Bundan neredeyse yarım asır kadar önce, yakıcı bir temmuz güneşinin tahakkümü altındaki bir öğlen vakti İztuzu kumsalına Yunan bandıralı, 14 m. boyunda, Bouboulina isimli bir tekne yaklaşıyordu. Türkiye’nin batı sahillerinin bugünlerle kıyaslanamayacak ölçüde sakin olduğu zamanlardı. Ancak bölgede bugün gibi dün de kuvvetli soluğanlarıyla tekneleri sallayan sular Akdeniz’in Köyceğiz Gölü’ne kavuştuğu lagün ağzına yaklaştıkça şiddetini artıran dalgalar oluşturuyordu. Kızıl Burun önlerinden başlayıp, Köyceğiz Koyu’nun içlerine uzanan su üstü ve altı kayaları da denizcilere ayrıca zorlu anlar yaşattığı için teknedekilerin dikkatli olmaları gerekiyordu. Çalkantılı lacivert sular üzerinde bir yunus gibi alçalıp yükselerek ilerleyen Bouboulina ekibi hız kesebilmek için başını rüzgâra doğru çevirerek yelkenlerini boşalttı. Sığ sulara varmadan çapasını suya indirmişti. Rodos’tan hareketle Marmaris üzerinden Köyceğiz koyuna ulaşan teknede sıra dışı kişilikleriyle öne çıkan, biri kadın olmak üzere üç kişi vardı.
Bouboulina’nın sahibi, 53 yaşındaki Essexli, June Haimoff isimli, varlıklı bir aileden gelen bir İngiliz kadındı. Kışları İsviçre’nin kayak merkezlerinden Gstaad’da, yazları ise Akdeniz’de gezerek geçiren, dünya jet sosyetesinin de yakından tanıdığı bir isimdi June. Müzik, dans ve bale eğitim almış, İsviçre’de sanat galerisi açacak kadar da resim sanatına tutkun, serüven ruhlu biriydi. Teknenin kaptanlığını sevgilisi Hansi yapıyor, ona Yeni Zelandalı miçoları Reg yardımcı oluyordu.
Yaklaştıkları coğrafyanın arkaplanını dağların yemyeşil ormanlarla kucaklaştığı, adeta bir cennet tasviri oluşturuyordu. Hemen önlerinde ise dalyanların kurulu olduğu enfes güzellikte bir sahil uzanmaktaydı. Gelgelelim, burası Ege ve Akdeniz’de gördükleri başka yerlere benzemiyordu. Dürbünle kıyıyı inceleyen Reg şaşkınlığını, “Akdeniz gibi değil, Malezya ya da Filipinler’e benziyor,” sözleriyle dile getirdi. June için ise bu bir “ilk görüşte aşk” deneyimi idi.
Yerel halkın özellikle göçmen balıkları avlamak için kurdukları kazıkların üzerindeki derme çatma kulübeleri ve kıyıdaki barakaları uzaktan bir şeye benzetemeyen Bouboulina üyeleri, “haydi gidip bir yakından bakalım” diyerek teknenin küçük sandalına bindiler. Bir süre sonra kendilerine yaklaşan altı düz iki nehir teknesi önlerine düşerek bu etraflarına hayranlıkla bakan ekibe kılavuzluk etti. Kılavuzların sayesinde delta ağzından geçen ekip bulundukları coğrafyanın, bir labirenti andıran Dalyan’ın her bir ayrıntısına heyecanla ve mutlulukla bakıyorlardı.
Kısa süre sonra o iki tekneden birindeki yerel rehber Abidin Kurt ile anlaşmış ve Kaunos antik kentini gezmeye başlamışlardı bile. Özellikle kaya mezarları, hayranlıklarını bir kat daha artırmıştı.
O akşam yorgun argın teknelerine döndüklerinde, Hansi June’un kulağına eğilerek “aşka uygun bir yer” diye fısıldadı. June, kollarını sevgilisinin omzuna atarak tekrarladı: “Evet, aşka uygun bir yer, geri dönülecek bir yer.”
