02 Mart 2020

İdlib’in faturası Tahran’a mı kesiliyor?

Tahran’ın Suriye’de artan nüfuzuna uzun süredir istenen freni yaptıramayan Moskova, Türk askerlerine yönelik son İdlib saldırısının ardından Ankara’ya İran destekli Şii milisleri hedef alması yönünde "yeşil ışık" yakmış olabilir mi?

İdlib muhafazasının güneyindeki TSK birliklerine yönelik olarak Rusya veya Suriye savaş uçaklarınca geçtiğimiz perşembe günü (27 Şubat 2020) düzenlenen ve en az 36 Türk askerinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlandığı söylenen saldırının ardından meydana gelen gelişmeler, bu işten en çok Tahran’ın zararlı çıkabileceğine yönelik işaretlerin artmasına yol açtı.

Astana sürecinin ortaklarından Türkiye ile İran’ın ilişkilerini de epeyce limonileştirme potansiyeline sahip bu sinyallerin en güçlüsü, İdlib saldırısının hemen ertesi günü meydana geldi. 28 Şubat Cuma günü Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait insansız hava araçlarının bölgedeki kimi noktalara saldırılar düzenlendiğini öğrendik. Yerel kaynakların ve İran Devrim Muhafızları Ordusu'na yakın gazetecilerin aktardığı bilgilere göre, TSK’nın Serakip beldesi yakınlarında gerçekleştirdiği hava saldırılarında Şam Yönetimi ile aynı saflarda savaşan Lübnan Hizbullahı’na mensup 14 Şii savaşçı öldürüldü, 50'den fazla kişi yaralandı.

Hizbullah saflarında Suriye Savaşı’na katılmış olan İranlı Şii din adamı Seyyid Ali Zencani de ölenler arasında idi. Zencani'nin Taftanaz Havaalanı’nın doğusundaki el-Talhiyah'da bulunan Hizbullah kuvvetlerine yönelik saldırı sırasında öldüğü öne sürüldü.

Bu arada, Halep’in kuzeyinde Şii nüfusunun yoğunluğuyla bilinen ve geçmişte uzun dönem el Kaide türevi grupların kuşatması altında kalmış olan Nubul ile Zehra ilçelerinin de son zamanlarda TSK birliklerinin top ve roket saldırılarından epeyce nasibini alan yerleşimler arasında olduğunu hatırlayalım.

Öte yandan, verdiği yoğun hava desteğiyle geçtiğimiz hafta İdlib’in güneyindeki cihatçı cebinin kapanmasına ve o bölgede 80 km’yi bulan cephe hattının 30 km’ye düşmesine ve dolayısıyla diğer cephelere birlik takviyesi yapılabilecek duruma gelinmesine büyük katkı yapan Rusya Hava Kuvvetleri’nin bu son İdlib Saldırısı sonrası pasif bir konuma ya da eylemsizlik moduna geçtiğini düşünen Şam Yönetimi’nin Moskova’nın Washington ile pazarlık yaparak kendilerine ihanet ettiklerini düşündüğü de ileri sürülüyor. Demek ki, İdlib saldırısı sonrası Rusya’nın tavrını hayra yormayan Şam Yönetimi’nde bir tedirginlik var. Ama tabii tedirgin olan tek başkent Şam değil.

Tahran tedirgin

Son haftalarda iyice kızışan İdlib sahasındaki gelişmeler Tahran Yönetimi’ni de tedirgin etmiş olmalı ki, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Hizbullah güçlerine yönelik saldırının hemen ertesi günü hem Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ile hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birer telefon görüşmesi yaparak İdlib’deki son durumu değerlendirdi. Putin ile Ruhani’nin görüşmelerinde Astana mutabakatının tamamının uygulanması gerekliliğine vurgu yaptıkları öğrenildi.

Ruhani’nin telefonla görüştüğü Erdoğan'a ise İran, Türkiye ve Suriye liderlerinin Rusya’nın yer almadığı bir zirve toplantısında bir araya gelmesini önerdiği kaydedildi. Ruhani ayrıca Türkiye, Rusya ve İran’ın kurucu oldukları Astana sürecinin önemine de vurgu yaparak, üç liderin bir araya geleceği yeni zirve toplantısına Tahran'ın ev sahipliği yapabileceğini aktardığı belirtildi.

