yaratıyor ki, 3 kilometre çaptaki bir alanda bulunan tüm canlılar oksijen ve azotun oluşan vakumla çekilmesiyle ciğerleri dahi parçalanarak ölüyor. Patlamanın merkezinde oluşan bin derecelik ısı da belli bir alandaki her şeyi yakıyor.

 

Bir Rus Harbi kararı askeri değil politik olacak

 

Tabii bütün bu ayrıntılar savaş kararının askeri temelde alınacağı anlamına gelmiyor. Savaş ancak politik temelde ve bu temeldeki ihtiyaçlara cevap olarak alınıyor. İşin politik cephesine gelince...

Suriye topraklarına bambaşka saiklerle gelmiş Rusya’nın Türkiye ile sınırlı da olsa savaşa girip odağını dağıtmaktan yana özel bir politik çıkarı olacağına pek ihtimal vermiyorum. Suriye’deki savaşa daha uzun ve daha yaygın bir şekilde dahil oldukça, Rusya’nın düşmanlarının çoğaldığını görmesi kaçınılmaz. Bir de buna Türkiye’yi eklemek için şu noktada bir çıkarı yok. Rusya için en hayırlısı, bu ihtilafın sonunu görene kadar Ankara’yı hamle yapamayacağı bir konumda kilitli tutmak, bu günler geçtikten sonra da NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olduğu halde İttifak tarafından yeterince kollanıp gözetilmediğini düşünen, üstelik de Karadeniz ve Akdeniz’e çıkışını sağlayan bu ülke ile tedrici bir şekilde yeniden yakınlaşmanın yolunu aramaktır.

Düşük petrol fiyatları nedeniyle ekonomisi zaten bazı sıkıntılarla yüz yüze olan Moskova yönetimi, savaşın uzaması yüzünden artan savunma giderleriyle de boğuşmak zorunda. Ancak Türkiye ile bir çatışma Rusya’nın pek arzu etmediği bir seçenek de olsa, belirli bir noktada kaçınılmaz olarak belirebilir.

Türkiye’nin durumu ise daha farklı. Türkiye güneydoğu sınırında Barzani dışında bir Kürt komşu istemiyor. Temel önceliği bu. Bu komşunun özerk ya da bağımsız olmasının ülke içindeki ayrılıkçı eğilimleri güçlendireceğine inanıyor. Dolayısıyla sınırın öbür tarafındaki Kürtlere arzuladıkları özerklik ya da bağımsızlığı kazanmalarında yardımcı olacak unsurlara tamamen karşı Ankara. Ancak bu gerçek, Rusya ile savaşmayı göze alması için yeterli değil. Özellikle de NATO da, Kürtleri Fırat’ın doğusuna hapsetmek gibi bir fikre itibar etmezken.

 

İsrail ve Suud ile yakınlaşma boşa değil

 

Yine de Ankara’nın, Kürtlerin neredeyse bütün bir Suriye sınırına yayılmasının önüne geçmek için Suriye’ye kara gücü sokma yoluna gitmesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Son zamanlarda Ankara’nın arkasına daha fazla Suudi Arabistan desteği alma; Katar ile yakınlaşma ve orada askeri üs kurma; İsrail ile Mavi Marmara baskını sonucu bozulmuş ilişkilerini düzeltme ihtiyacı hissetme ve Türkiye’deki Kürtlere bu memleketi dar etme gayretlerinin arkasında, Suriye’deki savaşa aktif bir biçimde katılmaya hazırlanıyor olmasının yattığını da düşünebiliriz. İsrail FBI’ı olarak bilinen Shin Bet’in Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan gibi Sünni ülkelerin Türkiye liderliğinde bir askeri ittifak oluşturarak İran’a saldırması gerektiği yolundaki düşüncesini zaten biliyoruz. Bilmediğimiz, değil Ortadoğu’da Türkiye’de bile her musibetin ardında İsrail parmağı arayanların o parmağa ve işaret ettiklerine ne kadar itibar edecek oldukları.

Üstelik, şu da bilinmeli ki, Kuzey Irak’taki varlığını da pekiştirme gayretleri içinde olan Ankara’nın Kuzey Suriye’nin işgali anlamına gelecek böyle bir hamlesi, Suriye Savaş’nı daha da karmaşık bir hale sokacaktır. Her şeyden önce Türkiye Suriye topraklarında Suriye ordusuna karşı savaşan bir işgalci güç konumuna düşecektir. Ankara’nın böyle bir işgale Yemen’i Vietnamlaştıran Suudi Arabistan ile bir Lübnan işgalcisi olan İsrail dışında müttefik bulması da kolay olmayacaktır.

Türkiye’nin NATO’ya ve ABD’ye rağmen Suriye’de işgal anlamına gelecek bir varlık göstermesi kendisini bir süre sonra NATO dışına dahi itebilir. Son dönemdeki İsrail yakınlaşması ve “İslam Milletini teröre karşı savunacağı” ileri sürülen Riyad merkezli askeri ittifaka tek NATO üyesi ülke olarak dahil olması kuşkusuz Ankara’nın kendisi için giderek derinleşen ihtilafta elini bir miktar da olsa rahatlatan girişimler. Ancak bütün bunların Ankara’nın kendi Kürtleriyle olan problemlerini çözmeye değil büyütmeye yarayacağını tahmin etmek de güç değil.

2013’ten bu yana istikrarı giderek zayıflayan ve 24 Kasım’da bir Rus uçağını düşürecek ölçüde hatalı ve dengesiz bir karar alabilen Ankara’nın 2016’da -Cumhurbaşkanı’nın kullanmayı pek sevdiği ifadeyle- ne ölçüde “aklıselim” davranacağı bu ülkede barıştan ve demokrasiden yana insanları ürküten bir muamma olmayı sürdürüyor.

Umalım ki Ankara, büyüklenmeci bir eda ve Suudi gazıyla girdiği Suriye macerasının sarhoşluğundan bir an önce ayılır ve bugün şiddetli çatışmaların yaşandığı Güneydoğu’daki şehirlerimizden artık dönecek bir evleri bile kalmadan göç etmek zorunda kalan yüz binlerce Kürt vatandaşımıza daha büyük bir dehşet ve trajedi içinde yenilerini ekleyecek her türlü saldırgan tutumdan uzak durur. Ve birilerinin “bölgenin demografisini değiştirme operasyonunu tamamlamak istiyorlar,” şeklinde yorumlarına yol açacak tehlikeli operasyonlara yeltenmez ve eller silahlardan çekilir!

-SON-

Twitter: @akdoganozkan

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"