10 Kasım 2019

1989

Ben 1989'u seçiyorum en yakın iyilik yılı olarak. Belki iddialı olacak ama sadece Türkiye için değil bu dediğim. Dünyanın geniş bir parçası için de 1989 iyilikle hatırlanabilecek bir yıl olmalı. Bir iyilik anısı olmalı

Ben bir insanın bir hastalıktan iyileşmesi için yine bir iyilik anısının olması gerektiğini düşünürüm. Özellikle ruhsal hastalıklardan iyileşmesi için. Ama elbette fiziksel hastalıklardan da. Vücudun da, anatominin de, özellikle iskeletin ve kasların da bir şekilde bir hafızası olduğunu düşünürüm çünkü.

Toplumlar da hastalanır. Dünya da hastalanır. Zeitgeist (zamanın ruhu) bir Geisteskrankheit (ruh hastalığı) olarak tezahür edebilir belli dönemlerde. O yüzden toplumların da iyilik anıları olmalıdır. Unutturulmamalı, bulunup çıkarılmalıdır bu anı, anılar bazen.

Nostalji değil bu dediğim. Nostalji anıyı iyileştirir, sizi değil. Hatırlayanı değil, hatırayı iyileştirir nostalji.

Toplumlar da yakın tarihlerine bakarken böyle bir nostaljiye savrulurlar zaten sık sık. İdamların, katliamların gırla gittiği bir dönemi cumhuriyetlerinin altın çağı gibi hatırlamaya çoğunca teşnedirler.

Nostalji yoksulluğu da estetize etmeye, müsebbiblerini affettirmeye yarayabilir, dahası mağdurları mağduriyetlerini özler hale getirebilir. İktidarlar, nostaljiden gerektiğinde bir tahakküm ideolojisi de üretebilir.

Ben bildiğimiz iyilikten bahsediyorum, iyilik halinden. O yaşandığı zaman içindeki, nasıl denk gelmişse gelmiş iyilikten. İyilik konjonktüründen.

Ne kadarı benim çocukluk anım, ne kadarı sonradan edinilmiş, öğrenilmiştir, kestirmek zor bazen ama, 68 Baharı mahallemizdeki abilerin, ablaların anıları üzerinden belli belirsiz bir iyilik duygusu çağrıştırır bende hâlâ. Ne kadar güçlü bir dalgaydı demek ki.

Dediğim gibi, toplumlar iyilik anılarını kaybetmemelidir. Onu da kaybettin mi, ne kadar ince elenmiş sık dokunmuş gelecek vizyonları, tasarıları koyarsan koy toplumun önüne, ancak alay konusu olursun.

Vizyon, tıpkı sönmüş bir yıldızın dünyaya yeni ulaşan ışığı gibi bir etkiye sahip olan böyle bir anının ışığında netlik kazanır ancak.

1989 böyle bir yıldı. En yakın iyilik yılı. Yani ben 1989'u seçiyorum en yakın iyilik yılı olarak şimdi baktığımda. O yılın anıları yardımcıdır bana.

Belki iddialı olacak ama sadece Türkiye için değil bu dediğim. Dünyanın geniş bir parçası için de 1989 iyilikle hatırlanabilecek bir yıl olmalı. Bir iyilik anısı olmalı.

Elbette bu tercihi yaparken sübjektif de davranmış oluyorum bir ölçü. Davranıyorumdur yani. Ama 1989 yılında kendi hayatımda olanlara, yaptıklarıma, ettiklerime baktığımda da, görüyorum ki o yılın iyicil konjonktürü, iyilik konjonktürü epey belirleyici olmuş zaten bunlarda da.

Türkiye için, cunta sonrasında el yordamıyla kendine yol açan, yol bulan demokratikleşme süreci, 1989'da bir raya oturmuştu denilebilir.

12 Eylül askeri cuntasından sonra ilk kez 1989'da toplumsal muhalefet kitlesel olarak sokağa çıkıyor ve etkili oluyordu.

Baharın ilk üç ayına 600 bin kadar kamu işçisinin toplu vizite, iş yavaşlatmalar, çıplak ayaklı protesto gibi yasakları delici eylemlerle sürdürdükleri direniş mührünü vuracak ve emek tarihine 'Bahar Eylemleri' olarak kaydolacaktı. Her anlamda bahar gelmişti.

Aynı yıl öğrenci eylemleri de hızla ivme kazanmış, Manisalı çiftçiler hükümetin tarım politikasına karşı yürüyüşe geçmiş, feministler tacize karşı mor iğneleriyle ayaklanma başlatmıştı.