1975 yılında yaşanan bu “ilk görüşte aşk” hikâyesinden tam 8 yıl sonra İztuzu kumsalına geri döndü June. Geçen süre zarfında sosyetik yaşamını idame ettirecek kaynakları tükenmiş, Gstaad’daki dağ evinin yanı sıra Bouboulina’yı da satmak zorunda kalmış, bu arada sevgilisi Hansi’den de ayrılmıştı. Artık 61 yaşında olan June’un bölgedeki ilk durağı bu kez de Marmaris olmuş ve sokaklarında büyük bir tesadüf eseri yıllar sonra yeniden Abidin’e rastlamıştı. June’un İskoç kenti Aberdeen’den ötürü adını doğru telaffuz edebildiği Abidin, her yıl birkaç ay bölgeye gelen Avustralyalı sevgilisi Jan sayesinde artık İngilizceye epeyce hâkim hale gelmişti. İkili karşılaşmaları akabinde bir çay bahçesine oturdular. June, geçen zaman içinde neler yaptığını Abidin’e etraflıca anlattıktan ondan belki de hayatının teklifini aldı: “Dalyan’a, bizim sahile gelsene. Dünyada orası gibi bir yer yok. İki kulübem var. İstersen birini sana veririm.”
Teklifi ışık hızıyla kabul etti June ve hemen sordu: “Ne zaman gideriz?”
Abidin, “hemen şimdi,” dedi. Hesabı ödeyerek kalktılar ve Marmaris’ten kalkan ilk minibüse atlayarak June’un “aklım fikrim oradaydı” dediği Dalyan’a ulaştılar. İskelede Abidin’in yekesini çıplak ayağıyla idare ettiği teknelerinden birine binerek bir labirenti andıran lagünde motordan yükselen kesintisiz gürültü eşliğinde ilerlemeye koyuldular. O an dünyanın en güzel hedefi onlarındı. Yeryüzünün en sakin köşelerinden birine, İztuzu kumsalına ulaşmak üzere ilerliyorlardı.
Önünde verandası olan birer odadan ibaret iki ahşap kulübeye ulaştıklarında, June’un ilk izlenimi bunların birer “sıra dışılık şaheseri” olduğuydu. Elindeki Louis Vuitton valiziyle, ters çevrilmiş bir bira kasasının merdiven işlevi gördüğü basamaktan çıkarak kulübeye adımını attı. İztuzu’nda o yaz bir hafta kaldı June. Bu süre boyunca Abidin ve arkadaşlarıyla sofralara oturdu, uzun saatler boyu keyifli sohbetler etti, suda yüzdü ve akşamları durgun Dalyan sularında kayıkla gezerek Delikli Ada’nın ardındaki günbatımını izledi. Orada geçirdiği zaman boyunca, Abidin’den bölgede üreyen caretta caretta türü kaplumbağalarla ilgili bir sürü şey de duymuştu. Söylenenlere bakılırsa, bu muhteşem canlılar yalnızca geceleri, onda da deltada değil, deniz kıyısında görülebiliyordu ancak. Tabii şansın varsa.
Bu cenneti bırakmaya niyeti yoktu June’un. Kendine biraz daha elverişli bir baraka yaptırarak İztuzu’na yerleşme kararı aldı June. Kumsalın ucunda zakkum ve ılgın ağaçlarının hemen dibinde kendisine uzun yıllar yaşayabileceği bir baraka inşa etmesi için de Abidin’in bu işlerden anlayan arkadaşı Mehmet ile anlaştı. Eylül gelip de kışı geçirmek üzere Cenevre’ye dönmeden önce ona 300 pound civarında bir para bıraktı. 1984 Mayıs’ında Dalyan’a yeniden döndü June. Ve Arapça, “nimet, bereket” anlamına geldiği için sözcüğünün telaffuzuyla bile kendisini mutlu hissettiren yeni “barakasına” kavuştu. Uzaktan göz ucuyla ilk gördüğünde soluğunu kesen bu yuvanın telefonu, elektriği, su tesisatı, hatta kendi içinde bir tuvaleti bile yoktu belki ama onun için şahane bir yerdi!
