28 Mart 2022

Demir Perde 2.0

Ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, Ukrayna Savaşı, bir yandan Demir Perde’nin bir yandan da Berlin’in küresel denkleme dönüşlerini haber veren bir seyir izliyor.

Ukrayna Savaşı –eğer komşu coğrafyalara ateşini taşımaz ve – Avrupa’da göreceli de olsa yeniden bir barış atmosferi hâkim olursa, çatışmalar ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, dünyada 24 Şubat öncesiyle kıyaslanıldığında belli başlı üç şey değişmiş olacak gibi duruyor. Bir başka deyişle Ukrayna Savaşı, muhtemelen şu üç sonucun üretilmesine yol açarak sonuçlanmış olacak: Demir Perde 2.0; Berlin’in Denkleme Geri Dönüşü; Çin İçin Kurşunsuz Kazanılmış Tecrübe.

Şimdi bunları açalım…

1) Demir Perde 2.0

Avrupa’nın jeopolitik güç dengesindeki yeni bir aşamaya işaret eden “Demir Perde” metaforu ilk kez Britanya’nın II. Dünya Savaşı yıllarındaki Başbakanı Winston Churchill tarafından savaş sonrasında kullanılmıştı. Churchill, ABD’nin Fulton (Missouri) kentinde 5 Mart 1946 tarihinde yaptığı ve ABD ile Sovyetler Birliği liderliğindeki bloklar arasında yaşanacak Soğuk Savaş’ın da başlangıcına işaret ettiği düşünülen tarihi konuşmasında şöyle demişti:

“Baltık kıyısındaki Stettin’den Adriyatik'teki Trieste'ye kadar Avrupa'nın bir başından öbürüne bir Demir Perde çekildi. Orta ve Doğu Avrupa'nın tüm başkentleri bu perdenin ardında kaldı. Varşova, Berlin, Prag, Viyana, Budapeşte, Belgrad, Bükreş, Sofya, tüm bu ünlü kentler ve barındırdığı nüfuslar artık Sovyet nüfuz alanında bulunuyorlar. O kadarla kalmıyor, birçoğu doğrudan Moskova tarafından denetleniyor, yönetiliyorlar,” diyordu. Farklı jeopolitik güç blokları arasında ayırıcı bir bariyerin adıydı artık Demir Perde.

Sovyetler Birliği’nin 1991’deki çözülüşü, Stettin’den Trieste'ye çekilen perdenin kalkacağının en büyük sinyali oldu. Varşova Paktı’nın ilgası ve ardından Batı Avrupa merkezli bir yapı olan Schengen bölgesinin Orta ve Doğu Avrupa’daki pek çok ülkeyi de içine alacak şekilde genişlemesiyle birlikte, Perde tarih sahnesinden çekiliverdi.

Bugün Avrupa’nın o güvenli birliktelik döneminin sona ermekte olduğunu görüyoruz. NATO’nun özellikle 2015 sonrasında Demir Perde’yi yeniden yükseltme yönünde artan çabaları ilkin Washington’un Sovyetler Birliği ile ABD arasında Avrupa'daki nükleer savaş riskini azaltmaya yönelik olarak 1987’de imzalanmış INF anlaşmasından çekilmesiyle sonuçlandı. Böylece Avrupa bir güvenlik mimarisinden yoksun kalmış oldu. Ukrayna’da yaşananlar ve 24 Şubat’ta patlak veren topyekûn savaş ise adeta perdenin yeniden çekilme sürecindeki gürültülü gongu çalmış oldu. II. Dünya Savaşı sonrasında kuzeyden güneye, denizden denize çekilen o perde bu defa, Baltık kıyısındaki Stettin'den Adriyatik'teki Trieste'ye inmiyor. Bu kez sınırlar daha doğuya ötelenmiş görünüyor. Savaşın şu anki gidişatını göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki, yeni “demir perde” (Demir Perde 2.0), Avrupa içlerine bir kale gibi uzanan Rus toprağı Kaliningrad’ın Baltık sınırlarından başlayarak 1991’de Moldova içinde tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiş –nüfusunun büyük çoğunluğu da Rus pasaportu taşıyan- Transdinyester’i takip edecek ve Rus nüfusun yine önemli bir yekûn teşkil ettiği Odesa yakınlarından Karadeniz’e iniyor olacak.

