08 Kasım 2021
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), Suriye ile Irak'a asker gönderme yetkisinin iki yıl uzatılmasını öngören Cumhurbaşkanlığı tezkeresiyle birlikte, Suriye’nin kuzeyinde yeni bir operasyon yapılıp yapılmayacağı, yapılması halinde bunun bölgedeki hangi nokta(lar)da gerçekleştirileceği, dikkatlerini Orta Doğu’ya çevirmiş siyasi gözlemcilerin şu aralar cevabını en çok merak ettikleri soruların başında geliyor.
Tezkere akabinde Ankara’dan, “her türlü mücadeleyi vermeye kararlıyız” şeklinde mesajlar geldiyse de, saha gerçekleri olası bir TSK askeri operasyonu için daha önce olmadığı kadar karmaşık. Dolayısıyla, “nereye, ne zaman ve nasıl bir operasyon yapılır,” gibi soruları, en başa “neden” sorusunu da koyarak değerlendirmek ve bu şekilde yanıt aramak şart.
Önce neden Ankara Suriye’nin kuzeyinde askeri bir operasyona ihtiyaç duyuyor, biraz geriye giderek ona bakalım:
Hatırlayacağımız gibi, Ankara 2021 yılına Suriye sahasında üç temel “askeri operasyon” gerçekleştirmiş ve vekil güçlerinin desteğiyle Fırat’ın doğusuna da uzanarak hatırı sayılır büyüklükte bir bölgeyi kontrol altında tutabilmiş bir aktör olarak girmişti. Ankara’nın ajandasında artık sadece bu harekâtlarda eksik kalan, erişemediği hedefleri gerçekleştirmek olabilirdi. Tabii her şeyden önce, ortada çok net ve Ankara açısından sevindirici bir gerçeklik vardı: Türkiye, Suriye ile arasındaki 911 km’lik sınır hattının güneyinde, Suriye Demokratik Birlik Partisi (PYD)tarafından tek taraflı olarak ilan edilmiş özerk yapılanmayı 2016 yılı ağustos ayından başlayarak gerçekleştirdiği askeri operasyonlarla epeyce dağıtmıştı. YPG/YPJ ve SDG’nin askeri desteğiyle ve Washington’un himayesinde oluşturulmuş üç kantonlu (Cezire, Kobani ve Afrin) yapıyı dağıtırken Fırat’ın doğusuna da sarkan Ankara, ABD askerlerini daha doğuya çekilmeye de zorlamıştı. Ankara’nın “terörist” olarak gördüğü söz konusu örgütler, ABD askerlerinin belli bölgelerden çekilmesiyle Washington tarafından yalnız bırakıldıkları hissine de kapılmışlardı.
Ancak TSK’nın, kendilerini 2017 yılı Haziran ayından bu yana “Suriye Milli Ordusu” (SMO) olarak adlandıran, eski “Özgür Suriye Ordusu” (ÖSO) gruplarıyla birlikte yürüttüğü harekatlarda, kimi hedeflere ulaşılamamış, ülkenin kuzeyindeki kritik öneme sahip kimi yerleşim ve “kavşaklar” Ankara’nın denetim sahasına dahil edilememişti.
Peki Türkiye’nin gerçekleştirdiği üç askeri operasyona rağmen erişemediği bu hedefler ne derece önemli?
Bir kere genel hatlarıyla bakıldığında, YPG ve SDG gibi örgütler üç kantonlu yapının dağıtılmasına rağmen, bugün hala Tel Rıfat’tan (Suriye hükümeti denetimindeki toprakları da kullanarak) Menbiç’e; oradan Kobani’ye; Kobani’den de -Ayn İssa üzerinden Sünni Arap aşiretlerinin yoğun olduğu- Rakka ve Deyrizor’a; Tel Temir üzerinden de Haseke’ye uzanma imkanına sahipler.
