Suriye’deki savaşa çözüm getirme amacıyla düzenlendiği varsayılan Cenevre Görüşmeleri’nin üçüncüsü çok da ümitvari olmayan bir atmosferde bugün başlıyor. İlki 30 Haziran 2012’de, ikincisi 22-31 Ocak 2014 ile 10-15 Şubat 2014’te gerçekleştirilen görüşmelerin bu son ayağına girerken, savaşta şu ana dek anlamlı politik kazanımlar edinebilmiş “ara galipleri” tespit edelim istedim. Savaşan tarafların ve cephedeki son durumların askeri ayrıntılarına boğulmadan... Çünkü tersini yaparsak, büyük resmi görmemiz zorlaşabilir.
BİR: Giderek daha fazla ABD ve Rusya arasında yürüyen bir vekalet savaşına dönüşmekte olduğu görüntüsünü veren Suriye savaşı bugün hem Washington’a hem de Moskova’ya petrol kuyularına çok yakın noktalarda “nur topu gibi” birer askeri üs kazandırmış durumda. Dolayısıyla II. Cenevre Görüşmeleri’nden bugüne kadar geçen süredeki bu çok temel kazanımlar ABD ve Rusya’yı şu ana kadarki “en büyük galipler” olarak anmamız için yeterli sanıyorum. (Bu kazanımlar neden çok önemli, onu daha aşağıda detaylı açıklamaya çalışacağım.)
İKİ: Bir büyük kazanımın sahibi de, bundan yaklaşık iki yıl önce gerçekleştirilen 2. Cenevre Görüşmeleri’ne davet bile edilmeyen Suriyeli Kürtlerin oluşturduğu PYD (Demokratik Birlik Partisi) ile onun askeri kanadı YPG (Halk Savunma Birlikleri). Suriyeli Kürt direniş hareketi Suudi Arabistan ve Türkiye’nin şiddetli muhalefetine rağmen, Rusların bastırması ile bu kez görüşme masasında! Hem de destansı Kobani Taarruzu’nun birinci yıldönümünde. ABD ile Rusya arasında varılan uzlaşı sonucunda belki Suudi Arabistan desteğindeki Ceyşu’l İslam (İslam Ordusu) da görüşmelere davet edildi, ama bu durum Kürtlerin (ve tabii Rusların) geçen zaman içinde Suriye Savaşı’ndaki dengeleri değiştirebilen güç(ler) olarak belirdiği gerçeğini yok edemiyor. (Bu durumun Türkiye’deki Kürt siyasi hareketini hangi enteresan eşiklerden alıp nereye getirdiğini ayrı bir yazıda değerlendirmek lazım.)
ÜÇ: Bir diğer muzaffer ülke de İran. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), İran’ın 14 Temmuz 2015’te imzalanan nükleer anlaşmanın gereklerini yerine getirdiğini onayladıktan sonra, ABD, BM ve AB, Tahran'a yönelik uyguladıkları yaptırımları kaldırma kararı aldı. Belki tüm kısıtlamaların kaldırılması 10 yıllık bir zamana yayılacak. Ancak başta Almanlar olmak üzere Avrupalılar İran’a ambargonun kalkmasıyla oluşacak 100 milyar dolarlık ticaretten pay almak için İran’ın kapısındalar şu an. Bu günlerde Ortadoğu’da kapısı bu kadar kalabalık şekilde ve bu kadar bereketle çalınan başka bir ülke yok.
DÖRT: Bir diğer muzaffer de Suriye lideri Beşşar Esad. Bundan 3-4 yıl önce iktidarda azami 6 ay ömür biçilen Suriye Devlet Başkanı’nın kaderi özellikle Rusların Suriye Savaşı’na müdahil olduğu 30 Eylül 2015 tarihinden bu yana hızla değişti. Bugün Suriye ordusuna bağlı birliklerin İdlip’ten Halep’e büyük ilerlemeler kat etmesinin verdiği güven içindeki Esad, “Cenevre’ye müzakere etmeye değil, dinlemeye gideceğiz” diyebilecek denli rahat.