Perdenin coğrafi sınırlarını bu ifadelerimden daha ayrıntılı şekilde görmemize olanak tanıyan bir harita, geçenlerde İtalyan Repubblica gazetesinde yayınlandı. NATO ile Rusya Federasyonu’nun sınır coğrafyalarındaki askeri üslerinin de konumlarına yer veren bir harita yapınca, zaten o imajiner “demir perdenin” çekileceği hattı da görebiliyorsunuz. Nitekim, İtalyan aylık jeopolitik dergisi Limes’ın kartografya uzmanı Laura Canali imzasını taşıyan harita, böyle bir çalışma olmuş. Repubblica’da yer verilen haritaya göre, Rusya Federasyonu’nun etki alanını da tarif eden hattın kuzeydeki uç noktasında, Kaliningrad bulunuyor. Güzergâh buradan başlayarak Transdinyester’in başkenti Tiraspol’den geçiyor ve Odessa’nın doğusuna yakın bir yerden Karadeniz’e iniyor. Bu hat, muhtemelen Rusya’nın “kırmızı çizgisini” belirgin kılan bir hat olacak.

 Tabii ona paralel, daha batıda bir de NATO hattı var. İkisinin arasında da belki “perdenin çekileceğini” söyleyebileceğimiz bir tampon bölge, yani askerden yarı arındırılmış bir ara bölge yer alıyor olabilecek.

NATO coğrafyasının Baltık’taki uç noktası, Polonya’nın Danzig (Gdansk) şehri olacak gibi görünüyor. Canali’nin çizdiği hat buradan başlayarak Ukrayna’nın doğusundaki Yavorovski’nin yakınından geçiyor ve NATO üyesi Romanya’nın Köstence şehri yakınlarında Karadeniz’e iniyor. Neden Yavorovski? Hatırlanacağı gibi, Ukrayna saflarında savaşmak üzere Avrupa’dan gelen paralı askerler burada toplanmış ve Rusya buna izin vermeyeceğini söylercesine hemen vurmuştu. Peki neden Köstence? Çünkü Köstence yakınlarında Romanya’nın -ABD askerlerinin de konuşlandırıldığı- Karadeniz kıyısındaki Mihail Kogalniceanu Hava Üssü bulunuyor.

Ukrayna Savaşı umalım ki, böyle bir kamplaşma ve perdeyle sonuçlanmasın. Ancak tutturulan yol, gidilen istikamet -ucu bucağı şöyle ya da böyle ötelenir ama- böyle bir perdeye bizi çıkaracak gibi gösteriyor.

2) Berlin’in denkleme geri dönüşü

Ukrayna’daki savaş Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nda indirildiği askeri tarih sahnesine yeniden çıkışını da ivmelendirmiş oldu. Bunun orta ve uzun vadede nasıl etkileri olacağını bugünden kestirmek güç. Ancak Almanya, silahlı kuvvetlerini birkaç kuşak sonra yeniden Avrupa’daki stratejik denklemin bir parçası yapma kararı almış görünüyor. Merkel sonrası şartların ve Avrupa’nın en büyük savaş kışkırtıcı partilerinden Yeşillerin de katkısıyla, Berlin artık silahlanmasına hız veriyor. “Dünya artık önceki dünyayla aynı değil” değerlendirmesini yapan Şansölye Olaf Scholz liderliğindeki Almanya, bu doğrultuda, 27 Şubat tarihinde silahlanma projeleri ve güvenlik temelli yatırımlar için ilk etapta 100 milyar dolar harcayacağını açıkladı. Bununla da yetinmedi, “bu büyük bir milli çaba” diyerek bundan böyle her yıl gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 2’sinden fazlasını askeri yatırımlara yönlendireceğini kaydetti. Almanya 2021’de milli gelirinin yüzde 1,53’ünü savunma harcamalarına ayırıyordu. Bu, yüzde 30’un üzerinde bir artış demek.