O yıl Abidin ve Jan ile yeniden bir araya gelen ve yörede yeni dostlar da edinen June için Dalyan, yaşamındaki tüm hatalarını, yitirdiklerini, kederlerini ve öfkelerini eritip götüren mucizevi bir lagündü. Bir gece mutlulukla benimsediği minik yuvasından yürüyüş yapmak üzere dışarı çıkarak kumsala doğru 500-600 m. ilerlediğinde, az ötesinde kıpırdayan bir karaltı gördü. Kısa süre içinde yaşadığı şeyin bir caretta caretta ile ilk karşılaşma anı olduğunu kavradı. Denizden 10 m. kadar içerde, kendisini yarı yarıya kumun içine sokmuş kaplumbağayı varlığıyla rahatsız etmemeye çalışarak yere yattı ve hayvanın bulunduğu tarafa doğru sessizce emekledi. Yüzgeçleriyle kumu eşeleyip yanlara atan caretta, açtığı çukura bir süre sonra yüze yakın yumurta bırakmıştı. Bir süre dinlendikten sonra yüzgeçleriyle yuvayı örterek özenle kumları düzeltti. Akabinde de koca cüssesiyle ve soluk soluğa, yeniden geldiği yere, denize yöneldi.
June, o gece olağanüstü bir ana tanık olmanın şaşkınlığı ve büyüsüyle ağlamaklı olmuştu. Carettanın bu çok özel anını huşu içinde seyrettiği gün June’un hayatında bir dönüm noktası olacaktı. Sonrasında kitaplar getirtip bu muhteşem canlılarla ilgili okumaya ve bilgi edinmeye başladı. Dünya üzerindeki en eski, en köklü canlı türlerinden biri olan carettaların yeryüzündeki geçmişleri 110 milyon yıl öncesine dayanıyordu. İztuzu kumsalı, yaklaşık 100 kg ağırlığındaki bu hayvanlara yüzlerce, belki de binlerce yıldır yumurtlama alanı olarak hizmet vermekteydi. Ege’deki Zakynthos Adası kitle turizmine teslim olup ıssızlığını yitirmeye başladığından, İztuzu dünyanın bu köşesinde en önemli caretta caretta yumurtlama alanı olarak öne çıkmaktaydı.
Yörenin yerlilerinin Bouboulina’dan karaya indiği gün kendisine taktıkları adla “Kaptan June,” yaşamının bundan sonraki döneminde kendisini bu canlıları korumaya adayacak, hayvanları koruma amaçlı faaliyet gösteren uluslararası dernek ve vakıflara mektuplar yazarak, carettalara yönelik farkındalığın artmasını sağlayacaktı.
Bu mücadelenin bazılarımızın da belki iyi hatırladığı en zorlu duraklarından biri, 1980’li yılların ikinci yarısında, Mesut Yılmaz’ın ANAP hükümetinde Turizm Bakanı olarak görev yaptığı dönemde, İztuzu sahiline 1800 yataklı bir otel inşa etme kararı alındığında yaşanır. Carettaların üreme ve yaşama alanına, İztuzu sahiline bir Alman bankasının da finansman desteği ile otel yapılacaktır. Yeryüzünün en köklü canlı türlerinden birini insan eliyle ve “bacasız sanayi” (!) marifetiyle yok edecek bir facia kapıyı çalmaktadır. June kararın kamuoyuna açıklanması akabinde yanına Dalyanlılar ile o yıllarda sayıları ancak bir avuç olan çevrecileri ve Muğla Mimarlar Odası’nı alarak uzun yıllara yayılacak zorlu bir mücadeleye girişir. Otel inşaatının başladığı gün, Dalyan’daki PTT şubesinden İsviçre Gland’da bulunan Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) merkezinin müdürüne hitaben bir telgraf çeker. June’un o telgrafı şu sözlerden ibarettir:
- “Bugün İztuzu kumsalında 1800 yataklık tatil köyü inşaatı başladı. İmdat, imdat, imdat. June Haimoff, Dalyan.”
