20 Ocak 2019

‘Operadaki Hayalet'in cisimleşmiş hali: Çağlayan Adliyesi

Mimarinin iktidar makinesiyle sahnedeki hukuk operasının ritmi artık aynı

Hukuk sisteminin ideal hedefi olan cezaevi havalandırma avlularını üstten kapatan-açan tel kafese benzer camdan çatısının altındaki kat balkonlarından bakıldığında atrium’a doğru bir uçurum açılır Çağlayan Adilyesi’nde. Bu uçuruma düşme korkusuyla istemeden tutunduğunuz çelik pervazlar, sizi hem bu binaya hem de bir ucundan sisteme bağlamıştır artık.

Çağlayan Adliyesi (ya da dayatılan ama kabul görmeyen adıyla İstanbul Adalet Sarayı) şehrin ortasında dur durak bilmeyen geometrik bir düet sürdürürken, statik bir yapı-biçimin çok ötesinde dinamik bir yönetme odağı ve aracı olarak kendini gün boyu yeniden üretiyor. Modern pozitif hukukun trajik operasının sahneye konulduğu bu devasa bina, dairesel cephesinin şefkati (soprano) ile kulelerinin şiddetinin (bas ya da bariton) kurduğu diyalogla topluma iktidarın monoloğunu dinletmek üzere tasarlanmış. Dışarıda daire biçiminde cephesiyle öne çıkıp kamuyu kucakladıktan sonra içine çeken dominatrix (sahibe) davetkârlığı ve bu cepheyi belli mesafelerde bölüntüleyen dikey aralıkların keskin tehditkârlığı; içeride ise işlevsel sütun (kolon) kuleler, koridorlar, holler ve salonların, elbette merdiven ve asansör boşluklarının da oluşturup çoğalttığı dikdörtgenlerin disipline edici buyurganlığı tam bir rıza üretim makinesine dönüştürecektir bu binayı.

Mimarinin iktidar makinesiyle sahnedeki hukuk operasının ritmi artık aynıdır ve kapsama ile yalıtma sosyolojisinin perdeleri her temsilde inip kalkmaktadır. Adalet bürokrasisi içine çekip kapsadığı toplumu bu binada atomize ederek elde ettiği kriminel bireyleri ceza sisteminde yalıtacak, birbirinden izole edecek ve ezecektir. Bu binaya girdiğinizde algıladığınız duygusal vakum sizi sıkıştırdıkça ürettiği enerjiyi binanın dış cephesinden bütün kente yayar. Devletin varlığını hissettiren bu enerji dinlediğimiz operanın ürkütücü librettosunu (güfte) herkese ulaştırır.

Bu aynı kapsama ve yalıtma ritmi; hukuk sistemine girmiş-düşmüş insanların duruşmalarını ayrı ayrı dışarı su-ses sızdırmayan salonlara kapatarak toplumsal bir mağduriyeti, ortak bir kamusal durumu bireysel kaderler olarak yeniden ambalajlamayı hedefler. Muhaliflerin dayanışma eylemleri bile farklı kat ve koridorlarda eşzamanlı gerçekleşir, duruşma saatlerindeki senkronik zamanlama protestocu-dayanışmacıların eylem koordinasyonunu engellemek üzere kurulur.

İnsanı yutan bir hukuk ve ceza abidesi

Binanın kule ve koridor geçitlerinin oluşturduğu dikey ve yatay diyalog, insan yutan bu dev hukuk ve ceza abidesinin iskeletini korkutucu biçimde sergiler. Zoraki bir estetik katkı olarak iç mekâna, atrium’a (dev sahanlık, sütunlu iç avlu) yerleştirilmiş Themis (Adalet Tanrıçası) heykelleri, bu iskeletin fersah fersah büyük hacim ve yüksekliğinde ezilip aşağılanırken, pozitif hukukun gayrı insani kurumsallığı bir kez daha vurgulanmış, hukukta adalet arayanların cesareti kırılmış olur.

Hukuk sisteminin ideal hedefi olan cezaevi havalandırma avlularını üstten kapatan-açan tel kafese benzer camdan çatısının altındaki kat balkonlarından bakıldığında atrium’a doğru bir uçurum açılır Çağlayan Adliyesi’nde. Her an hayali bir intihara davet eden bu uçurum yönetsel bir tehdit olarak sembolik işlevini yerine getirirken, akustik etkisiyle de her türden itiraz çağrısını anlamsız ve mekanik bir ekoya dönüştürür. Bu uçuruma düşme korkusuyla istemeden tutunduğunuz çelik pervazlar, sizi hem bu binaya hem de bir ucundan sisteme bağlamıştır artık.

Çağlayan Adliyesi, umarsız bir adalet mabedi olmanın yanı sıra eşzamanlı çok sayıda duruşmanın artlarında yapıldığı salon kapılarıyla çıkışsız bir otel izlenimi de verirken, tek tek insanların kaderini, kişisel veya örgütsel dramlarını bu izlenim sonucunda bir mahremiyet örtüsü ile örter, müstehcen olduğunu, üzerine susulmasını ima eder.

‘Panopticon’ gibi adliye!

Filozof hukukçu (bu kimliği pek şaşırtıcı değil) Jeremy Bentham’ın 18’nci yüzyılda önerdiği “panoptikon” tarzı cezaevi binaları ise tutsakların her tür mahremiyetini delmek, yok etmek üzere tasarlanmıştır. Yarım daire biçimindeki ana binanın katlarında hücreler sıralıdır ve arka pencerelerden gelen ışık ile aydınlanır. Bu yarım dairenin karşısında, orta noktada bir gözetleme kulesi yükselir, ancak kulenin tepesindeki gözetleme yuvası panjurla kaplıdır ve tutsaklar içeride gözcü olup olmadığını bilemez. Her an izlendikleri hissiyle hareket ederler.

Çağlayan Adliyesi’nin daireye tamamlanmasına ramak kalmış cephe mimarisi ve iç mekandaki kule etkisi yapan dev kolonlar (ya da sütunlar), atrium ve katlarda, koridor ve hollerde dolaşanlar üzerinde tam bir “panoptikon” etkisi yapmaktadır işte. Ancak bu defa, bu içselleştirilmiş otorite çağında gözetleme kulesinde bir gözcü olması beklenmez, çünkü devletin gözünün her yerde olduğu kabul edilmiştir bir kere.

Gözcü, operadaki hayalettir artık.

Yazarın Diğer Yazıları

Çiçek almak

Çiçek alanların çiçek alırken yüzlerine bir bakın. O çiçekleri kime aldıklarından ya da birine mi, kendilerine mi aldıklarından bağımsız olarak bir özgüven, bir kendinden, hayatından memnuniyet ifadesi olur bu çehrelerde

1949’da, müziğin ve aşkın bir gecesinde

Zemin tahta, masalar tahta, iskemleler tahta. Plastiğin mekan düzenlemelerini amansız bir hastalık gibi sarmadığı bir dönem bu. Duvarlar ahşap lambriyle kapalı. Ahşap lambri ile amerikan barın birbirini çağrıştıracağı dönemin başında dekore edilmiş olmalı kulüp

Kulübün yayıncı kuruluş boykotu

CHP'nin adalet dediği şey, bu haliyle devletin kurucu partisi olarak kendisinin dokunulmazlığının dost düşman herkes tarafından ve her durumda kalıcı olması kabulüdür