Tornado tipi savaş uçaklarını da F-35’lerle yenileyecek Almanya.

Kısacası, 4,2 trilyon dolarlık milli gelire sahip olan Almanya’nın savunma harcamaları bir süre sonra Rusya’nın önüne geçecek. Savunma harcamalarının milli gelire oranı açısından dünyanın 7. büyük ülkesi olan Almanya, böylece bu sıralamada dördüncü, hatta belirli bir vadede ABD ve Çin’in arkasından 3. sıraya yükselecek.

Böylece, Almanya’nın Rusya ile son yıllarda giderek gelişen karşılıklı bağımlılık ilişkisi Ukrayna Savaşı’nı takiben Washington’un baskısıyla sonlandırılmış oluyor. Ancak durum bununla da sınırlı kalacak gibi görünmüyor. Almanya, ABD’nin -Çin ile askeri sahadaki rekabetinde- en büyük partnerlerinden biri olarak öne çıkartılıyor. Hatırlanacağı üzere, Avrupa Birliği’nin bu lider ülkesi, Rusya ile arasındaki Nord Stream 2 doğal gaz boru hattı projesini sonlandırmakla kalmadı, doğalgazda Moskova’ya yönelik bağımlılığını azaltmaya dönük başka radikal kararlar da aldı. Buna göre, Almanlar biri Brunsbüttel’de diğeri ise Wilhelmshaven kentinde iki sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) terminali inşa edecek ve ayrıca doğal gazın yanı sıra bir kömür ve gaz rezervi de oluşturacak. Tabii eğer Almanya’nın bu maliyetli değişim sürecine, Ukrayna Savaşı’nın sonlanması ya da askıya alınması akabinde yeni hükümetler tarafından fren konulmaz ise.

Dolayısıyla, NATO içinde de askerî açıdan daha önemli bir rol üstlenecek Almanya’nın, ilişkilerini güçlendirme çabasında olan Çin-Rusya bloğu karşısında ABD (ve İngiltere) ile birlikte dikilmeye başlayabileceğini söylemek mümkün sanıyorum. Bunun pratikteki karşılığı bugün net değil belki. Ama kesin olan bir şey var ki, Almanlar bir aralar “beyin ölümü” konuşulan NATO’yu kıymetli bir “hayat öpücüğüyle” yeniden hayata döndürüyorlar.

Benzer bir değişimi İtalya için de söyleyebiliriz, sanıyorum. Zira, İtalyan parlamentosu da 1,57 civarında seyreden askeri harcamalarının milli gelire oranını Almanya gibi yüzde 2’nin üzerine çıkarma kararı aldı. Bunun da anlamı, Almanya’nın en önemli ticari ortaklarından biri de olan İtalyanların da direksiyonu Washington’un işaret ettiği istikamete doğru kırarak gelişen Çin-Rusya ittifakının karşısına Amerikalılarla ve Almanlarla birlikte dikilecek olmaları.

Bütün bu gelişmeler Avrupa’nın ABD ile ilişkilerinde vasallaşmasını beraberinde getirebilecek (ya da artıracak) bir potansiyel taşıyor. Ancak bu gelişmelerin söz konusu ülke toplumları içinde de temel bulması, destek görmesi gerekli. Bu temelin ideolojik taşıyıcı unsurlarının kimler ve neler olacağını, toplumlardaki overton penceresinin siyasetçiler tarafından nasıl bugün radikal diye nitelenen grupları da içerir hale getirileceğini şu aşamada tam olarak bilmiyoruz. Avrupa genelinde artan yabancı düşmanlığı ve mülteci krizleriyle büyüyen ırkçılığın, Ukrayna Savaşı paralelinde serpilmesi sağlanan “beyaz üstünlükçülük” temelli grupların büyüyen varlığıyla yumuşatılması sağlanacak mı? Ukrayna Savaşı bu anlamda, Avrupa’da neo-Nazi temelli yapıların Avrupa içinde de “kullanışlı” hale getirilmesi yolunda daha rahat koşulların oluşturulmasıyla sonuçlanacak mı, kesin olarak bilmiyoruz henüz.