Kaptan June, projenin iptali için WWF’in (ve onun yerel temsilcisi DHKD’nin) yanı sıra çok sayıda başka çevre koruma örgütüyle, uluslararası basın-yayın kuruluşlarıyla ve Avrupa Konseyi ile yazışır. Yazdığı mektuplar akabinde, dünya kamuoyunun ilgisi kısa süreliğine de olsa İztuzu kumsalına çekilir. WWF’in 1981-1996 yılları arasında Başkanlığını da yapan İngiliz Kraliyet ailesi üyelerinden Prens Philippe de devreye girer. Nihayet, Bakan Mesut Yılmaz’ın “ben orada kaplumbağa filan görmedim” sözlerine rağmen yoğun baskılar nedeniyle Başbakan Turgut Özal geri adım atar ve proje iptal edilir. Dalyan, “Özel Çevre Koruma Alanı” ilan edilir. Bu kararla yumurtlama alanları koruma altına alınacak ve İztuzu kumsalı akşamları 20:00’den sonra ziyaretçilere kapatılacaktır. Çevrecilerin baskısıyla, Almanlar da Türkiye Cumhuriyeti ile Dalyan’daki carettaları korumak üzere, Çevre Koruma İçin Mali İş Birliği Anlaşması imzalar. Anlaşma kapsamında Alman Kalkınma Bankası’ndan (KfW) Türkiye’ye 36 milyon Alman Markı tutarında hibe kredi çıkartma kararı alınır.
Kazanılan zafere rağmen June’un bölgede liderliğini yaptığı mücadele hiç bitmez. Zira turizm baskısıyla bölgede plansız bir şekilde yapılaşmaya başlayan turistik tesisler Dalyan çayının kıyısını da mesken tutacak, hibe de yerine ancak uzun yıllar sonra ulaşacaktır.
1995 yılında kendisini ziyarete gelen eski arkadaşlarından, İngiliz yazar ve yayıncı Daniel Farson, Dalyan’da bir kitsch abidesi gibi yükselen kaplumbağa heykelinin önünde “seninle iddiaya girerim ki, on yıl içinde Dalyan’da bu heykelden başka kaplumbağa kalmayacak,” der. Verdiği kararlı çevre mücadelesiyle Kaptan June, Farson’u utandırmayı başarır. Daha sonra Türkçeye de çevrilen “Kaptan June and the Dalyan Turtles” (2002) isimli kitabında June Haimoff, verdiği mücadelenin doğasını şöyle özetler:
- “Trafiğin hızla aktığı bir otoyola atlamak üzere olan bir çocuğu görüp de müdahale etmemek benim için ne denli olanaksızsa, tehdit altındaki kaplumbağalar hakkında suskun kalmak da o denli yanlıştı.”
Aradan geçen 25 yılı aşkın zamana rağmen bugün Dalyan’da hâlâ zengin bir ekolojik yaşam varsa, bunda 2011 yılında “Kaptan June Deniz Kaplumbağalarını Koruma Vakfı”nı da kuran bu cesur ve savaşkan kadının bölgede “Deniz Kaplumbağaları Araştırma, Kurtarma ve Rehabilitasyon Merkezi” (Dekamer) ile de işbirliği halinde sürdürdüğü doğa koruma mücadelesinin çok büyük payı var. Dahası, Türkiye’de doğayı korumak adına pek çok ilk adım onun büyük katkılarıyla Dalyan’da atıldı.
