2. Futbol Zirvesi dün İstanbul’da gerçekleştirildi. Siyaset ve spor dünyasının ünlü isimlerinin yer aldığı zirvede yapılan konuşmalar son derece dikkat çekiciydi.
En sonda söyleneceği başta söyleyerek yazıya giriş yapalım: bundan sonra hiç kimse Türkiye’de spor ve siyaset iki ayrı kurumdur ve bunları birbirine karıştırmamak gerekir tarzında cümle kurmaya kalkmasın! Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı'nın yaptığı konuşmayı tamamlama cümlesinin: "…17 Nisan sabahı ‘evet’ diyen bir Türkiye ile uyanmak dileğiyle" olduğu bir yerde fazla söze gerek kalmaz.
Federasyon başkanının yaptığı konuşma içerisinde kullanmış olduğu sözleri olaydan haberi olmayan birilerine okutun ve bu sözleri kim söylemiş diye sorun size verecekleri cevap büyük bir ihtimalle bakanlarımızdan bir tanesi şeklinde olacaktır. Yıldırım Demirören şu cümleler ile hem kendi yerini hem de federasyonun nerede durduğunu ortaya koymaya çalışıyordu:
“Artık biz Avrupa’yı izleyen değil Avrupa tarafından izlenen, takip edilen belirleyici bir ülke haline geldi. Yapacağı belirlenen değil belirleyici bir ülke konumuna ulaştık.”
Bu sözler siyasetin diline yakışan sözlerdir buna karşın içinden geçtiğimiz süreç içerisinde bizde her şey birbirine karıştığı için burası da karışmıştır. Konuşma içerisinde ekonomisi güçlü olan, devleti güçlü olan ülkelerin futbolda da başarılı olduğu tespitine örnek olarak artık şubat ayında 3 takımla yarışır hale geldiğimiz vurgusu yapıldı. Artık tesadüfen değil ekonomimizin gücüyle Avrupa’da üst noktalara geliyoruz cümleleri telaffuz edildi.
Oysa 2002 yılındaki dünya üçüncülüğümüzden bu yana gerek dünya gerekse de Avrupa futbolundaki organizasyonlar içerisinde gerek kulüp gerekse de milli takımlar düzeyinde giderek daha kötü sonuçlar alıyoruz. Ortada başkanın söyledikleri ile uyuşmayan bir durum söz konusu ancak sayın başkan her defasında olduğu gibi yine Türk futbolunun çağ atladığından ve futbolumuzun marka değerini yükseltmemiz gerektiğinden dem vurmaya devam ediyor. Boş stadyumlardaki seyirci sayısının arttığını söyleyerek marka değeri meselesini nasıl gördüğünü de aslında ortaya koymuş oluyor.
Üzerinde ısrarla durulması gereken hususlardan bir diğeri ise federasyon başkanının prompter ekranına bakarken yaptığı konuşmadaki çekingenliğinin yanı sıra yüzüne yansıyan sıkıntıydı. ‘Devrim niteliğindeki hareketlerde bir günde sonuç alınmaz’ diyen sayın başkana devrim denilen kavramdan ne anladığını sormak gerekiyor. Bu soruya sayın başkanın ‘futbol bir oyundur, futbol bir spordur, futbol bir kaynaşma aracıdır’ şeklindeki yaklaşımını da sormak gerekir. Aynı konuşma içerisinde marka değerini yükseltmek gerektiğinden bahsettiği futbol ile oyun diye nitelendirdiği futbolun aynı olmadığı gerçeğini herhalde kendisi de gayet iyi biliyor.
Endüstriyel futbol bir oyun değildir, tam anlamıyla bir iş’tir. İçinde bulunduğumuz dönemde futbolun oyunsal nitelikleri kaybolmuş ve yerini ekonominin belirleyici olduğu düzenlemeler almıştır. Zaten böyle olduğu için de işin içerisinde bu kadar büyük paralar ve ihaleler dönebilmekte ve marka kavramı ön plana çıkartılabilmektedir.
Ekonominin ve medyanın birlikteliği üzerinden irdelememiz gereken bu yeni dönemin spor dinamiklerine siyaset kurumunu da eklediğiniz takdirde üçgen tamamlanmaktadır. Biz de olan da tam anlamıyla budur ve siyaset ile ekonominin-medyanın birlikteliği arasında şekillenen futbol dünyamız da bundan bağımsız değildir.
Futbolun zirvesinden bahsedilen buna karşın futbolun en büyük paydaşı olan taraftarların yer almadığı, bu alanda kafa yoran insanların bulunmadığı bir organizasyon şaheseri var karşımızda. Ekrana her çıkan karakterin sayın cumhurbaşkanımızın futbolu ne kadar iyi bildiği ve futbolumuza ne kadar büyük katkılar yaptığını söyleme konusunda birbirleriyle yarıştıkları bir zirve.
