06 Ocak 2019

Bir poşet dolusu gösterge

Alışveriş gücünüzle etrafınızdakileri etkilemek istiyorsanız poşetinize birkaç da 'pahada hafif yükte ağır' ürün atın!

Unutmayın, en yaygın orta sınıf sapkınlıklarından olan röntgenciliğin en popüler hedeflerinden biridir poşetiniz. Ardınız sıra gelen komşunuz poşetinize bakmadan edemiyordur, durup hâl hatır soran ahbabınızın gözü ister istemez poşetinize kayıyordur

Poşet, Fransızca poche (cep, torba) kelimesinin küçültme eki almış hali. Yani cepçik, torbacık. (Bir de cüzdan anlamına geliyor.) O torba naylondan üretilip market ya da mağaza alışverişlerinin temel unsurlarından olduğundan beri büyüdü de büyüdü ama adı hâlâ poşet, yani torbacık…  Ancak alışveriş sonrasında cebin halinden söz edeceksek, o doğru olur işte: Cepcik…

Dediğim gibi poşet tam tersine büyüdükçe büyüyor. Hem devasa bir çöp yığını hem tekil bir cisim hem de günümüz toplumuna dair bir gösterge olarak…

Marketlerde satın alınan ürünlerle doldukça, poşet genleşir, genişler, uzar ve bu arada da saydamlaşır. Yarı saydam bir hal alır iyice. Böylece artık herkes herkesin ne aldığını, neleri tercih ettiğini, ne kadar harcadığını, harcayabildiğini görür olur. Kişi harcadıkça zenginliğini daha bir gözüne sokuyordur artık çevresindekilerin. Alışveriş gücünüzle, yaptığınız harcamayla etrafınızdakileri etkilemek istiyorsanız poşetinize birkaç da ‘pahada hafif yükte ağır’ ürün atın! İhtiyacınız olmasa da!.. Bu poşetinizin genleşmesini ve saydamlaşmasını hızlandırır. Diğerleri pahada da yükte de hafif olabilir. Çünkü unutmayın, en yaygın orta sınıf sapkınlıklarından olan röntgenciliğin (voyeurism) en popüler hedeflerinden biridir poşetiniz. Ardınız sıra gelen komşunuz poşetinize bakmadan edemiyordur, durup hâl hatır soran ahbabınızın gözü ister istemez poşetinize kayıyordur.

Fileli alışveriş günlerimiz

Poşet örterken açması, yarı saydamlığı sonucu taşıdıklarını daha da cezbedici hale getirir ve bu haliyle heyecan verici bir keşif sahasıdır. Eskiden file ile gidilirdi çarşıya, dükkâna. Her şey olduğu gibi ortadaydı. Ama tevazu vardı. Tüketim bir yaşama biçimi değildi. Herhalde alım gücü açısından da geniş yığınlar bu kadar bölüntülenmemişti. Herkes bir şeyler alırdı işte. Ya da file her şeyi ortaya serdiği için tıka basa doldurulmaz, açgözlülük böyle uluorta sergilenmez, çarşı pazar alışverişi ile bir statü elde edilmeye çalışılmazdı; hatta tam tersine gelir düzeyi daha düşük olanlar da düşünülür, mahcubiyet duyulurdu.

Bir de pazar çantaları yaygındı ki, bunların belli bir estetiği de olurdu. Hem alışverişin renk skalasına bir aksesuar olarak kendi de bir güzellik getirir, hem de ürünü saklayarak alışveriş eyleminin kendisini öne çıkarırdı.

Alışveriş bir zamanlar eylem olarak önemliydi. Sadece para karşılığı ürün alıp eve dönmek değildi yapılan; pazarcı ile, dükkân sahibi ile iki lafın belinin kırıldığı, kendine has bir erotizmi olan, erkek pazarcılarla kadın müşterilerin günübirlik flörtlere belli belirsiz yanaştıkları, özellikle kadınların ürünün kalitesi ve fiyatı üzerinden birbirleriyle haberleştikleri, kapalı devre haber ağı kurdukları bir platform olurdu alışveriş ortamı. Semt pazarları hâlâ bir nebze öyledir. İnsani bir iletişim ve özgürleşme ortamı, süpermarketten çok panayıra yakın.