Her birinin özgül önemlerine bakınca başka hususlar da göze çarpıyor:
Menbiç: Amerikalılar Ankara’nın Fırat Kalkanı Harekâtı (24 Ağustos 2016-29 Mart 2017) sırasında Fırat Nehri üzerindeki geçitleri kontrol eden bir bölgede bulunan Menbiç’e ulaşmasına engel olmuşlardı. Ülkenin en önemli enerji kaynaklarından biri olan Teşrin Barajı’nın 30 km batısında yer alan Menbiç, Fırat’ın doğusundaki Kürtlerin batısı ile lojistik destek ve savaşçı bağlantılarını sürdürebilmeleri açısından da kritik bir işleve sahip.
Tel Rıfat: TSK ve desteklediği güçler, Zeytin Dalı Harekâtı (20 Ocak 2018-24 Mart 2018) ile, PKK’nın uzantısı olarak gördükleri YPG’nin Akdeniz’e yakın bir coğrafyada hakimiyet oluşturmasının önüne geçmişti ama -Moskova yeşil ışık yakmaya yanaşmadığı için- stratejik Tel Rıfat ilçesi Ankara’nın denetim sahasına katılamamıştı. YPG bu harekât ile birlikte belki Afrin’i boşaltmıştı ama bu kez Türkiye sınırına 18 kilometre mesafedeki Tel Rıfat ilçesi ile çevre köylere çekilmişti. Azez ile TSK denetimindeki diğer bölgelere Tel Rıfat’tan istedikleri zaman saldırı düzenleyebilir bir konuma gelmişti. Örgüt, ayrıca Şam Yönetimi’nin denetimindeki toprakları köprü olarak kullanarak buradan doğudaki Menbiç ile Kobani (Ayn el-Arap) bölgesine uzanan ikmal hatlarını ayakta tutabiliyordu.
Ayn İssa ve Tel Temir : Ankara Barış Pınarı Harekâtı (9 – 17 Ekim 2019) ile Tel Abyad’ın batısından Resulayn’ın doğusuna kadar yaklaşık 150 km’lik bir güzergâh üzerinde, kabaca 30 km. derinlik de sağlayarak bir “güvenli bölge” oluşturmuştu. Gelgelelim ABD ile Rusya’nın 2019 Ekim’inde Ankara’ya yaptırdıkları frenaj sonucu, bu “güvenli bölgenin” güneyinden geçen uluslararası karayolunun (M4) denetimi de sağlanamamıştı. Fırat Nehri’nin batısındaki Halep ve Menbiç’ten doğudaki Kamışlı’ya kadar uzanan bu stratejik karayolu çok önemliydi. M4’ü kontrol edemeyince, “Barış Pınarı” bölgesinin güneybatı ucunda yer alan Ayn İssa ile güneydoğu ucunda yer alan Tel Temir kasabaları hakimiyet alanı dışında kalıyordu. Her iki kasaba stratejik açıdan çok önemli kavşaklardı. Ayn İssa, Kobani’yi hem Rakka muhafazasına (iline) hem de petrol kuyularınca zengin olan Deyrizor muhafazasına bağlıyordu. Benzer şekilde, Tel Temir de yine Kobani’yi Suriye’nin Haseke muhafazasına, oradaki petrol kuyularına ve tabii dolaylı olarak PKK’nın etkin olduğu Irak’ın kuzeyindeki Sincar’a ulaştıran bir kavşak noktası olarak işlev görebiliyordu.
Bir kere şurası açık bir gerçeklik ki, Türkiye yüksek güvenlik bürokrasisi, bu “eksik kalan” hedeflere büyük ölçüde ulaşıp sınırın güneyindeki demografik yapıya arzu ettiği mühendislik (!) “dokunuşlarını” da yapmadan ve son olarak bölgenin uzun vadeli statüsüne yönelik konularda Moskova ve Şam ile mutabık kalmadan askeri varlığını Suriye’den çekmek, savaşını sonlandırmak niyetinde değil. Yani Ankara’nın zirvesinden bakıldığında, bugün mesele, Şam ile diplomatik ilişkileri yeniden kurma, öpüşüp barışma gibi bir noktada olmaktan hala çok uzak. Ankara, “SDG'nin mali kaynaklarının güçlenmesinin önüne geçilecekse M4 yakınlarındaki bu iki kavşak denetim altına alınmalı ve ayrıca TSK denetimi altındaki bölgeler birbirine bağlanmalı” diye düşündü hep.