Peki Rusya ile Suriye ve İran yönetimleri arasında ihtilaflar olması ve bunların derinleşmesi normal mi? Şimdi biraz bu konuyu açalım:

Tahran – Moskova ilişkisi

Neticede Suriye Savaşı’nda saha içinde etkin olan 5 devlet var: Rusya, İran, Türkiye, ABD, İsrail. Ancak burada İran diğer aktörler tarafından düşman ya da rakip/hasım olarak görülen tek ülke. ABD ile İsrail’in düşmanı olan İran, Rusya ile Türkiye’nin düşmanı değil ama rakibi/hasmı.

İran ile Türkiye’nin bölgesel güçler dengesi ve mezhep temelindeki rakipliğine aşinayız az çok. Peki ama Moskova ile Tahran arasındaki rekabet ne demek oluyor, onu da açalım:

Tahran ile Moskova Suriye Savaşı’nda aynı safta görünseler de, çıkarlarının her zaman örtüşmediği bir gerçek. Aslında, İran destekli milisler bu savaşı tüm askeri hedeflere mümkün en az kayıpla ulaşmak isteyen Moskova’nın gözünde, son derece kısıtlı bir savaşçı havuzuna sahip olan ve her cepheye yetişmesi mümkün olmayan Suriye ordu birliklerini takviye eden önemli bir bileşen. Ama onun çok ötesinde bir işbirliği yok. Çünkü ötesi Moskova’ya zarar yazabiliyor.

Bir kere, iki ülke hem Suriye’nin Doğu Akdeniz’e açılan ticaret kanallarının denetimi anlamında hem de dünya doğalgaz pazarının önde gelen ülkeleri olarak bir rekabet içindeler. Ancak Suriye Savaşı bağlamında iki ülkenin çıkarlarının ihtilaf teşkil etmesinin çok önemli bir başka nedeni var.

ABD ile İsrail, çok uzun zamandır Rusya üzerine baskı kurarak Tahran’dan sağlanan propaganda ve askeri lojistik destek sayesinde etkinleşerek bölge ülkelerinin siyasetinde önemli güç unsurları olarak beliren devlet dışı Şii aktörleri elimine etmesini ısrarla istiyorlar. Rusya küresel bir güç olarak, hem ABD ile İsrail’in bölgeye müdahalesini önlemenin hem de Moskova’nın bölgede istikrarı sağlamaya dönük kazanımlarını pekiştirebilmesinin en etkili yolunun İran’ı dizginlemekten geçtiğinin farkında.

Unutmayalım ki, Tahran desteğindeki Şii milis güçlerinin frenlenmesi ve bölgeden uzaklaştırılması, zaman zaman o güçlerin karargâh veya tesislerine hava saldırıları düzenleyen İsrail’in Suriye’den elini çekmesinin de en önemli şartı olmuştu. Rusya özellikle Suriye’nin güneyinde -zor da olsa- bunu büyük ölçüde başarmıştı.

Ama tabii kuzeyde durum farklı. Peki İdlib ve Halep kırsalındaki silahlı muhalif örgütler kadar TSK’nın da zaman zaman çatıştığı bu İran destekli Şii gruplar hangileri? Aslında ülke genelinde Suriye Arap Ordusu ile aynı safta çarpışan onlarca İran destekli milis grubu varsa da, TSK’nın muhalif silahlı örgütlere destek verdiği bölgelerde açık kaynaklardan son dönemde paylaşılan bilgilere baktığımızda, şu sıralar en etkin olan Şii milis güçlerinin şunlar olduğunu görüyoruz: Liva el İmam el Bakır, Fatimiyyun Tugayı, Lübnan Hizbullahı, Suriye Hizbullahı, Seraya el Mukavemet, El Kuvva 313. Bu gruplar Suriye ordu birliklerinin aksine sahadan fazlaca fotoğraf ve video paylaşmıyorlar. Dolayısıyla onların Suriye Arap Ordusu’nun içinde nerede ne derece etkin olduğunu anlamak her zaman kolay olmuyor.

