05 Mayıs 2019

TÜSİAD’ın burnu

"Türkiye’nin yüzde 35’i mi? Bence çok daha fazlası böyle düşünüyordur. Böylesi bir sağcılaşma, böylesi bir kapitalizm tapınmacılığı dönemindeyiz çünkü"

TÜSİAD heyetinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tam da 1 Mayıs’ta Beştepe Külliyesi’nde ziyaret etmesi pek manidar oldu. Emekçilerin bayramlarını kutlamak için toplandığı meydanlara sembollerden konfetiler yağdı o sırada esen yelle. Takvimin cilvesiyle Türkiye’nin gündeminde toplumsal gerçekçi bir temsil perdelerini açtı. Hayatta değil de sanatta, bir yönetmen kalkıp da oyununda bu iki olay arasında bir senkroni kursa, kurgulasa, eleştirmenlerce fazla şematik, fazla klişe, fazla slogansal bulunur, burun kıvrılırdı. Ama hayatta oluyor işte. Ve o zaman da olan pek manidar oluyor.

“Burun kıvırma” deyimi hemen bir çağrışım zincirine sebep oldu bak şimdi bende. TÜSİAD'ı illa bir organla özdeşleştireceksek, burundur burun. Bir kere dönemin idari üslubuna ve ülkedeki iktidar stiline göre sık sık estetik müdahaleler yapar imajına. Burun estetiği. Her dönemde farklı bir çehreyle çıkar ortaya. Geniş kesimlerin yoksulluğuna, geçim derdine burun kıvırır da, kâr kokusunu herkesten önce alır, kimsenin gözünün yaşına bakmadan burnunun dikine gider. İktidardakileri biraz yumuşak buldu mu burnundan kıl aldırmaz, ama kapalı kapılar ardında biraz sert çıkılsa ‘evet efendimciliğin yer çekimi’ne hemen boyun eğer burnu. Medyatik ortamlarda ise burnu hep havadadır. Ve üstüne vazife olsun olmasın her durumdan vazife çıkarıp her şeye burnunu sokar.

Neyse, biraz daha devam edersem Cyrone de Bergarac’ın meşhur burun tiradına doğru yelken açacağım ki, burada oyunun yazarı Edmond Rostand’ı ve bu oyunu Türkçe’ye şahane bir çeviri ile kazandıran Sabri Esat Siyavuşgil’i anmadan edemeyeceğim. Bu yazıda benim böyle bir nüktedanlığa ulaşmamı beklemiyorsunuzdur umarım.

Yeri gelmişken şu uyaklı maniyi de tekrarlamadan edemeyeceğim: “Buruna bak buruna, çıkmış dünya turuna”. Kimse kızmasın, alınmasın aman, çünkü burada kast ettiğim kelime anlamında ‘dünya turu’. Burnu büyüklükten söz etmiyorum yani. Edersem de bu mecazi olacaktır zaten. Evet, ‘dünya turu’ demiştim, değil mi? TÜSİAD’çılar da siyasi söylemlerinde ulus devleti cansiperane savunsalar da, küresel kapitalizmin has ‘globe trotter’ları, gezginleridir. Öyle sırt çantasıyla, bavulla filan da çıkmazlar yola, hangi ülkede işgücü ucuzsa, işçi ücretleri düşükse, sırtlanıp fabrikalarını oraya giderler bugünden yarına. Mesela Güler Sabancı, 2015’te Endonezya’da Kordsa adına üretim yapacak fabrikasını açtığında daha önce 1992’de de Mısır’da bir Kordsa fabrikası açtığından söz etmişti. Tam da o dönemde, 1990’ların başında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün işçiden, iş güvenliğinden yana bazı düzenlemeleri tartışılıyordu Türkiye’de. Uyum yasaları gündemdeydi. Ana akım medya genelde ülke dışındaki bu yatırımları, bu açılışları “dev yatırım” klişesiyle selamlar ama Güler Sabancı 1992’de fabrikasını Mısır’a taşımadan önce bunun sebebinin Türkiye’de işçi ücretlerinin artması ihtimaline karşı bir tedbir olduğunu ima etmişti. Kapitalistlerin, haliyle TÜSİAD’ın da, bu küresel kapitalizm düzeninde, sermayenin sınırları serbestçe geçtiği bir dönemde, çokuluslu şirketlerin bu altın çağında ulus devlete olan sevdası tam da buradan kaynaklanır işte. Küresel patronlar ulus devletlere işçi ücretlerini düşük tutmaları karşısında yatırım yapacaklarını söyleyerek çalışma hayatını belirler, yasaları kendilerine yontarlar. Aksi takdirde başka ulus devletin sınırlarına çekip gitmekle tehdit ederler. Kapitalistlerin ulus devletlere uyguladığı bu şantaj konusunda detaylı bir okuma için Immanuel Wallerstein’ın ‘Tarihsel Kapitalizm’ kitabını öneririm.