Şimdi gelelim yukarıda özetlediğim kimi hususların ayrıntılı değerlendirmesine... Malum, Ruslar Şam yönetiminin davetiyle Suriye’deki savaşa dahil olduktan sonra Obama’nın ilk açıklaması “bunun ABD ve Rusya arasında bir vekalet savaşı gibi görünmesine izin vermeyeceğiz” şeklinde olmuştu. Bugün gelinen noktada, vekalet savaşının iki büyük gücü olarak sivrilen ABD ile Rusya Suriye’de birer askeri üs kuruyor. Önce ABD’ye bakalım:
ABD’nin Rojava’daki askeri (kuyu) üssü
Amerika, Cenevre 3’e Rojava’da bir askeri üs elde etmiş olmanın rahatlığıyla gelen ülkelerden biri. Washington’un bu yeni üssü Türkiye-Irak-Suriye sınırının neredeyse birleştiği bir noktada, Haseke’nin kuzeydoğusundaki Rumeylan bölgesinde. YPG güçlerinin denetimi altında bulunan bölgedeki askeri üs, daha önce zirai ilaçlama uçaklarının kullandığı Ebu Hacer havaalanını temel alarak inşa edilecek.
ARA News’a göre, ABD Rojava’da askeri üs oluşturma konusunda çalışmalarına geçen ekim ayında başladı. BBC’nin yayınladığı bazı uydu görüntülerine bakılırsa, Amerikalılar 700 m. uzunluğunda bir piste sahip Ebu Hacer havaalanında iki hafta önce genişletme çalışmaları yaparak pistin uzunluğunu 1,3 km’e çıkardılar.
Piste bu uzunluğuyla artık dev askeri nakliye uçakları C-130’lar da inebilecek. Çok geniş kargo kapasitesi olan C -130 Hercules uçakları helikopter de taşıyor, altı tekerlekli zırhlı araçlar da. C-130J-30 tipi Hercules uçaklarının azami yükle menzilleri 5800 km. Yani İtalya’daki veya Almanya’daki Amerikan üslerinden kalkan bir C-130 uçağı İncirlik’e inmeye gerek bile duymadan (!) doğrudan Rumeylan’a zırhlı birlik indirebilecek. Ve ABD buradan Cobra’lar, Apache’lar kaldırabilecek.
ABD Savunma Bakanlığı’nın bir sözcüsüne bakılırsa, Amerikalılar üssü, “ara sıra lojistik destek” amacıyla kullanacaklar. Ne kadar “ara sıra” bilmiyoruz ama, Amerikan uçaklarının geçen ekim ayında bu bölgedeki muhalif güçlere uçaklarla havadan 45 tondan fazla mühimmat attıklarını ve Ankara’nın epeyce canını sıktıklarını biliyoruz.
Diyeceksiniz ki, ABD Suriye’nin başkenti Şam’a bu kadar uzak bir noktayı niye üs olarak seçti? Hadi bir tahmin edin! Evet, Washington’un burayı seçmesinin bir nedeni Rusların Lazkiye’de konuşlu hava savunma sistemi S-400’lerin menzili dışında kalıyor olması. Ama asıl sebep sanırım “kara altına” yakınlığı. Zira, bu havalimanı, Suriye’nin (ve de Rojava’nın) en büyük petrol havzası olarak bilinen Rumeylan’ın güneydoğusunda yer alıyor. Aslında Rumeylan petrol sahasında bulunan ve sayıları 1300'ü bulan kuyulardan çıkarılan petrol, savaştan önce boru hatlarıyla Suriye’nin Banyas ve Humus kentlerinde bulunan en büyük iki rafineriye taşınıyordu. Bu boru hatları savaşta saldırıya uğrayıp tahrip olunca Rumeylan'daki bu petrol kuyuları çalışamaz hale geldi. Ancak PYD ciddi bir uğraşla 150 petrol kuyusunu yeniden aktif hale getirdi ve bölgede kurduğu derme çatma rafinerilerle petrol işleme faaliyetlerine başladı. Yani Rumeylan’da bir askeri üs ormanda bugün 150, yarın 1300 kaplan gücünde olabilir!