Poşetin “estetiği”

İyi bir sanatçı her nesneyi estetik olarak sunabilir. Ben bir alışveriş poşetinin ne denli estetik olabileceğini ne denli güzel gösterilebileceğini Alan Ball’un yazdığı, Sam Mendes’in yönettiği 1999 yapımı “Amerikan Güzeli” (American Beauty) adlı filmde görmüştüm. Sağanak bir yaz yağmuru öncesinin rüzgârında uçuşan, yere değip yeniden ve yeniden havalanan bir poşet. Adeta bir dans. Ekrandaki videoyu seyreden iki gencin o poşetin dansına büyülenmiş gibi bakışları. Bir poşeti dünyanın, doğanın şiddetli güzelliğinin de doldurabileceğini kavrayışları. Fiziğin, havadaki elektriklenmenin yere atılmış bir poşet üzerindeki güzelleştirici etkisini. Müthiştir, izlemediyseniz izleyin!..

Poşetin estetiği deyince, Roland Barthes’ın “Göstergeler İmparatorluğu” (L’Empire des Signes, 1970) adlı kitabında Japonya’da hediye verme adetlerine ilişkin yazdıklarını hatırladım. Japon kültüründe hediyenin parasal değeri ya da boyutundan daha önemli olan onu nasıl paketlediğinizdir Barthes’ın anlattığına göre… Yani küçücük, hiç de pahalı olmayan bir şeyi estetik biçimde paketleyip bir poşetin içine koyarak verdiğiniz kişiye sevginizi, saygınızı ifade edebilirsiniz. Bizde de laf olsun diye “hediyenin küçüğü büyüğü olmaz” denir ama hiç de öyle değil. Batı kültüründe hediye paketi yapan görevliler var mağazalarda, marketlerde. Poşetleri cart curt yırtıp iştahla içindekine ulaşır hediyeyi alan. Paket kağıtlarını katlayıp, kurdelaları sarıp saklayan da kalmadı pek.

Poşetler üzerlerindeki market, mağaza isimleriyle tüketiciyi mobil reklam tabelalarına dönüştürmekle kalmıyor, aynı tüketiciyi gönüllü tanıtımcılara da dönüştürüyor. Ne de olsa marketler de seviye seviye artık ve gelir gruplarına göre paylaşılmış; haliyle poşet, üzerinde yazılı olanlarla da tüketicinin üstüne bir statü göstergesi yapıştırıyor.

“İyicil gösterge” olarak poşet

Birkaç yıl öncesine kadar Diyarbakır, Van gibi Kürt yurttaşların yoğunluklu olduğu illerde bir Sarmaşık Derneği vardı. Alım gücü olmayan yurttaşlar bağışlarla kurulan marketlerden ücretsiz olarak ihtiyaçlarını karşılıyordu. Batı’da gıda bankalarına (food bank) benzer bir uygulamaydı bu. Ama insanların ürünleri aldıkları mekanlar market biçiminde tasarlanmıştı ve haliyle alışveriş arabası ve poşet de vardı Sarmaşık mağazalarında. Özenmek insani bir duygu. Gelir düzeyi düşük insanlar da özenirler ellerinde poşet evlerine dönmeye. Diğer taraftan ama, yoksulluğun utanılacak bir şey haline getirildiği bir ülke burası. Poşetlerin üzerine Sarmaşık yazmamışlardı bu yüzden bu güzel sivil toplum hareketini yürütenler. Düz poşetler veriliyordu insanlara. Sarmaşık’tan yardım aldıkları anlaşılsın istemezler diye. Sarmaşık kapalı şimdi, faaliyeti yasaklandı, devlet yasakladı.

Poşetin yoksulları da sevindirdiği bir diğer yer de sol siyasi tutukluların koğuşlarıdır. O koğuşlarda komün sistemi olup, herkes elinde olan gıdayı, eşyayı ortaya koyup paylaştığı için ziyaret günleri ziyaretçisi olmayan, geliri az tutuklu da sevinir yoldaşları dolu poşetlerle geri döndüğünde ziyaret yerinden. Poşet burada yine iyicil bir göstergedir işte.