Ancak son harekâtta TSK’ya yaptırılan frenaj sert ve etkili oldu. Ankara o tarihten bu yana olası bir yeni harekât için bir yeşil ışık, bir açık kapı göremedi. Rusya, Türk hükümetine, İdlib bahsinde yarım bıraktığı “ev ödevlerini” hatırlatıp durdu. Ankara daha kendi hedeflerinin tamamına uzanamamış ve kendisini tam “güven içinde” hissedememiş olduğu için, İdlib’de Rusya’ya taahhüdünü verdiği ödevleri deyim yerindeyse “salladı” ve Moskova karşısında zamana oynamayı tercih etti. Gözlem noktalarının bazılarından söz verdiği üzere çekildiyse de, başka yerlerde yenilerini kuruyor, sayılarını artırıyor, bölgeye yığınağını sürdürüyordu. Zira İdlib Ankara için sadece İdlib değildi. Cihatçıların ve Suriye Yönetimi’ne karşı direnişin son kalesi olan, İdlib Halep’ten Lazkiye ve Akdeniz’e uzanan yolların üzerinde bulunduğundan Moskova ve Şam için çok büyük önem taşıyordu. İdlib, burada çok güçlü bir askeri yığınağa sahip olan Ankara için ise, diğer bölgelerdeki kazanımlarını büyütebilecek potansiyelleri barındırıyordu. İdlib’deki askeri varlığını sonlandırmış bir Ankara, Tel Rıfat’ta ve/veya Fırat’ın doğusunda belirli hedeflere erişebilecek bir harekatın yeşil ışığının alınması müzakerelerinde kozsuz, güçsüz kalırdı.
Tabii Ankara sadece Moskova’ya karşı değil Washington’a karşı da zamana oynuyordu. Afganistan’dan askerlerini çekmiş olan Beyaz Saray’ın yakın bir zamanda sırayı Suriye’ye de getireceğini hesaplıyor, Amerikan askerlerinin bölgeden tamamen çekilmesi akabinde özellikle Resulayn’ın doğusunda daha etkin olabileceğini planlıyor, “güvenli bölgesini” Kamışlı ve Malikiye’ye uzatabilmenin mümkün olacağını umuyordu. Ankara’nın baskısıyla Suriye’den kısmi asker çeken Amerikalar, SDG’nin ülkenin doğusundaki petrol kuyu ve tesislerini kontrol edebilir bir konumda olmalarını sağlamak için birliklerini buralara yönlendirmişlerdi. 2021 itibarıyla ABD’nin 19’u Haseke’de, 10’u ise Deyrizor bölgesinde olmak üzere bölgede hala 33 askeri üssü/gözlem noktasına sahip olduğu görülüyor. Ankara, zamana oynar, Amerikalılar bu üsleri boşaltırsa, Washington’un himayesiyle güçlenmiş örgütlerin iyice izole edilebileceğini düşünüyordu.
Ankara Suriye’de zamana oynarken, özellikle 2020 ve 2021’de ağırlığı Irak’ın kuzeyindeki operasyonlara verdi. TSK, Suriye ve Türkiye sınırına yakınlığıyla "stratejik" bir konumda da olan ve PKK’nin Suriye’deki uzantısıyla bağının kesilmesi için hayati önem taşıyan Sincar'a bir askeri operasyon düzenleyemedi belki. Ama PKK’nın Türkiye’deki militanlarıyla Irak üzerinden yıllardır kurduğu bağın kesilmesini sağlayacak pek çok noktaya yerleşti Kuzey Irak’ta. Gara ile Kandil’de PKK’nın üs olarak kullandığı bölgeler ile toplanma ve sığınak alanlarını yok etti. Bir başka deyişle, TSK, örgütü Türkiye-Irak sınırından büyük ölçüde uzaklaştırdı.
Ancak oynanacak zamanın bir limiti olduğunu hatırlatan birden fazla faktör bulunuyor artık.