3) Çin için kurşunsuz tecrübe:

 Ukrayna Savaşı’nın kaçınılmaz sonuçlarından biri de Çin yönetimi için ihtilafa dahil olup kurşun atmadan, hatta “parmağını bile sokmadan” edindiği muazzam bir tecrübeyi hanesine yazması oluyor, olacak. Malum, ABD Başkanı Biden’ı jeopolitik ihtilaflar bağlamında bir de “Tayvan Meselesi” bekliyor. Pasifik Okyanusu’nun dar geçitlere ve boğazlara bağlandığı “daralma noktalarının” en önemlilerinden biri olarak öne çıkan Tayvan, kimilerince “Pasifiğin karadeliği” olarak da anılıyor. II. Dünya Savaşı’nda Japonya’nın işgaline maruz kalan Tayvan, işgalin sona erdiği dönemde ülkeyi ABD ve İngiltere’nin desteğiyle yöneten Milliyetçi Parti’nin (Kominteng) himayesine verilmiş bir Çin coğrafyası. Kültür Devrimi ile 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan eden Mao Zedung yönetimindeki Çin Komünist Partisi, belki iç savaşın bitiminde ana karada hakimiyet tesis etti ama adada egemenlik sağlayamayınca, Tayvan (Milliyetçi Çin) bağımsız bir ülke gibi hareket eder hale geldi.

Ancak Tayvan, Birleşmiş Milletler tarafından bağımsız bir ülke olarak kabul edilmemiş, hatta BM Genel Kurulu, 1971 yılında Pekin hükümetini Çin’in tek meşru temsilcisi kabul etmişti. Bugün Tayvan, dünya üzerindeki 193 ülkeden sadece 14’ü ve Vatikan tarafından tanınıyor. Büyük devletlerin hiçbiri tarafından tanınmıyor. Türkiye de tanımış değil.  ABD de Tayvan’ı 30 yıl süreyle tanıdı belki ama 1979’da bu kararından geri adım attı. Washington, buna rağmen bugün Tayvan’ın en önemli uluslararası destekçisi ve silah tedarikçisi olmayı sürdürüyor.

Tayvan yönetimi, son zamanlarda “Çin bizi 2025’e kadar işgal edecek” diye bağırıp duruyor. ABD ise hem bu ülkeye artan bir silah sevkiyatı içinde, hem de Çin ile ihtilafında Tayvan’a örtülü güvenlik garantileri veren bir pozisyonda. Bu durum da neticede Beijing - Washington arasındaki ilişkileri kademe kademe gererek “savaş korkusuna” sebep oluyor. Dünyanın bu bölgesindeki filmin adı “Çin, Tayvan’ı işgal etti, edecek.” Bu durumda “kıyamet kopar” deniyor. Çünkü ABD, Pasifik’teki stratejik çıkarlarından kolay kolay vazgeçmeyeceği için, nüfusunun yüzde 95-97’si zaten Çinli olan ve BM nezdinde resmen Çin’e ait olan adanın Beijing otoritesine geçmesine izin vermeyecek. Pek çok uluslararası siyasi gözlemci böyle değerlendirme yapıyor.

Pasifik’te hal böyleyken, şimdi o Çin, Rusya’nın Ukrayna topraklarındaki askeri operasyonu karşısında ABD’nin nasıl aksiyonlar aldığını çok iyi görme fırsatı buldu. Eminim, “40 milyonluk koca bir Avrupa ülkesini, deyim yerindeyse, ‘Avrupa’nın ekmek sepetini’ bile Ruslara karşı savunmamış – sadece “sen aslansın, seni kesseler acımaz” benzeri gazlarla (!) ve son derece sınırlı silah güce sevk etmekle yetinmiş- bir Washington, Tayvan için hele de karşısına Çin gibi bir dev dikildiğinde ne yapabilir ki” diyenler de oluyordur. Ama mesele o değil tabii. Mesele, Beijing yönetiminin, ABD’nin böyle bir krizde nasıl bir ekonomik savaş yürüterek Rusya’yı “cezalandırdığını” görmüş olması. Mesele, Çin’in yaptırımlar bahsinde Ukrayna’da şapkadan neler çıkarıldığını görmüş, kimin Washington’un yanında yer aldığını, kimin yer almadığını izlemiş ve önümüzdeki dönemde ne önlemler alması gerektiğini daha iyi kavramış olması.

