30 Ağustos 2017

Zafer’in bayramı

30 Ağustos tarihi bu özel olma vasfını fazlasıyla hak eden bir gündür

Sembolik anlamda konuşacak olursak 30 Ağustos tarihi bu topraklarda işgalin sona ermesi anlamına gelmektedir ve ardından gelecek olan bütün gelişmeleri de müjdelediği için son derece özel ve bir o kadar da anlamlı bir gündür. Destansı bir taarruz öyküsünün nihayete erdiği ve düşman askerlerinin İzmir limanına doğru sürülmeye başlandığı tarihtir. Peki üzerinden geçen bunca zamana karşın biz neden ülkemizin kuruluşuna vesile olan bu bayramı hiçbir dönem gerçek anlamında kutlayamadık! Halk ile onu yönetenler arasındaki çizgiyi belki de en fazla aşmamız gereken tarih olan 30 Ağustosları, her defasında es geçmek suretiyle bayramları, bayram tadında yaşayabilmeyi beceremedik!

Cumhuriyeti kuran kadronun ardından bıraktığı miras hususunda hiçbir zaman gerçek anlamda bir tartışma yapamadığımız gibi, 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim ve 30 Ağustos tarihlerini de bütün ülke yurttaşlarını bütünleştirebilecek günler haline dönüştüremedik. Sınıfsız kaynaşmış, imtiyazsız bir kitle şiarı ile yola çıkanların bu yolda maalesef istedikleri sonuçlara ulaşamamış olmaları ile makasın daha da açıldığı bir toplumsal sistem içerisinde yaşamaya başladık. Bu tarihler ilerleyen yıllarda birer sembole dönüşürken, ülke içerisindeki kitlesel karşılıklarında da bir farklılaşma oluştu. Sistem içi mücadeleler ve ardından yaşanan ideolojik çekişmeler sonrasında hep iddia etmemize rağmen hiçbir zaman gerçek anlamda bir ‘biz’i oluşturabilecek bir süreci oluşturamadık! Her zaman ‘biz’den olanlar ve ‘biz’den olmayanlar üzerinden yürütülen bir kayıkçı kavgası ile yaşamak durumunda bırakıldık. İktidara yaklaştıkça biz’e atfedilen değerler kıymetli buna karşın ondan uzaklaşma durumunda ise tam tersi şekilde bir değersizlik durumu üretilir hale getirildi.

Velhasıl kelam milli bayramlar olarak üzerinde durduğumuz bütün bu tarihler, oldum olası bir takım kısır çekişmelerin yansıdığı günler olarak tarihsel belleğimizde yer almaya başladılar. Tarihimizle yüzleşememenin ve onu gerçek anlamda kabullenememenin ikilemleri içerisinde hem çocuklarımıza gerçek anlamda tarihlerini öğretemedik hem de tarihi bir türlü reel hayatımızın içerisinde bir yerlere oturtamadık. Bu ise bizlerin gündelik hayatları içerisinde tarih ve tarihe mal olmuş şahsiyetler ile kurmuş olduğumuz bağlantının her zaman biraz problemli bir hal temelinde yükselmesine yol açtı. Tarihimizde önem arz eden günlerimiz de bu anlayıştan etkilendi ve önümüze her zaman askeri bir tonlama ile kutlanan resmi bayramlar çıkartıldı. Bu özel günleri sivil hale dönüştüremedik ve her seferinde biraz daha fazla protokolün ağırlığı altında resmi geçit haline dönüşmesini izlemeyle yetindik. Böylesi bir yaklaşım ise beraberinde sadece öğrencilerin ve onların velilerinin iştirak etmek durumunda kaldıkları bir bayram kutlaması ile sonuçlandı. Öğrencilikleri biten gençler bir daha kendi çocukları dünyaya gelip bu kutlamalarda yer alıncaya kadar bu geçitlerden uzaklaştılar. Bu ruh hali ise resmi bayram günlerimizin bir arada coşku ile kutlamamızın önüne geçti. Her tören günü ekranlarda aynı cümlelerin kullanılmasına karşın halkın büyük bir kısmının iştirak etmediği törenler silsilesi tam tersi bir biçimde bize gösterildi.