İdlib’deki ev ödevinin hala tamamlanmadığını Ankara’ya hatırlatan Moskova, onun vekil güçlerini sınırımıza çok yakın noktalarda vurarak “benim sabrım artık taşıyor” mesajı veriyor.
Bir yandan da, Washington’un Ankara’nın bu zamana oynama çabasını gördüğü ve ona göre hesap yaptığı anlaşılıyor. Amerikalı kaynakların El Cezire’ye verdiği bilgilere bakılırsa, Afganistan’dan askerlerini tamamen çeken ABD’nin resmi rakamlara göre 900 personel bulundurduğu Suriye’den -son zamanlarda yapılan tüm spekülasyonlara rağmen- yakın bir zaman zarfında asker çekmeyecek. Amerikalılar, ya “önce Türkler çekilsin” diye bekliyor ya da çekilecekleri noktaları (Türklere değil) Ruslara teslim etmenin şartlarını hazırlamaya, müzakereye etmeye çalışıyorlar.
Öte yandan, Türkiye olası bir (erken) seçimin menziline giriyor. Kamuoyu yoklamalarında ciddi puan yitirdiği ve muhalefetin arkasına düşmüş olduğu görünen iktidar, milliyetçi kanadı birleştirerek puanlarını yukarıya çekmeyi sağlayacağını umduğu yeni bir sınır-ötesi “zafere” ihtiyaç duyuyor.
Daralan zamanın seyri içinde, Ankara’nın tam şu noktada ne planladığı önem kazanıyor. Suriye ve Irak'a asker gönderme yetkisini uzatan ve bölgeye yönelik yığınağını artırdığı gözlenen Ankara, Suriye’nin kuzeyine yönelik bir operasyonu gerçekten yapacak mı? Yapmayacaksa bu “gürültü” niye? Yapacaksa, hedefte nereler, daha önce “eksik kaldığını” belirttiğimiz hangi noktalar var?
Ankara’nın Suriye’de Rusya ve/veya ABD “yeşil ışık” yakmadan bir operasyon yapma ihtimali oldukça zayıf. Türkiye bugüne dek bölgeye yönelik operasyonlarını ya Rusya’nın ya da ABD’nin olurunu alarak gerçekleştirdi. Dolayısıyla, Ankara yeni bir harekata kalkışacaksa, ABD ve Rusya ile yürütegeldiği diyalog ve müzakereler hangi hedefe uzanmasına el verirse, oraya yapacaktır.
Ancak gelinen noktada Ankara, Moskova ve/veya Washington ile bu konularda bir anlaşma zemini bulmuş, yani kendisine bir “yeşil ışık” yakılmış değil. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) 76. Dönem Genel Kurulu’na katılmak ve Türkevi’nin açılışını gerçekleştirmek için Eylül ayında gittiği New York'ta ABD Başkanı Joe Biden ile görüşerek bazı konularda pozitif sinyaller almayı ummuş, arada muhtemelen olası bir Suriye operasyonuna da dolaylı da olsa bir yeşil ışık yakılabileceğini ümit etmişti. Ancak o görüşme gerçekleşemedi bile. 29 Eylül’deki Erdoğan-Putin görüşmesinden de olası bir TSK operasyonu için bir “yeşil ışık” yakıldığına dair haber almadık. Dışişleri’nden gelen haberlere bakılırsa, Ankara bu temeldeki temaslarını muhtemelen sürdürüyor.
Bir kere, Rusya’nın olası bir TSK operasyonuna böyle bir operasyon ABD askerlerinin bölgeden daha fazla çekilmesine yol açacaksa yeşil ışık yakmasının mümkün olacağını sanıyoruz. Moskova daha önce de böyle ümitler taşımıştı. Ancak ABD -yukarıda da belirttiğimiz gibi- anlaşılan pek çekilmeyi düşünmüyor. Hatta TSK’nın bölgeye herhangi bir müdahalesine de kategorik olarak karşıymış gibi duruyor.