Tabii TÜSİAD deyince bir duracaksın; kendisi durmaz ya gerçi. Döviz alıp satmanın ping pong’unda olduğu gibi kâh oradadır, kâh burada; SWAP oyuncusu çevikliğiyle geçiverir ulusalcı manzumeden Kürt raporuna. Oraya da burnunu sokacak yani. Çünkü siyasetçilerden çok önce vizyonuna katmıştır Orta Doğu pazarında oyunculuğu. Sorun çözülürse yeni pazarlar garantidir, çözülmezse zırhlı araç, olmadı askeri araçlara yakıt, GMC’lere lastik yine TÜSİAD üyelerinden.

Evet, TÜSİAD yeni siyasi dalgalara, siyasetteki bütün yeni tartışmalara açıktır ve dahil olur. Kof bir lieberalizm TÜSİAD’ın kendine yakıştırdığı bir imaj çalışmasıdır. Ülkenin temel ve hayati siyasi ve sosyal meselelerine dair raporlar yayımlar sıkça. İşgüzar akademisyen bu yağlı raporları hazırlamak için sıraya girer, patron tapınmacı ana akım medya bu raporlarda vahiy arar. Kimi sol entelektüeller bile tavlanır; TÜSİAD her dönem siyasi söylemleriyle ‘overrated’ bir konum edinir. Oysa ülkenin en yakıcı sorunları TÜSİAD üyeleri için tak takıştır bir radikal şıklıktır. Zegna takım, Prada tayyör, Hermes çanta, Louis Vuitton valiz. En derin görünen meseleler onlar için garden partiler’deki, şık davetlerdeki ‘small talk’tan ötesi değildir. “Öyle mi, pek demokratik olmuşsunuz yine.” “Siz de adeta bir Vivien Westwood tişörtü devrimciliği kıvamındasınız bu akşam.”

TÜSİAD haliyle pek de Batıcıl’dır. Avrupa Birliği yüceltimleyicisi, hukuk düzeni söylencecisi. Ama hak, hukuk mefhumları çalışma yaşamına gelip dayandığında TÜSİAD siyaset alanında bayraktarlığını yaparmış gibi göründüğü Gümrük Birliği, Avrupa Birliği uyum yasalarının işçiden yana düzenlemelerinin karşısında çelikten siper olur. En Batılı, en sanatsever, en sanatçı meseni, en Batılı patronlardan Bülent Eczacıbaşı’nın 1990’ların başında TÜSİAD yönetim kurulu başkanı olarak Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun sözleşmelerini Kapıkule’den sokmamak için nasıl direndiği arşivlerdedir.

Ekim 2001’de Ertuğrul Özkök’ün “TÜSİAD’da bir Maocu” diye lanse ettiği eski solcu, sonraki TÜSİAD üyesi Nuri Çolakoğlu ile Milliyet gazetesi için bir söyleşi yapmıştım.  Çolakoğlu, eski siyasetinin terminolojisiyle süsleyerek şöyle anlatmıştı kulübünü: “Eğer bir sınıf örgütüyse TÜSİAD, iş sahiplerinin sınıf örgütüyse, benim de bir sürü şahsi şirketim var. Kimi yayıncılıkla uğraşıyor, kimi başka işlerle uğraşıyor. 1970’ten bugüne TÜSİAD’ın da işlevi değişmiş vaziyette. O zaman Türkiye’deki en büyük 12 şirketin sahiplerinin menfaatlerini savunmak üzere kurduğu bir örgütken, bugün TÜSİAD, Türkiye’nin meselelerini hızla çözebilmesi için fikir üreten bir ‘think tank’ haline gelmiş vaziyette. Belki eski kafalı arkadaşlarımız hâlâ 30 yıl öncesinin değerlendirmeleriyle hayata bakıyorlar ama bugün Türkiye’nin yüzde 35’i TÜSİAD’ın çok önemli bir görev yerine getirdiğini düşünüyor.”

Türkiye’nin yüzde 35’i mi? Bence çok daha fazlası böyle düşünüyordur. Böylesi bir sağcılaşma, böylesi bir kapitalizm tapınmacılığı dönemindeyiz çünkü.

Ama olsun, yine de işte ajandadaki bir tesadüf, bir çakışma, iki olayın senkronisi 1 Mayıs’ta, manzarayı net olarak koyuveriyor ortaya. Hayatın toplumsal gerçekçiliğiyle, sınıf mücadelesinin muzipliğinde.

Yazarın Diğer Yazıları

Çiçek almak

Çiçek alanların çiçek alırken yüzlerine bir bakın. O çiçekleri kime aldıklarından ya da birine mi, kendilerine mi aldıklarından bağımsız olarak bir özgüven, bir kendinden, hayatından memnuniyet ifadesi olur bu çehrelerde

1949’da, müziğin ve aşkın bir gecesinde

Zemin tahta, masalar tahta, iskemleler tahta. Plastiğin mekan düzenlemelerini amansız bir hastalık gibi sarmadığı bir dönem bu. Duvarlar ahşap lambriyle kapalı. Ahşap lambri ile amerikan barın birbirini çağrıştıracağı dönemin başında dekore edilmiş olmalı kulüp

Kulübün yayıncı kuruluş boykotu

CHP'nin adalet dediği şey, bu haliyle devletin kurucu partisi olarak kendisinin dokunulmazlığının dost düşman herkes tarafından ve her durumda kalıcı olması kabulüdür