Madrid'de düzenlenen 32. NATO Zirvesi’nin en kayda değer sonucunu, “İttifakın güvenliğine yönelmiş en önemli ve en doğrudan tehdidin” ilk kez açıkça “Rusya” şeklinde belirtilmiş olması şeklinde görenler olabilir. Ancak sanıyorum en önemli ve üzerinde en çok durulması gereken sonuç, üyelerinin mutabık kaldığı Strateji Belgesi’ndeki 22. maddede altı çizilen, “nükleer silahlı rakiplere karşı savaşmaya” hazırlanıldığı ifadesi. Britanya ordu komutanın içinde bulunduğumuz durumu 1937 yılındakine benzeterek bir Dünya Savaşı anıştırması yapması ve zamanı iyi kullanmamız gerektiğini söylemesi de bu hazırlığın tescili gibi.
Ancak “Dünya Savaşı” meselesine gelmeden önce Madrid Zirvesi’nde benimsenen belgede tam olarak neyin hazırlığından söz edildiğine bakmakta yarar var:
11 sayfalık NATO Strateji Belgesi’nin 6. sayfasında yer alan 22. maddede, “nükleer silahlı rakiplere karşı yüksek yoğunluklu, çok-alanlı savaşım” için “tek tek üyeler ve ittifak olarak elimizin altındaki tüm kuvvetleri entegre bir komuta yapısıyla devreye sokmaktan” bahsediliyor.
Bunun için de, “NATO kuvvet yapısını güçlendirecek ve modernize edeceğiz. Eğitimi ve tatbikatlarımızı güçlendirecek, karar verme süreçlerimizi uyarlayacak ve düzene sokacak, planlamamızı geliştirecek ve krizlere müdahale sistemimizi daha etkin hale getireceğiz,” deniliyor.
Neden peki? Ne için bütün bunlar?
Dokümanın “stratejik ortamı” irdelediği 3. sayfada NATO’nun 10 yıl önceki strateji belgesinden farklı olarak, “Avrupa-Atlantik bölgesinde barışın hâkim olmadığının” altı çiziliyor. Dikkat ederseniz, “Avrupa-Atlantik bölgesinde savaş hakimdir” demiyor belge, ona bir adım kala duruyor ve “barış yok” diyor. Yani, aslında NATO’nun Avrupa’daki üyelerini çok ürkütmeden, dolaylı olarak “savaş var” demesi sağlanıyor. Bu yüzden de ancak “entegre bir komuta yapısıyla” karşılık verilebileceğinden söz ediliyor.
“Arkamda hizalanın” çağrısı
Bu dolaylı ifadenin sebebi belli: NATO ittifakı içinde yer alan ülkelerin hiçbiri tek tek Rusya’ya savaş filan ilan etmiş değil. Daha açıkça yazalım: Rusya ile doğrudan savaşan bir NATO üyesi ülke yok. Ancak İttifak kendisini “savaşta” görüyor. (Haksız da değil, ortada bir savaş var ve bu NATO’nun da dahil olduğu bir proksi savaşı.) Ve “nükleer savaşı da gözetecek şekilde elinizi cebinize atın ve arkamda hizalanın” demeye getiriyor.
Bu, tek tek ülkelerin savunma iradelerinin ortak komuta mekanizmalarına devrini arzulamak gibi bir şey. “Stratejik ortam” nedeniyle tek tek ülkelerin çıkarlarının önüne geçen “ortak çıkarları” belirleyici kılarsanız yarın bu arzunuza ulaşmakta çok zorluk çekmezsiniz.
Nitekim, saydım, 2022 belgesinde “ortak” (paylaşılan-shared) sözcüğü 9 yerde geçiyor. 2010’daki strateji dokümanında ise “bu” sözcük 3 kez telaffuz edilmişti.
Türkçesi: NATO diyor ki, “artık ben, sen, o yok, biz varız!”
Washington’un Ankara’ya Finlandiya ve İsveç’e yönelik tutumu için “uzatma, artık üçe beşe bakma, kaldır o itirazını, büyük bir hazırlığımız var BİZİM, gel konuşalım hatta” der bir hava takınmasının sebebi de o.
Kime karşı peki?
10 yıl önce “ortak/partner” olarak görülen, bugün ise “tehdit” olarak değerlendirilen Rusya’ya karşı, bunu biliyoruz. Ama belgeden anlıyoruz ki, bu yeterli görülmemiş, çünkü daha ilk satırlardan “karşı karşıya olduğumuz tehditler küreseldir ve birbiriyle bağlantılıdır” deniyor.
Bağlantı nerede peki ve neyin bağlantısı?
“Ah o Çin yok mu!”
Tabii ki Çin-Rusya arasında ve Avrupa’yı da içerecek noktaya doğru ilerliyor. Bu nedenle de, Çin-Rusya ortaklığına dikkat çekilen belgede, “Çin Halk Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasında derinleşen stratejik ortaklık ve kurallara dayalı uluslararası düzeni müştereken bozmaya yönelik girişimler, değerlerimize ve çıkarlarımıza aykırıdır,” deniliyor.
Yani, belgeye hâkim hava şöyle özetlenebilir kanımca: “Bu ikisi ticari işbirliğini öyle istemediğimiz noktaya vardırdılar ki, Avrupa’yı da kendilerine iktisaden bağımlı kılacaklar neredeyse. Buna müsaade etmeyiz, Gerekirse nükleer silahlarımızla karşılık vermeyi de biliriz!”
Peki Çin nerden bu tehdidin bir parçası oluyormuş?