Bu durumda Ankara’nın ABD’nin gözlem noktalarının bulunduğu Suriye’nin doğusundaki bölgelerde bir harekata kalkışmasını olası göremiyoruz. Ancak Ankara, askerî harekâtı gündemde tutarak, bir yandan da görüşmelerini sürdürdüğü Washington’a “senden istediğimiz 40 adet F-16V savaş uçağı ile Türk Hava Kuvvetleri envanterinde bulunan F-16’ların modernizasyonu için ihtiyaç duyduğumuz 80 adet modernizasyon kitini bize ver, Suriye’nin doğusunda müttefikin (SDG) için yeni bir sıkıntı yaratmayalım” mesajı veriyor olabilir. Bir başka deyişle, Ankara, askeri operasyonu gündemde tutmakla, F16’lar ile ilgili taleplerine Washington’dan onay almayı hedefliyor da olabilir.
Rusya’ya gelince… Bir kere önce şunu unutmamak gerekiyor: Türkiye, Rusya ve İran'ın garantörleri olduğu Suriye konulu Astana (Nursultan) görüşmelerinde yeni toplantı muhtemelen Aralık ayı ortalarında gerçekleştirilecek. Dolayısıyla, Ankara’nın o görüşmelere kadar sahadaki kazanımlarını yoğunlaştırarak Rusya’nın karşısında biraz daha güçlü konumlanmak istemesi doğal.
Şimdi gelelim sahanın gerçeklerine… Tel Rıfat’tan Tel Temir’e kadar olan hattı elinde tutan Ruslar, M4 karayolunun herhangi bir noktasında kalıcı bir TSK varlığını kesinlikle istemiyor. Bu da Ayn İssa’dan Tel Temir’e kadar olan bölgede bir operasyon imkânının çok zor olduğu anlamına geliyor. Bir kere Moskova her şeyden önce, Ankara’dan “ev ödevini” yerine getirmesini, yani “terörist grupları” İdlib’de M4 karayolunun güneyinden ve Zaviye Dağı bölgesinden (Cebel Zaviye) çıkarmasını, Eriha’yı boşaltmalarını bekliyor. “Önce altına imza attığın bu taahhüdünü yerine getir. Bunu yapmadan benden yeni bir operasyona ‘yeşil ışık’ bekleme,” diyor. Dolayısıyla Türkiye İdlib’deki sözlerini yerine getirmeden Rusya’dan olumlu bir sinyal alacak gibi görünmüyor.
Ayn İssa’dan Tel Temir’e kadar olan bölgede bir operasyonun çok zor olması nedeniyle harekât için olası hedefler olarak geriye Tel Rıfat, Menbiç ve Kobani’nin kaldığı düşünülebilir. Türkiye bölgenin kilidi konumunda sayılabilecek Tel Rıfat'ı alarak hem kendisine yönelik güvenlik tehdidini daha güneye ötelemek hem de Azez'de yaşayan 100 binin üzerindeki Tel Rıfatlı mültecinin evlerine dönmesini sağlamak istiyor. Bunları biliyoruz. Ancak burada Rus üsleri bulunuyor ve bölgede Rus Askeri Polisi devriye görevi yapıyor.
Bu şartlarda Ankara’nın Ruslar ve müttefikleriyle buralarda silahlı bir ihtilafa girmek gibi bir lüksü olamaz. Peki o noktaları savaşmadan çembere alması, yani kuşatması mümkün müdür? Belki! Cihatçı grupları İdlib’de M4 karayolunun güneyinden ve Zaviye Dağı bölgesinden (Cebel Zaviye) çıkarması, kendi askerlerini çekmesi karşılığında Tel Rıfat için yeşil ışık alınabilir mi? Belki!
Ancak Tel Rıfat’ın güneyinde Suriyeli Şiilerin yaşadığı Nubbul ve Zehra ilçeleri olduğu için bu bölgenin güneyden de İran yanlısı Şii milisler tarafından çevrilmiş durumda olduğunu unutmayalım. Ruslar Şii müttefiklerini de üzmek istemeyecektir.
