Gülüyor yine işte, yüzlerimize baka baka hem de. Hep böyleydi ama bu adam. Yerli yersiz sırıtmaları, gülmeleriyle tanınır biraz da.
Ve yüzü darlığından da olsa gerek bu gülüşler sırasında dikey bırakılmış küçük bir akordeon gibi büzüşür, sıkışır. Geçmiş sırları da, bugünkü hesapları da, yüzündeki bütün katalog ifadelerle beraber bu güleç akordeonun körüğünün kat yerlerine gizleniyor o zaman. Gülüşü sıkışma ile salma arasında bir yerde kalıcılaşıyor böylece. Bütün kariyeri gibi. Sıkışma, salma. Akordeon türü enstrümanların hepsinin genel olarak ‘squezze box’ (sıkıştırma kutusu) olarak adlandırılması nasıl da cuk oturuyor tam burada. Ona da ne çok şey sıkıştırıldı görev süresi boyunca.
Bu ‘küçücük fıçıcık, içi dolu turşucuk’ sempati kutusu nasıl da dünden razıydı değil mi, yakın zamandaki birkaç yılın şiddet konseptini içine çekip önce, sonra güdük bir babalanmayla kürsülerde biteviye bir ‘bolero’, bıktırıcı bir ‘rondo’, bir kanlı düğün marşı çalmaya; büzüşmüş, sıkışmış, dar gülümsemesiyle o emanet yetki diyaframından, o nefret körüğünden. Eğer o diyafram aniden bir balon gibi söndürülmeseydi, meşhur İspanyol armonika fantezisi ‘Toledo’yu (Besteci: James Moody) paralayacaktı, parçalayacaktı daha kulağımızın dibinde hadsiz akordeoncu.
Çehresinde hep bir sıkışmışlık ifadesi
Ama olmadı, itildi sahneden aşağı. O da şimdi işte o dönem topluca çalınan ölüm marşlarının kontrpuanlarından kontratak çıkarmaya çalışacak ortaklarına fırsat bu fırsat.
Şimdi onun salma sırası geldi yani. Ikına sıkına salıyor içinde tuttuklarını, biriktirdiklerini. Hiç sıkılmadan. Bu tipoloji sıkılmaz çünkü, sıkışır, sıkıştığında salar. Körük sistemi, akordeon misali. Dedim ya.
Gülmediği zamanlarda da, evet, kalıcı bir sıkışmışlık ifadesi çehresinde, hep belirleyicidir onun. Bir bozkır, bir Orta Anadolu daralması, sonra da kendi üstüne katlanması. Otoriteryan bir ideolojinin iç odalarında tepesine bir Neo-Osmanlı tokadı yemişlik hali. Bu tokadın şiddetiyle durduğu yerin derinine saplanmış gibi. Ama işte utançtan yerin dibine geçmeye de hiç niyeti yok. Onun derinliği sadece bilimsel.
Şimdi ise derin bir stratejisi olduğu besbelli. Yine sıkışmaya, sıkıştırmaya çalışıyor kendini. Kendisinden önce stratejik salınımlara başlamış olanların arasına.
Bir dönemin kokusu çıkıyor
Siyasi meteorolojinin kimi işgüzar erbabı bu salınımları bir değişim, bir demokrasi rüzgârına yoracak, egemen sınıflar bir istikrar ve refah müjdesi, sistemin restorasyon umudu olarak halka yutturmaya çalışacak. Oysa bu salınımlar sadece bir dönemin koku çıkışıdır. Bir dönemin kokusu çıkıyor. Üstelik bu koku öyle derinliklerden filan da gelmiyor daha. Sağ siyasetin hemzemin oportünizminin, faydacılığın nadasa bırakılmış sempati maskesinin hemen altından, handiyse satıhtan, içinde bahşiş verilmiş cesaret notları taşıdıkları yan ceplerden taşıyor bu koku.
Bu yazım boyunca sadece besteci Maurice Ravel’e adaletsizlik yapmaktan çekindim. Onun ‘Bolero’suna. Ama işte Bolero da böyle bir eser. Tuhaf bir cazibesi var. Bir kere girdin mi içine kolay kolay çıkamıyorsun. O döngüsel akış, o biteviye tekrarlar, o motorik ritim, o temkinli hareket, kalabalıklaşan, sonra yeniden ıssızlaşan. Her defasında aynı yere gelen. Bazen toplu, bazen yapayalnız. Ama aynı yere.
Eğer bir polisiye film çekecek olsaydım müziğinin Bolero olmasını isterdim. Artık bir cürüm mahalline dönüşmüş bir stratejik derinlik coğrafyasına geri dönüp oradan aynı sayıklamalarına başlayan bir fail olur beyazperdede. Suç mahalline geri dönen bütün failler gibi.
Yaptığıyla yüzleşmek için değil, yüzsüzleşip araya sıkışmak, oradan yeniden harekete geçmek için.