Çünkü, “belli başlı teknolojik ve endüstriyel sektörleri, kritik altyapıları ve stratejik malzemeler ile tedarik zincirlerini kontrol ettiği için. Ekonomik üstünlüğüyle etki alanını genişlettiği” için. Öyle deniyor belgede.
Farkındaysanız, belgenin ruhunu kavramak için, öyle “satır aralarını okumaya” filan gerek yok. Neredeyse her şey açık açık, hatta katır kutur ifade edilmiş.
Peki NATO’nun baktığı yerden, dünyayı tehdit eden ve ortak (!) mücadele edilmesi gereken sorun, Çin’in Rusya ile yaptığı stratejik işbirliği sayesinde Avrupa’ya da ticareten kolayca inebiliyor olması mı? Dünyayı tehdit eden ve büyüyen bir açlık, yoksulluk yok mu? Savaşla yerle bir edilip bitirilmiş ve açlığın, yoksulluğun pençesine itilmiş ülkeler yok mu? Yok mu güneyin kuzeye hızlanan ve insanlığı utandırması gereken büyük göçü?
Tabii ki yok! Çin ile Rusya’nın derinleşen stratejik ortaklığı var! Tehdit o!
“Nükleer savaşı da gözetecek şekilde elinizi cebinize atın ve arkamda hizalanın” demeye getirilirken, görülen sadece o. Gelin, hizalanın, trilyonlarca doları savaşa gömelim, çağrısı var.
Bu arada, 2008’den bu yana Rusya’nın yaptığı “ulusal güvenliğime yönelik tehdit sayarım” uyarılarına aldırış etmeden sürdürülen NATO’yu doğuya doğru genişletme çabaları, “tarihsel başarı” olarak sunuluyor belgede. Evet, herhalde “düşmanı” harekete geçirme, Ukrayna’yı işgal ettirme ve Avrupa’yı resesyonun eşiğine getirme fonksiyonunu başarıyla yerine getirdi bizim bu NATO vizyonumuz, diye düşünülüyor olmalı. “Başardık, hadi şimdi arkamda hizalanın, ekibi topluyoruz,” deniyor.
Büyük Savaş’a 2 yıl mı kaldı?
İlk hizalanan, daha doğrusu bu “çağrıyı” gür ve tona ton katan ekosu ve Avrupa’nın anlayacağı lisan-ı münasip ile ilk yansıtan, her zaman olduğu gibi Britanya oldu. Britanya’nın yeni Genelkurmay Başkanı General Patrick Sanders, içinde bulunduğumuz durumu Adolf Hitler’in II. Dünya Savaşı öncesi Avusturya’yı ilhak ettiği yıldakine benzeterek, açıkça “seferber olmalıyız,” dedi. Yani Sanders, Büyük Savaş’a 2 yıl varmış gibi konuştu.
Sanders, merkezi Londra'da bulunan Royal United Services Institute (RUSI) adlı savunma ve güvenlik çalışmaları yürüten İngiliz düşünce kuruluşunun yıllık konferansında, 1939-1945 arasında süren II. Dünya Savaşı’nı da anımsatarak bakın neler dedi:
“Bu bizim 1937 anımız. Savaşta değiliz, ancak bölgesel genişlemeyi kontrol altına alamamaktan ötürü savaşa girmemek için hızlı hareket etmeliyiz. Artık ordu, bugünün tehdidini karşılamak ve böylece Avrupa'da savaşı önlemeye yönelik seferber olmak için tek bir odak noktasına sahip olacak."
Afganistan’ı, Irak’ı, Libya’yı, Suriye’yi, Yemen’i yerle bir eden irade, “Çin bağlantısının Rusya üzerinden Avrupa’ya uzanma” sürecini tersine çevirmek için hedef büyütüyor. Avrupa’dan Pasifik’e uzanan geniş bir coğrafyada “tehdit” imal ediyor, onu konsept haline getirerek bir aralar “beyin ölümünün” gerçekleştiği ileri sürülen NATO’ya muazzam bir “hayat öpücüğü” ve yeni bir “varoluş nedeni” veriyor, sonra da müttefiklerine hazırlanmak üzere süre veriyor. Ardından da üyelere muhtemelen yeni savaş bütçesi hedefleri gelecek, “Pasifik’teki ortaklar ile işbirliği” genişletilecek. Geri sayım başlatılacak. ABD ve NATO ile son dönemde limoni bir ilişki içinde olan Türkiye’nin de işi ciddi olarak zorlaşacak, çok zorlaşacak.
Durum böyle olunca insanın aklına ilk gelen soru şöyle oluyor: “N’oluyoruz? Gerçekten de Büyük Savaş’a 2 yıl mı var?”
İkincisi de şu: Yok mu kıyamet çağrıları yapan “NATOkalips” vizyonuna dur diyecek bir örgütlü yapı Avrupa’da?
Birinci sorunun cevabını bilmek imkânsız. Ama ikincisi için de, akıllardan krizlerin, savaşların yükünü en ağır yaşayan işçi sınıfını ve genel olarak çalışan kesimleri temsil eden sendikalar ve meslek birlikleri geçiyorsa, tarihte her zaman güzel örnekler olmadığını unutmamak lazım. II. Dünya Savaşı başladığında Avrupa’da sendikaların hükümetlerle nasıl işbirliği yaptıkları, üretimin organize edilmesinden işbölümünün yeniden düzenlenmesine, üretim hedeflerinin tayininden genel planlamaya kadar nasıl savaşçı yapıların uzantısı haline geldikleri halen hafızalarda.