Peki ABD’nin Suriye topraklarında, Suriye devletinin izni olmadan, o bölgedeki etnik bir güçle işbirliğine giderek bir askeri üs kurması o ülkenin egemenlik haklarının ihlali sayılmaz mı?
Belki evet, ama tam şu aşamada kimin umurunda? Suriye’ye Şam yönetiminin davetiyle gelen Ruslar PYD lideri Salih Müslim’in güçlenmesi ve desteklenmesi anlamına gelecek böyle bir gelişmeye karşı çıkarak IŞİD’e karşı en savaşkan ve başarılı güç olan YPG ve PYD ile aralarını açmak istemeyeceklerdir. Ayrıca söz konusu petrol kuyularının tekrar çalışır hale gelmesi için kuyularda kullanılabilecek yedek parça ve hammadde desteğinin Şam yönetiminden geldiğini de unutmamak lazım. Ayrıca üs öyle bir yerde ki, adeta “benim gözüm vallahi Suriye’de değil, Irak’ta, biraz da Rojava’da” diyor. Hemen belirtelim, Rumeylan’ın Irak’ın petrol kenti Musul’a mesafesi sadece 135 km.
Rusya’nın Rojova’daki askeri üssü
Bu arada Rojava’daki eski ve küçük havalimanlarını işler hale getirip üs olarak kullanmak peşindeki tek ülke ABD değil. Suriye'deki Beşşar Esad karşıtı muhalif gruplara yakın Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne bakılırsa, Rus askeri teknisyenler ve askerler bir süredir Suriye'nin kuzeydoğusunda bulunan Kamışlı havalimanını yeniden kullanılabilir hale getirmek için çalışıyorlar. Farklı rütbelerden 100 civarında Rus askerinin bir Suriye uçağı ile 18 Ocak’ta bu amaçla Kamışlı’ya geldiği belirtiliyor. Yani Rusya’nın da Suriye’de bir üssü oluyor. (Daha doğrusu bir üssü daha!)
Suriye Demokratik Güçleri'nin kontrolünde bulunan Kamışlı Mardin'in Nusaybin ilçesinin tam karşısında bulunuyor. Üssün, Türkiye sınırına sıfır noktada bulunan Suriye’nin Kamışlı ilçesine uzaklığı 85 kilometre. ABD tarafından kurulan Rumeylan üssü ile Rusların Kamışlı üssü arasındaki mesafe ise yaklaşık 65-70 km.
Bu durumun Türkiye’nin çok hoşuna gitmediği açık. Ancak tabii asıl gürültü Rusya buraya S-400 hava savunma sistemlerini yerleştirmeye kalkarsa çıkacak. Nitekim, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, “Kamışlı'da rejim güçleri, Rus askerleri ve PYD birlikte hareket ediyorlar” diye konuştu. Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş de “Kamışlı sınırında konuşlu Rus birlikleri NATO üyesi Türkiye'ye karşı tehdit olamaz” dedi. (Galiba bu beyefendiler olup bitenleri bir faz geriden okuyorlar!)
Bu arada ABD Savunma Bakanlığı, Suriye'de son dönemde askeri varlığını artırmakla suçladığı Rusya’nın cihatçıları temizlemek için çaba gösterdiği Lazkiye’de de bir hava üssü kuruyor olabileceği düşüncesinde. İddiaya göre, Rusya askerlerini korumak için bir de topçu savunma hattı oluşturmuş durumda.
Özetle, Cenevre-3 öncesinde bir yanda kendisini uluslararası sahaya olduğu kadar yeni Ortadoğu sahnesine de etkili bir biçimde yerleştirme gayreti içinde olan Rusya var; olası bir İran Körfezi doğalgaz boru hattının İran- Irak (–Kürdistan) -Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’e ulaştırılması çabalarının hamisi. Bir yanda da birinci vitesten yukarı çıkmayan gayretleriyle Suriye topraklarındaki ihtilafı uzatan ve Rusya’nın takatını kesmeye çalışan ve nerede “kara altın” varsa onun yanı başında konuşlanma gayreti içinde olan ABD var; Suriye’de kurduğu ordular çöken Suudi Arabistan’ı küstürme pahasına İran’ı Batı’ya ve onun projelerine, gelecek planlarına yaklaştırma çabalarının da hamisi.