Ulusların kaderlerini belirlemede özel olan ve üzerinde itina ile durulması gereken zamanlar vardır. Bizim toplumsal tarihimiz açısından da 30 Ağustos tarihi bu özel olma vasfını fazlasıyla hak eden bir gündür. Buna karşın binlerce şehit verdiğimiz ve destansı kahramanlık öykülerinin yaşandığı büyük taarruz süreciyle birlikte orada yaşanan insanüstü gayreti, çocuklarımıza layık olduğu biçimde anlatmayı başaramadık. Tarihi resmi bir bakış açısının içerisine hapsettiğimiz ve orada tarihsel verileri ön plana çıkarttığımız için de, yaşananların yüreklere nakşolmasını bir türlü beceremedik. Oysa bu beş koca gün içerisinde bir ulusun kaderi yeniden yazılmaktaydı ve kolay kolay anlatılamayacak olaylar bu zaman dilimi içerisinde gerçekleşti. Her şeyden önce çok uzun bir süre boyunca sadece savunma yapan bir ordunun, taktiksel bir dehanın ellerinde bambaşka bir hale büründüğünün en somut kanıtıdır büyük taarruz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk silah arkadaşlarıyla birlikte yenilmez denilen Yunan ordusunu yerle bir etmiş ve askerlerimize düşmanı denize dökme emrini vermiştir.  

Ülkelerin tarihlerindeki özel günler birbirleri ile yarıştırılmak için ortaya konulabilecek özellikler taşımazlar. Tam tersine bütün bu tarihler birbirleri ile bağlantılı bir sürecin uzantılarıdır. 26 Ağustos 1071 tarihinde Anadolu’nun topraklarını açan Malazgirt savaşını öne çıkartıp Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun önünü açan ve düşmanın yurttan kaçışını başlatan 26 Ağustos 1922 tarihini ve beş gün sonrası olan 30 Ağustos’u yok farz edemeyiz. Bu ülke için kanlarını feda eden bütün isimsiz kahramanları hangi tarihte ölmüş olurlarsa olsunlar şükranla anmak ve onlara hak ettikleri saygıyı göstermek zorundayız. İdeolojik angajmanlarımızı veyahut dünyaya bakış açılarımızı, ülkemizin özel tarihi günlerini tartışma vesilesi haline dönüştürmek için kullanamayız. Kullandığımız takdirde de burada sadece o insanlara değil, onlardan çok daha fazla bugün hayatta olanlara ve gelecekteki nesillere zarar veririz.

Milli bayramlarımızı ve ülkemizin kurucu kadrosunu konuşmalı ancak onların yapıp ettikleri üzerinden bugünden bakarak ahkam kesmeye son vermeliyiz. Günün koşullarıyla geçmişi yargılamak son derece kolaydır, güç olan ise hakkını teslim etmek ve bunun üzerinden bugün bizlerin neler yapabileceğimizi ortaya koymaktır. Bayramları yarıştırdığınız bir ortamı yaratmaya başladığınızda veya benzer şekilde tarihsel şahsiyetlerin rollerini yargılamaya ve onları yarıştırdığınız takdirde benzer bir geleceği kendinizin de yaşayabileceğini baştan kabullenmişsiniz demektir.

Özel günlerimizi ve bayramlarımızı toplumsal bilincimizi bir araya getirmede vesile olabilecek tarihler haline dönüştürmek için çaba sarf etmeliyiz. Bu günler hepimiz için çok özeller, 30 Ağustos günü bu açıdan ayrı bir konumdadır, çünkü onunla birlikte bu topraklarda bir devir sona ermiştir. Zafer’in bayramını hak ettiği ve ardından yarattığı ülkenin insanlarına armağan ettiği gibi bundan sonra kutlayabilmek dileğiyle: Hepimizin Zafer Bayramı Kutlu Olsun. 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"