Cezaevinde başka bir işlevi daha vardır poşetin. Funda yapımında kullanılır. “Funda” ne derseniz, tarif edeyim: Bir parça ekmek içini elinizde yuvarlayıp top yaparsınız. Sonra bir poşetten bir parça koparıp içine bu ekmek topunu sararsınız. Sardıktan sonra ucunu iple sıkıca bağlar, bağın dışında kalan ağzını naylonun, çakmakla eritip mühür gibi yapıştırırsınız. Sonra bu naylona sarılı topun üstüne mesaj yazdığınız (yerine göre şifreli) kâğıdı küçücük katlayıp koyar ve yine bir poşet parçasıyla topu bir kez daha sarar, bağlar, ateşle ağzını mühürlersiniz. Her havalandırma avlusunda funda atıcılar olur ve onlar topun hangi yöne hangi şiddette savururlarsa hangi avluya düşeceğini bilirler. Elbette ikinci naylonun altında mesajın gönderildiği kişi bir şekilde belirtilmiştir.

Yasakçı ve öldürücü poşetler

Poşet, ama siyah poşet, cezaevi dışında da bir tür illegaliteye hizmet eder. Alkollü içkiler, içki satılan dükkanlarda siyah poşete konur. Herkes bilir elinde siyah poşetle giden kişinin büyük olasılıkla ne aldığını. Ama önemli olan bu değildir ki. Önemli olan içkiyi içecek kişinin genel muhafazakârlığa boyun eğmiş, bizzat kendisinin de alkol kullanımını kriminalize etmiş ya da adaba aykırı olduğunu kabullenmiş olmasıdır. Kimse içki içene saygı göstermez ama o içmeyenlere saygı göstermek zorundadır mahallede.

Poşetin örtme özelliğinin erotizmle buluşması yayıncılık sektöründe gerçekleşti. 90’lı yıllarda gazete bayileri, kitapçılar kanun zoruyla poşete sokulmuş yayınlarla raflarını doldururdu. Fakat tam da bu yayınların poşette olması iç gıcıklayıcı, vaatte bulunucu bir manzara oluşturuyordu bu gazete, dergi bayilerinde, kitapçılarda ve böylelikle satışı arttırıcı bir etki yapıyordu!..

Poşetin erotizmle ikinci buluşması ise seks ile ölümün rastlaştığı yerde korkutucu bir davetkârlık ve iradi bir irade yitimi ile ayyuka çıkıyor. Otoerotizm sırasında gerçekleşen ölümler, tanık olanları, duyanları bir gün kendilerini de bu meraka, hissin sınırlarını genişletme arzusuna kaptırabilecekleri korkusuyla ürpertiyor. Bu meraka ya da arzuya kapılanlar mastürbasyon sırasında kafalarına poşet geçirip ağzını da sıkıca bağlıyorlar. Buna  ‘hypoxyphilie’ ya da ‘asphyxophilia’ deniyor, yani oksijen alımını kısıtlayarak zevki arttırmak. Mastürbasyon sırasında kişi oksijen alımının kısıtlanmasıyla beyninde bir dopamin patlaması olacağını ve böylece daha fazla zevk alacağını düşünüyor ama 30 saniye içinde bilincini yitirmesi riski var. Polis ve adli tıp uzmanları bu türden otoerotik boğulma vakalarının son yıllarda çok arttığını belirtiyor. Oysa erotizm ile ölümün yakınlaşması çağlar boyu sanatın en cazip ana temalarından (leitmotif) biridir zaten.

Ben en çok içine dergi ya da kitap, bir de adres etiketi konulup postaya verilmiş saydam poşetleri severim. Daha posta kutusundan alır almaz, başlıkları, kapak spotlarını, arka kapak yazısını okursunuz içindeki derginin, kitabın… Poşetin içindeki, saklayacak bir şeyi olmayan, kendini kimseden sakınmayan biri gibi gelmiştir adeta size.

Yazarın Diğer Yazıları

Çiçek almak

Çiçek alanların çiçek alırken yüzlerine bir bakın. O çiçekleri kime aldıklarından ya da birine mi, kendilerine mi aldıklarından bağımsız olarak bir özgüven, bir kendinden, hayatından memnuniyet ifadesi olur bu çehrelerde

1949’da, müziğin ve aşkın bir gecesinde

Zemin tahta, masalar tahta, iskemleler tahta. Plastiğin mekan düzenlemelerini amansız bir hastalık gibi sarmadığı bir dönem bu. Duvarlar ahşap lambriyle kapalı. Ahşap lambri ile amerikan barın birbirini çağrıştıracağı dönemin başında dekore edilmiş olmalı kulüp

Kulübün yayıncı kuruluş boykotu

CHP'nin adalet dediği şey, bu haliyle devletin kurucu partisi olarak kendisinin dokunulmazlığının dost düşman herkes tarafından ve her durumda kalıcı olması kabulüdür