Tahran – Moskova ilişkisi

Ancak Rusya’nın bölgedeki İran yanlısı milisleri yer yer Ankara ile dengelemeye gitme ve hem İsrail hem de İsrail ile belirli dengeleri gözetme odaklı uluslararası ilişkiler yaklaşımı Suriye hükümetini de tedirgin ediyor ve bazen Şam ile Tahran’ın Rusya’nın bilgisi dışında görüşmeler yaparak ilişkilerinin zayıflamasına izin vermeyeceklerini gösterme çabası içine girdiklerini görüyoruz.

Ancak Suriye ile Rusya’nın modern hava savunma sistemlerinin birbirlerine elektronik temelde entegre olarak aynı ağın parçası haline gelmesinden ötürü askeri komuta kontrol mekanizmasının dizginlerinin Moskova’nın elinde olduğunu unutmayalım. Bu durum Putin’in "patronun kim olduğunu hatırlatması" ihtiyacı duyduğunda öyle bir ihtiyacın gereğini yapmasını kolaylaştırıyor. Örneğin, Tahran’ın Suriye’deki nüfuzunun seyreltilmesine karşı olan bu Şii milis yapılar ya da doğrudan Şam Yönetimi kimi konularda Moskova’ya aldırış etmeme yoluna giderlerse, işte o zaman Putin’in ilgili coğrafyada kendi kuvvetlerini gizli atalet konumuna getirerek Beşşar Esad’a dolaylı bir şekilde "seni bir tek ben kurtarabilirim" mesajını vermeyi ihmal etmediğini de görebiliyoruz.

ABD- Rusya ilişkileri açısından İran

Rusya’nın Suriye sahasında adım adım yürürlüğe koyduğu stratejik planında ABD’yi bölgeden tamamen çekilmeye zorlama hedefi de yer alıyor. Ancak bölgeyi uzun zamandır izleyen siyasal gözlemciler, Rusya, İran destekli Şii milislerin sayısını ve etkisini azaltmanın, bir anlamda Tahran’ın bölgedeki nüfuzuna fren yaptırmanın bir yolunu bulmadıkça, ABD’nin Suriye’den askerlerini tamamen çekmesinin söz konusu olmayacağını da uzun zamandır dile getiriyor.

Aslına bakılırsa, Putin sahada ihtiyaç duyduğu İran destekli güçlerin bir yandan da Amerikan askerlerinin bölgeden çekilmesini geciktirdiğinin farkında. ABD’nin Fırat’ın batısında olsa da, Bağdat – Şam karayolunun üzerindeki bir geçiş noktası olduğu için özel önem atfederek işgal altında tutmayı sürdürdüğü Tenef’teki askeri varlığının ardında, aynı saik, yani bölgedeki İran yanlısı güçleri marke etme amacı yatıyor. Daha önce bu sayfalarda belirttiğimiz üzere, Washington böyle yaparak, Lübnan Hizbullahı ile Iraklı Şii milislerin ve İran destekli milis güçlerinin Bağdat – Şam hattını kullanmalarını ve bu yol üzerinden diledikleri noktalara ABD ve İsrail’in çıkarlarını tehlikeye düşürecek şekilde silah/mühimmat taşımalarını engellemeye çalışıyor.

Ankara da tedirgindi

İran destekli milis güçlerinin Suriye’nin kuzeybatısındaki varlığı Şam Yönetimi’ne bağlı ordu birliklerinin bölgedeki ilerlemesi sürdükçe ve bu yapılar daha kuzeyde hakimiyet tesis ettikçe, güneyinden geçen "Şii Hilal" yayının güçlendiğini düşünen Ankara’yı da tedirgin ediyordu. Hatta, geçtiğimiz Ocak ayı başında Bağdat’ta düzenlenen bir suikast sonucu öldürülen Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin adının İdlib’deki cihatçılara atılan bazı roketlerin üzerine yazılması ve sanki onun intikamını alıyormuşçasına bir mesaj verilmesiAnkara’nın tedirginliği de artırmıştı.