Oysa bu kadar futbolu iyi bilen ve futbol kulüplerine bu kadar destek olan bir cumhurbaşkanının olduğu yerde futbolun çok daha iyi konumlarda bulunması gerektiği gerçeğini dile getiren hiç kimse yok! Futbol federasyonu ve kulüpler birliği birlikteliği ile hazırlanan etkinlik için yurt dışından getirilen uzmanlar ve eski futbolculardan futbolumuzun geleceği hususunda bize yol göstermelerini talep ediyoruz.
Oysa yukarıda sayın federasyon başkanı bize tam tersini söylüyordu; biz takip eden değil takip edilen ülke haline gelmiştik. Türkiye futbol direktörü Fatih Terim "Burada kim ne bilmek istiyorsa, kimin aklında ne varsa öğrenebilir" diyordu konuşmasında, ancak her ne hikmetse bizler Avrupa Şampiyonası'nda neler olduğunu ya da yabancı oyuncu sınırlaması ile ilgili yapılan düzenlemelerde nasıl bir mantığın işlediğini halen bilmiyoruz.
Konuşmacı olarak buraya gelen isimler kendi deneyimlerini anlatırken aslında Amerika’yı yeniden keşfetmiyorlar. Kulüp yapılarını denk bütçe içerisinde sağlıklı bir şekle getirmek için yapılacak adımların neler olduğunu söylüyorlar. Zirvede konuşan UEFA finansal fair play direktörü Andrea Traverso’da tam bu noktada eleştirilerini sıralıyordu:
"Türkiye sürekli transferde zarar eden bir lige sahip. Alman takımlarında yüzde 52 olan maaş oranı Türk takımlarında ise yüzde 80. Yani transfer sonuçları iyi tablo çizmiyor…Türkiye’de kulüplerin dernek yapısı günümüze uygun değil. Bu yapı mal i durumu da olumsuz etkiliyor."
Teşhis ve tedavi aslında çok net bir biçimde ortada ancak siz buna uymamak konusunda ısrarlı davrandığınız müddetçe yapacağınız zirvelerde havanda su dövmenin ötesine geçilemez! Bütün bunlar futbolu zirvelerden zeminlere indiremediğimiz için olup bitmeye devam eder. Futbolun gerçek sahiplerinin hiçbir zaman olan bitenin içerisinde yer almadıkları, ‘mış gibi’ yapılan zirvelerin ardı arkası ise hiç kesilmez. Böyle olduğu için de tüm yapılanlar sorunlarımıza değil merhem olmayı, olan bitenin aslında ne olduğunu bile anlayabilmemize olanak sağlayamaz. Sadece bu organizasyonları düzenleyenlerin her seferinde bakın ne kadar büyük işler yaptık demelerinin önünü açabilir.
Zirveden kulüp başkanlarının birbirleriyle el sıkışma fotoğrafları, tarihi an olarak sunulan görüntüler kalır. Bir de burada açıklamalarda bulunan isimlerin söyledikleri ile tarihe düştükleri notlar. Ki o notlar aslında neden bu halde olduğumuzu da net bir biçimde ortaya koymaktalar. Futbolumuzun dünya vitrinindeki en önemli ismi Arda Turan’ın açıklamalarına şöyle bir bakın ne anlıyorsanız futbolumuz da aslında tam o durumda:
"…Biz her konuda, ekonomik ve görsel açıdan iyi olduğumuzu düşünüyorum. Bence hiçbir oyuna gelmeden, hiçbir tuzağa düşmeden 2024’ü mutlaka almalıyız. Gelişiyoruz, iyi yönde devam ediyoruz. Sabıra ihtiyacımız var. Umarım ülkenin 20-30-50 yılın ülkesi çok daha iyi olacak. Bu kadar genç nüfusun bu kadar iyi tesislerle bu kadar iyi eğitimle başarılı olmaması mümkün değil."
Son bir notta olup bitenleri haber değeri adı altında bizlere aktarmakla görevli olan medya üzerine söylemeliyiz. Artık ülkemizdeki futbol medyasının yaşananları haberleştirme şekli tamamıyla politize hale dönüşmüştür. Bu yüzden de futbol medyası futbolumuzun asli sorunları hususunda eleştiri yapabilme yeterliliğine artık haiz değildir. Naklen yayın ihalelerinden futbolumuzun ne kadar güçlü ve ligimizin ne kadar zevkli olduğuna kadar bir dizi klişe üzerinden yürütülecek haberlere, yorumlara hazır olun! Hep birlikte futbolumuzu zirveye doğru değil dibe doğru götürdüğümüzü ve bu yolun sonunun karanlık olduğunu söylemek için herhalde yabancı uzman olmak gerekiyor!