Sadece bu kesimler değil ama. 80'lerin ilk yarısında toplumun marjında yaşayan başka gruplar da turist rehberi İbrahim Eren'in öncülüğünde Yeşiller adı altında bir araya gelmeye başlamıştı zaten. 1989'da bu grupların bir dernek binası -ya da lokali diyeyim- olmuştu: Yeşil Bizans. Sıraselviler'deki tarihi ve biraz metruk binanın bir katındaki bu mekanda LGBTI bireyler, örgütsüz sosyalistler, anarşistler, metropole yeni gelmiş Kürt gençleri, eski mahkumlar, kent yoksulları, seks işçileri, anti-militaristler, sanatçılar ve daha birçok kesimden insan birbirlerine deneyim aktarır oldu o yıl. İş çıkışı Yeşil Bizans'a uğramadan eve gitmez olmuştum ben de.

1989'da dünyada da özgürlük arayışı güçlü bir dalga olarak yükseliyordu. Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov devlet başkanıydı, Glasnost ve Perestroika uygulamalarının en radikalleri yürürlüğe giriyor, SSCB tarihinde ilk kez Batı demokrasisi tarzı seçim yapılıyordu. Berlin Duvarı'nın yıkılıp iki Almanya'nın birleşeceği, Çavuşesku'nun Romanya'da kurduğu bürokratik diktatörlüğün ayaklanmayla sona erdirileceği, aynı yılın başlarında tutuklanıp birkaç ay sonra serbest bırakılan muhalif yazar Vaclav Havel'in Çekoslavakya cumhurbaşkanı seçileceği süreç daha o yılın başında hız kazanmıştı. Yıl sonuna kadar devam edecekti.

Bugün bakıldığında sosyalist blok ya da sistemin o yılki çöküşünün dünya için kötü yan etkileri olduğu söylenebilir. Ama özlediğimiz sosyalizmin kurulabilmesi için belki de sosyalizmin bu ekonomist yorumunu temsil eden bürokratik diktatörlüklerin yıkılması gerekiyordu. Bu derin bir konu, fazla girmeyeyim ama o ülkelerdeki insanlar öyle ya da böyle özgürlük talebiyle ayaklanmışlardı. Hissedilen iyi bir şeydi yani. İyi bir şey hissediliyordu.

1989'un başında benim de ilk kitabım yayımlandı: 'Evsiz Ülke Hikâyeleri'. 'Bütün evsizlere ve suçlananlara adanmıştır' ithafıyla açılıyordu öykü kitabım. O yıl Küçük İskender'le tanışmıştım. Arkadaş olduk. Onun da bir önceki yıl ilk şiir kitabı, 'Gözlerim Sığmıyor Yüzüme' çıkmıştı. Biz de eve barka sığmıyor, Galata Köprüsü altındaki Kemancı'da sarhoş oluyor, hava güzelse köprüaltında, soğuksa balıkçı teknelerinde sızıyor, sabah çorbamızı Sıraselviler'deki travesti barlarında trans kadınlarla içiyorduk. Ortaköy'e de sık gittik o yıl. Oraya gittiğimizde aynı yıl ilk öykü kitabı 'Melek Defteri'ni çıkarmış olan sinemacı Nur Akalın ve şair ve ressam Sami Baydar da bize katılırdı. Sami de, İskender de gitti. Bir daha da benim de öyle bir arkadaş grubum olmadı.

İşte o dönemde Sıraselviler'de tanıştığım bir trans kadını, Şoray'ı, 1989'un ikinci yarısında Güneş gazetesinde kurduğum gençlik servisine muhabir olarak almayı başaracaktım. Türkiye medyası için yeni bir durumdu bu, sanırım.

O yıl Cizre'nin Yeşilyurt köyünde jandarmaların Kürt köylülere dışkı yedirmesi ile ilgili resmi soruşturma başlatıldı. Bu önemli bir gelişmeydi. O güne kadar Bölge'deki benzeri ağır insan hakları ihlali kapsamına giren olaylar kamuoyundan bir şekilde gizleniyordu. Durumun vahameti belki de ilk kez devlet tarafından kabul edilmiş oluyordu böylelikle. Aynı yıl SHP, Kürt Raporu'nu yayımladı. Ve anadil yasağının evrensel hukuka aykırı olduğunu bu raporda ifade etti.

Cezaevlerinde de direniş vardı, siyasi tutsakların kitlesel açlık grevleri sürüyor, bir grup kadın açlık grevlerine destek amacıyla siyah kıyafetlerle sokağa çıkıyordu.

Dünyadaki özgürlük rüzgarları, o baharda Çin'e, Tiananmen Meydanı'na ulaşmıştı. Binlerce öğrenci devletin üzerlerine gönderdiği tanklarının altına yatıyor ama meydanı terk etmiyordu. Talepleri daha fazla özgürlüktü.

Güney Afrika'daki apartheid rejimin sonunun başlangıcı da 1989 yılı olarak kabul edilir. O yıl ırkçı yönetim ilk kez 20.000 ırkçılık karşıtı protestocunun Johannesburg'da büyük bir yürüyüş yapmasına izin vermek zorunda kalmıştı.