Özetle, TSK birliklerinin ve TSK desteğindeki cihatçı muhaliflerin 27 Şubat tarihli İdlib saldırısı akabinde Şii hedeflere yönelik misilleme nitelikli saldırılarına bakıldığında, bunun arkasında Ankara’nın sözünü ettiğimiz tedirginliğinin yeni bir aşamaya taşınmış olması ihtimali de kendisini düşündürüyor. Ayrıca bölgesel güçlerin resmi ağızlarından dile getirilmese de, bölgedeki Selefi cihatçı güçlerle Şiiler arasındaki mezhepsel husumetin sahada uzun yıllardır mevcut olduğu da bir gerçek.  

"Yeşil ışık" yakıldı mı yakılmadı mı?

Ancak şimdi soru, İran’ın bölgedeki nüfuzunu dizginleme yolunda uzun süredir ciddi bir baskıyla karşı karşıya kalan Rusya’nın, 27 Şubat tarihli İdlib saldırısının ardından Ankara’ya sınırlı bir zaman dilimi için de olsa" –sözlü bir mutabakatla veya o anlama gelebilecek sessiz bir onaşmayla- etkisi Şam Yönetimi üzerinde de hissedilecek bir TSK operasyonu için "yeşil ışık yakmış olup olmadığı.

Sahadan sızan spekülatif nitelikli kimi yorumlar arasında, Rusya’nın Türkiye’ye kısa süreli böyle bir "yeşil ışık" yakarak hem "intikam" peşindeki Ankara’nın "gazını almış" olacağını hem de Şii milisleri -sınırlı da olsa- gerileterek hem Tahran’a ham de Şam’a asıl patronun kendisi olduğu, son sözün de kendisine ait olacağı mesajını net olarak vererek bir taşta iki kuş vurmuş olabileceğini dile getirenler de var.

Moskova, İdlib sürecinin pürüzlerle dolu olabilecek ve bölgesel başka sıkıntıların doğmasına sebep olma potansiyeline sahip son dönemecini hele de Ankara gibi çalışması zor bir "partnerle" aşabilmek için başka çare görmemiş de olabilir.

Aslına bakılırsa, Fırat’ın batısında aktif bir hareketlilik içinde olmasa da, ABD Ankara’nın Suriye’nin kuzeybatısındaki performansını, uzun süredir rejimin istikrarsızlığını devam ettirebilme kapasitesi ve İran’ın nüfuzunu zayıflatabilme becerisi üzerinden okuyordu. Ankara’nın da Fırat’ın doğusuna yönelik beklentilerini canlı tutabilmek adına bunların farkında bir tutumla hareket ettiğini ve bunlamda ABD ile işbirliğini tamamen kenara koymadığını biliyoruz.

Bilmediğimiz Rusya’nın Ankara’ya yönelik muradının neleri kapsayabileceği idi. Galiba bu sorunun da cevabını yakın bir zamanda almış olacağız.

Evet, Ankara’nın ABD ile Rusya’nın bu bölgedeki az da olsa örtüşen çıkarlarının kesişim kümesi içinde yer alan bir gerçeklikten hareket ederek bir aksiyon planı geliştirme ihtimali mevcut. Zaten bu bakış açısını daha evvelki operasyon planlarında da çok defa gözetti Ankara. Ama bu son seferde Rusya’nın da buna "yeşil ışık" yakıp yakmadığını, yaktıysa işin nereye kadar gideceğini ve Ankara için ne derinlikte bir "güvenli bölgede" anlaşılacağını, ve tabii bu arada Tahran’ın bu süreçten ne ölçüde zarar ile çıkacağını zaman gösterecek.

Tek dilediğimiz, bütün bu süreçlerin tek bir insanın daha hayatını kaybetmesine yol açmadan bir an evvel bölgeyi barışa ulaştırması!


twitter: @akdoganozkan

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"