Hatırlanacaktır, Ukrayna Krizi’nde Batı’nın Moskova’ya uyguladığı belki de en büyük yaptırım, yurt içi döviz piyasasında önemli bir rol oynayan Rusya’nın Merkez Bankası varlıklarının dondurulması oldu. Belki birçok bölge uzmanı ABD’nin bunu yapacağına, Avrupa’nın da böylesine büyük bir yaptırımda Washington’un yanında yer alacağına ihtimal vermemişti. Az değil, ABD, Rusya Merkez Bankası’nın 300 milyar doları bulan varlıklarını dondurma kararı almıştı. Kim bir ülkenin yabancı para rezervlerinin yarısı tutarında bir rakamın bir gün bu şekilde dondurulabileceğine ihtimal verebilirdi ki? Harvard Üniversitesi iktisat Profesörü Kenneth Saul Rogoff, yapılanın ikili karakterini görebilen bir isim: “Önemli bir Merkez Bankasının varlıklarını dondurmak, [tehlike anında] camı kırmaya benzer bir olağanüstü davranış. (…) Ancak hem Rusya’nın Avrupalılar istediği için boru hatlarından gaz pompalamaya devam etmesini, ekmeklerini göndermesini isteyeceksin, ama bir yandan da onun karşılığı olan parayı almasını zora sokacaksın.

Rogoff, bu yüzden yapılanı “iğneye iplik geçirme” denemesi olarak değerlendiriyor ve bunun Çin ile olası bir ihtilaftaki karşılığını da düşünmeye çalışıyor:

 “Uzun vadede küresel ekonomideki doların başat konumuna açılan büyük resme baktığınızda, ki inanın bana Çin bakıyor, onların 3 trilyon dolar civarında dolar rezervleri olduğunu görürsünüz. Ve bir gün benzer bir askeri operasyonu Çinliler Tayvan’da yapabilir. Şimdi kendilerine böyle bir yaptırım gelmesi durumunda bunu nasıl göğüsleyeceklerini düşünüyorlar. Bunun sonunda alacakları kararın doların hakimiyetindeki küresel ekonomi için, uzun vadede çok ciddi, çok büyük sonuçları olacaktır.”

Tekrar edelim… 2020 yılında Tayvan’a 1,8 milyar dolarlık silah satışını onaylamış ve bu ülkeye 135 hassas güdümlü seyir füzesi, hafif seyyar roket rampaları, savaş uçaklarına monte edilebilen hava keşif sensör sistemleri sevk etme kararı almış ABD, “Çin 2025’e kadar beni işgal edecek” diyen Tayvan’a “biz arkandayız” deyip duruyor. Kime karşı? Uluslararası piyasalarda 3 trilyon dolarlık rezervi olan, yani rezervlerini ABD’nin küresel ekonomik başatlığının simgesi olan dolarda tutmuş olan Çin’e karşı! Günü geldiğinde, o 3 trilyon dolar için “Çin’in elinde finansal Kitle İmha Silahı” (!) var denmeyecekse, Washington’u epey zor bir ikilemin beklediğini söyleyebiliriz.

Çin için ise, stratejisini Ukrayna krizinde yaşananlardan, tanık olduklarından süzdükleri ve süzecekleri deneyimle kurgulama fırsatı beliriyor. Bazı siyasi analizlerde dikkat çekildiği üzere, Tayvan meselesinin yeniden ısınmasında Çin’in ekonomik ve askeri yükselişini zayıflatma arayışındaki ABD’nin, Japonya, Avustralya ve Hindistan ile bir araya gelerek oluşturduğu “QUAD” (Quadrilateral Security Dialogue) ortaklığını Hint-Pasifik’in NATO’su olmaya aday hale getirme çabalarının ve de bölgede artan çok-uluslu deniz tatbikatlarının payı var. 