Ben bu nedenle, 2011 yılında yayımlanan “Ege ve Akdeniz’de Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey” isimli kitabımı ona ve onunla birlikte yıllar boyu sabırla çevre mücadelesi veren doğa koruma gönüllülerine adadım. Ku gözlemine olan ilgimden ötürü de, birçok kez günün erken saatlerinde Dalyan deltasında sandal sefasına koyuldum, oranın labirentlerinde bölgenin eşsiz türlerine yönelik gözlem yaptım. Kitaba dahil ettiğim “Dalyan Deltasında Sandal Sefasına Çık” maddesiyle de İztuzu’ndaki mucizenin ardında bir tesadüfün değil, 2009 yılında Türk vatandaşlığına da geçen Kaptan June’un liderlik ettiği bir mücadelenin olduğunu kulaklara fısıldamak istedim. Ve şöyle dedim:
- “Bir elde dürbün, öbüründe bir kuş gözlem kitabı, sabahın erken saatlerinde Dalyan’ın labirent sularında gezinin. Sazlıklarından havalanan, kumsalında yumurtlayan tüm canlılarında bir kadının mucizevi çevre mücadelesinin kazanımlarını göreceksiniz.”
Gelgelelim, sanki Kaptan June ölümsüzmüş gibi, onunla kişisel olarak tanışmayı hep erteledim. Ha bu yıl ha öbür yıl, derken seneler seneleri kovaladı, olmadı, beceremedim. Yaşasaydı bu 27 Aralık’ta 100 yaşını dolduracaktı büyük Kaptan. O yaptıklarıyla belki hep ölümsüz kalacak gerçi ama ben onun asırlık, savaşkan elini sıkmak ve öpmekte çok geç kaldım. Zira pandemi Kaptan June’u bu bahar yuvasında, Dalyan’da buldu. Hastanedeki tedavisinin ardından taburcu edilerek evine gönderildiyse de, 10 gün sonra, 23 Nisan 2022’de organ yetmezliğinden ötürü son nefesini verdiği haberi geldi. Vasiyeti, Dalyan’daki Kaya Mezarları’nın altında bulunan Çandır Mezarlığı’na gömülmekti. Öyle de yapıldı, öğrendiğim kadarıyla.
2014 yılında İngiliz Guardian gazetesi editörlerinden Liz Boulter, Essexli bu savaşçı kadın hakkında uzunca bir haber yayımlamıştı. Carettaların sayısının 21. yüzyılda her yıl ortalama yüzde 7 oranında azaldığına dikkati çekilen o haberde, bir yandan da İztuzu Plajı’nın işletmesinin Türk-İngiliz ortaklığıyla kurulmuş Dalçev A.Ş.’ye verilerek ticari ranta açılmasına karşı Haimoff’un verdiği -ve sonunda bir kez daha kazanacağı- mücadeleye değiniliyordu.
Pandemi belki Kaptan June’u bizden aldı ama -yakın bir tarihte öğrendiğime göre- bize daha fazla caretta vermiş. Covid-19 salgınından ötürü turizm faaliyetleri sekteye uğrayınca sahile yumurta bırakan deniz kaplumbağaları daha az rahatsız edilmiş, şezlong ve şemsiyeler arasındaki mesafe yeniden düzenlenmiş ve bu sayede hem yuva sayısında hem de denize ulaşan yavru sayısında rekor bir artış yakalanmış 2020’de. Dekamer’in verdiği bilgilere bakılırsa, İztuzu sahilinde 2020 sezonunda 757 yuvadan toplam 37 bin yavru denize ulaşmış.
Bu yaz öyle görünüyor ki, “pandemi bitti” havası bütün turistik destinasyonlarımızda ağır basacak ve geçen iki yılda carettalar lehine ilerleyen rakamlar insanın artan varlığından ötürü yeniden gerilemeye başlayacak. Bu da demektir ki, Dalyan’da ne çevreye yönelik tehditler bitecek ne de June’un başlattığı mücadelenin sürdürülmesine duyulan ihtiyaç.
1980’lerde, ilk görüşte âşık olduğu topraklarda ve sularda tam ayaklarını uzatıp sağlıklı ve keyifli bir yaşlılık sürmeye hazırlanırken, hiç hesapta yokken -sırf insanoğlunun hoyratlığı yüzünden- bir gün kendini bir anda o toprağın, o suyun en eski sakinlerinin varolma mücadelesini desteklerken bulan ve ömrünün 35 yılından fazlasını bu mücadeleye, Dalyan’a adayan Kaptan June’a sonsuz minnetle…