Bu arada, Rusların Menbiç’ten de vazgeçmek gibi bir niyetleri olmadığı, şehrin batısında yeni bir üs kurma hazırlıkları içinde oldukları haberlerinin geldiğini de hatırlatalım.
Dolayısıyla saydığımız yerler arasında bir operasyon için nispeten olanaklı nokta olarak Kobani görünebilir. Bölge genelinde 83 askeri istasyonu olan ve Kamışlı’daki havaalanını genişleterek bir üs haline getirme çabası içinde olan Rusya’nın Kobani civarında sadece 1 askeri gözlem noktası olduğu dikkate çekiyor.
Ankara M4 karayoluna inmeden Cerablus’dan Tel Abyad’a bir hat çekmek, yani Fırat’ın doğusundaki TSK güçleriyle batısındaki güçleri birbirine bağlamak, bu arada da Rus üssünü de güneyden çevrelemek isteyebilir. Kobani’nin merkezine girmeden, şehre giden yolları farklı istikametlerden denetim altına almaya dönük bir harekât planlayabilir. Ancak Rusların böyle bir hamleye hava kuvvetleriyle sert bir karşılık vermemesi için Ankara’nın büyük olasılıkla, İdlib’deki “ödevlerini” yaptığını ya da yapmaya başladığını göstermesi gerekecektir. Ruslarla şartları fazla zorlamanın bedelini geçmişte ödedi Ankara. Ayrıca, şunu unutmayalım ki, Rusların Kobani’nin güneyindeki -daha önce Amerikalılar tarafından kullanılan- Sarin askeri havaalanını da genişletme çabası içinde olduğu yerel kaynaklarca aktarılan haberler arasında.
Tabii şu da bir gerçek ki, Moskova’nın Suriye Hükümeti ile PYD/SDG arasındaki görüş farklılıklarının ortadan kaldırılmasına dönük, yani Amerikalıların bölgeden ayrılmaları sonrasında Kürt grupların hamiliğini üstlenmeye dönük yoğun bir çabası var. Dolayısıyla Ruslar, Türkiye’ye kendilerini Kürt grupları “hizaya getirme” hedefine yaklaştırmaları ölçüsünde sınırlı bir “yeşil ışık” yakmak da isteyebilir.
Her durumda, Ankara’nın tezkereyi 2 yıllığına aldığını ve bir (veya daha fazla) operasyonu zorunlu görüyorsa zamanlamasını buna göre yapacağını, konunun sadece Kasım 2021’in gündemi olmakla sınırlı kalmayacağını hatırlayalım. Türkiye olası bir askerî harekâtı hangi noktalara dönük olarak gerçekleştirirse gerçekleştirsin, her durumda asli hedefi SDG denetimi altındaki bölgeleri olabildiğince birbirinden tecrit edip bağlantılarını koparmak ve/veya TSK’nın ve TSK destekli milis güçlerinin denetimi altındaki bölgeleri birbirine yaklaştırmak, mümkünse bağlamak olacaktır. Ancak tabii Ankara, Ruslarla başka bir diyalog yürütürken, Amerikalılarla da hedefini, “40 adet F-16 Blok 70’lerin siparişi” ve “80 adet F-16 modernizasyon kiti” siparişine onay alabilmek şeklinde koymayı tercih edebilir.
Suriye Savaşı uzadıkça bölge halkları arasına giren mesafe ve düşmanlığın çözülmesi de güçleşiyor. Etnik farklılıklar bölgeyi kana boğan bölgesel ve küresel güçlerin katkısıyla daha kalın duvarlarla tahkim ediliyor. Biri diğerinin buğday mahsulünü yakan, diğeri öbürünün petrolünü çalan, öbürü de bir başkasının malına, mülküne ve evine, arazisine çöken halkların bir zamanlar varolduğu söylenen bir arada yaşama iradesini diriltmek zorlaşıyor. Umalım ki, bölgedeki hâkim savaş iradesi bundan böyle yerini tüm tarafların güçlendirmek için çalışacakları bir barış iradesine en kısa zamanda bırakıyor olsun!
twitter: @akdoganozkan
Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir
İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken
“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor
© Tüm hakları saklıdır.