Tabii Çin’in bölgede ekonomik olarak üslendiği rolü ikame edecek geçerli bir stratejik reçete geliştirmeden, Hint-Pasifik bölgesinde etkili bir güç dengesini askeri olarak sağlama çabası nasıl sonuç verir, koca bir soru işareti.

Üstelik Çin, Ukrayna’dan süzdüğü dersler doğrultusunda ABD’yi böylesi hedeflerinde yalnızlaştırmak için de adımlarını sıklaştıracaktır. Bu kısa süre zarfında gözlemlediğim, Beijing’in, dünyanın 6. büyük ekonomisi olan ve bir zamanlar “ABD ve Batı ile ilişkilerini güçlendirmesi Çin'in endişe duymasına yol açıyor” diye düşünülen Hindistan’ı yanına çekme doğrultusunda son haftalarda ciddi bir çaba içinde olduğu. Üç bin 500 km’lik sınırla birlikte dünyanın en büyük ordularına sahip iki komşu ülke, Çin ve Hindistan, bu kısa zaman zarfında, aralarındaki ihtilaflı sınır hattında yaşanan gerilimde geçici de olsa bir uzlaşma yoluna gittiler. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Pakistan, Afganistan ve Nepal’i kapsayan Güney Asya turnesi kapsamında Yeni Delhi’ye de geçti. 2020’de yaşanan ve 20 Hintli, 4 de Çinli askeri ölümüyle sonuçlanan sınır çatışmaları sonrasındaki ilk sürpriz ziyaretinde Wang Yi, Hintli mevkidaşı Subrahmanyam Jaishankar ile bir görüşme yaptı. Bir diğer gerçek de, Hindistan’ın, Ukrayna krizinde Rusya’yı eleştirmekten ve işgali kınayan BM karar taslağına olumlu oy vermekten geri durduğu.

Uzun lafın kısası, ABD Ukrayna’dan sonra Tayvan Meselesini kaşımak, Çin’i de bir bir askeri ihtilaf akabinde yaptırımlarla boğmayı planlıyorsa, artık karşısında çok daha hazırlıklı ve tek bir kurşun atmadan, elindeki finansal Kitle İmha Silahı (!) ile dünyayı yakabilme gücüne sahip bir Beijing bulacaktır. Bu durumda, ABD için bu yüzleşmenin şimdiden Biden’dan sonraki bir döneme ertelenmiş olduğunu söylersek, sanırım yanılmış olmayız.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD’nin savaşı kimle olacak?

Geçen hafta yeni Başkan Trump’ın ne olmadığını açıklamaya çalışmıştık. Bu hafta “yeni” ABD’nin 20 Ocak 2025’ten itibaren asıl savaşının kiminle olacağını öngörmeye çalışalım.

“Masum” liberallerin gözyaşları ve pragmatik plütokrat

Orta Doğu’nun ateşe verilebileceği, büyük bir bölgesel savaşın kapısının aralanabileceği çok kritik bir dönemeçte iken İran ile zamanında yapılmış anlaşmadan ABD’nin imzasını çekmiş, Avrupa’yı güvenlik mimarisinden uzaklaştırmış bir lider Beyaz Saray’a geliyor. Bu ateşin sönümlenmesi hiç de kolay görünmüyor. Umalım ki dünya 2025’te kürekleri biraz daha barış istikametinde çeksin!

Muhammed’in 117 cenazesi, ABD’nin B52’leri var

Gazze’de 118 kişilik bir sülalenin ayakta kalan tek üyesi Muhabbed Nebil, İsrail bombardımanlarında hayatını kaybeden 117 akrabasını aynı gün enkaz altından çıkarıp toprağa vermenin acısını yaşarken ABD’nin B52 stratejik bombardıman uçakları da İsrail’e destek için bölgeye geldi

"
"