Ankara için yeni bir dönemin kapısı mı?
Bir yanda da Suriye Savaşı’ndaki dış politikası müflis hale gelmiş ve son derece zayıf görünen üs oluşturma şansını Irak topraklarında, Musul’un Başika bölgesinde zorlayan bir Ankara var. Fırat’ın batısını da kırmızı çizgi ilan etmiş o Ankara’yı geçtiğimiz hafta sonu ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ziyaret etti. Biden ile birlikte Ankara’ya gelen isimlerden biri de, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Victoria Nuland idi. Daha önce geçen ekim ayında IŞİD gündemiyle Ankara’ya gelmiş olan Nuland geçtiğimiz hafta Baltık kıyısındaki Kaliningrad’da Putin’in pek fazla ortalarda görünmeyi sevmeyen danışmanlarından Vladislav Yuryeviç Surkov ile görüştü. Bu görüşme iki ülke ilişkilerinin geliştirilmiş olması açısından çok önemliydi. Zira 2001-2013 arasında Rusya Federasyonu Başbakan Vekili olarak da görev yapan Çeçen asıllı Vladislav Surkov Abhazya, Güney Osetya ve Ukrayna konularında Putin’in en çok danıştığı isimlerden. Surkov, Ukrayna ve Kırım krizlerinde oynadığı rolden ötürü ABD’deki banka hesapları Obama tarafından dondurulmuş ve ülkeye girişi yasaklanmış bir isim. Ocak 2014’teki Ukrayna’da “Meydan” olarak bilinen Bağımsızlık Meydanı’nda muhalif göstericileri keskin nişancılarla öldürtmekle de suçlanmıştı.
Nuland’ın “Kremlin’in Gri Kardinali” olarak da bilinen Surkov ile ne konuştuğunu tam olarak bilmiyoruz. Ancak Nuland’ın bu buluşmanın hemen ardından Ankara’ya gelmesi, elinin altında Türkiye ile Rusya arasındaki gerginliği Cenevre 3 öncesi yumuşatma yolunda bir paket olduğu anlamına da gelebilir. Rusya ile arasındaki PYD çekişmesini kaybetmiş olan Ankara son olarak Rusya’nın Halep’in doğusundaki Kuweires havalimanına gelişkin S-300 füzelerini yerleştirmekte olduğu yolundaki haberlere ve Rusların Kamışlı’da üs kurma çalışmalarına yönelik gelişmelere epey içerlemişti. Zira Ankara Rusya’nın bu hamlesinde IŞİD’i ya da Ahraru’ş Şam’ı falan değil, doğrudan Türkiye’nin Cerablus-Azez koridoru üzerindeki planlarını hedefleyen bir niyet sezmişti
Dolayısıyla eğer, PYD kırmızı çizgisinin bir kez daha aşılmış olmasına rağmen Türk heyeti Cenevre-3’e gider, görüşmeleri terk etmez ise, bu, Nuland-Sukrov görüşmesinden çıkan öneri paketinin Ankara nezdinde kabul gördüğü ve olumlu bir meyve verdiği anlamına da gelebilir. Tabii o durumda da ister istemez, Rusya’nın Türkiye’nin Cerablus-Azez koridoruna ilişkin tutumuna dair yeni bir yaklaşımı olup olmayacağını merak ediyor olacağız.
Yok eğer Türk heyeti Cenevre-3’e gitmez ya da erken dönerse, bu kez de Ankara-Moskova gerilimini büyütecek başka bir krizin bizi bekleyip beklemediğini merak edeceğiz.
Ancak hangi seçeneğin ağır bastığını görmek için bile galiba en az bir hafta daha beklemeliyiz.
Twitter: @akdoganozkan