1989'da Türkiye'de ve dünyada sokaklar özgürlük talepleriyle şenlenirken, gazeteci Tuğrul Eryılmaz öncülüğünde Sokak dergisi yayımlanmaya başladı. Sokak, kurumsal medya ve kurumsal siyasetin sesini kısmaya çalıştığı bütün kesimlerin talep ve deneyimlerini sayfalarına taşıyan radikal bir haftalık dergiydi.

İlk sayıdan itibaren 4'üncü ve 5'inci sayfalarda 'öne çıkanlar' başlığıyla iki genç insan tanıtılıyordu Sokak'ta. İlk sayının ilk 'öne çıkan'ı ben olmuştum. Öykü kitabım vesilesiyle. Dergiye söylediğim bazı sözlerin o yılın duygusunu iyi anlattığını düşünürüm. "Neden yazıyorsun?" sorusunu şöyle cevaplamışım dergide: "Yalnızlığımı başkalarıyla paylaşabilmek için, kullanmaya zorlandığım dilin dışında, istediğim tarzda özgürce kullanabileceğim bir dilin varlığını duyurabilmek için…" Sonraki satırlarda, "sanat adına yola çıkan çok kişinin ciltlerce kitapta anlatamadıklarını çingenelerin, sokak çocuklarının, fahişelerin bol yanlışlı kısacık cümlelerle en iyi anlattıklarına inandığımı" da eklemişim.

İşte yukarıda sözünü ettiğim Güneş gazetesi maceram da böyle başladı. Asil Nadir'in satın aldığı Güneş gazetesinin başına İngiltere'den getirdiği Metin Münir, Sokak dergisinde benim bu sözlerimi okuyor ve beni gazeteye davet edip bir gençlik servisi kurmamı istiyordu.

O dönemin Güneş'i gibi bir gazete bir daha olmadı Türkiye'de. Her sayfa belli bir temaya ayrılmıştı. 'Çevre', 'İnsan Hakları', 'Genç Bakış', 'Kadın' gibi disiplin başlıklarıyla. Ben Genç Bakış sayfasını yönetiyordum ve iki defa gazeteyi toplatmayı başarmıştım.

Bu gazetenin toplatılma olaylarından ilki Güneş gazetesi ile Sokak dergisini buluşturmuştu. O yıl ilk kez bir vicdani retçi kamuoyunun önüne çıkmaya karar vermişti. Aynı gün hem Güneş'in Genç Bakış sayfasında hem Sokak dergisinde vicdani retçi Tayfun Gönül ile birer söyleşi yayımlandı ve bunun üzerine gazete de, dergi de toplatıldı ve 155'inci maddeden dava açıldı. Tayfun da genç yaşta gidenlerden oldu sonra.

1989'da başörtüleri nedeniyle okula alınmayan muhafazakâr üniversitelilerin eylemlerinin de kitleselleştiği yıldı ve çok sayıda sosyalist öğrenci de arkadaşlarına bu eylemlerde destek veriyordu.

Nereden nereye?

Ama iyilik yılları, iyilik anısı olmuş konjonktürler böyledir. Bütün ezilenler, ötekileştirilenler, sömürülenler ayrı ayrı alanlarda ve alanlardan bir araya gelerek oluştururlar o iyilik ortamını.

Toplumsal kutuplaşmanın, sağ popülist rejimlerin, ırkçılık ve siyasallaşmış dinin bugünkü seviyesinde zor anlaşılabilecek dönemlerdir bunlar. 1989 böyle bir yıldı.

Türkiye'de toplum olmanın, dünyada da filozof Kant'ın iki asır önce tasarladığı türden bir Völkerbund (halklar federasyonu) oluşturmanın fırsatının ışıldadığı bir yıl.

30 yıl önceydi, bir iyilik yılıydı 1989.

Yazarın Diğer Yazıları

Çiçek almak

Çiçek alanların çiçek alırken yüzlerine bir bakın. O çiçekleri kime aldıklarından ya da birine mi, kendilerine mi aldıklarından bağımsız olarak bir özgüven, bir kendinden, hayatından memnuniyet ifadesi olur bu çehrelerde

1949’da, müziğin ve aşkın bir gecesinde

Zemin tahta, masalar tahta, iskemleler tahta. Plastiğin mekan düzenlemelerini amansız bir hastalık gibi sarmadığı bir dönem bu. Duvarlar ahşap lambriyle kapalı. Ahşap lambri ile amerikan barın birbirini çağrıştıracağı dönemin başında dekore edilmiş olmalı kulüp

Kulübün yayıncı kuruluş boykotu

CHP'nin adalet dediği şey, bu haliyle devletin kurucu partisi olarak kendisinin dokunulmazlığının dost düşman herkes tarafından ve her durumda kalıcı olması kabulüdür