Üzerinden tam otuz yedi yıl geçmiş olmasına karşın toplumsal hafızamızda canlılığını hiç yitirmeyen bir darbedir 12 Eylül 1980. Çünkü sadece bir darbe olmanın ötesinde bugün halen yaşadığımız pek çok sürecin arkasında bu, tarihi günün izleri bulunmaktadır. Ülkemizin demokrasi tarihi ve seçimle gelip seçimle gitme ilkesi konusundaki tutarsızlıkları 12 Eylül darbesi ile başlamadığı gibi onunla da nihayet bulmadı! Ama diğer bütün darbelerden çok daha farklı bir konumda kendisini hissettirmek suretiyle, ülkenin bambaşka bir seyir süreci izlemesine vesile oldu. Çok uzun yıllar boyunca bütün seçimlerde iktidardaki partilerin, muhalefet partilerine oy vermek isteyen yurttaşlarına, korku salmak için kullandıkları ‘On İki Eylül öncesine mi? Dönmek istiyorsunuz’ cümleleri, hiç ama hiç ortadan kalkmadı. Tam tersine hem koalisyonlara dönük uygulamalar için hem de farklı tercihlerin önünün kesilmesi için kullanılabilecek, birer maymuncuk haline dönüştürüldü.
1970’lerin ikinci yarısında tırmanışa geçen terör olayları ve ekonomik darboğazlarla birlikte ülkenin adım adım yeni bir darbe sürecine doğru ilerlemekte olduğu gerçeğini her nedense en çok siyasetçiler ıskaladılar! Halbuki 1960 ve 1971’de ve tabii ki aradaki darbe girişimlerini de yaşamak suretiyle, ülkenin darbe tarihine karşı uyanık olmaları gerekenlerin tam aksi şekilde davranmaları son derece tuhaftır. Adeta kendilerini gelebilecek olan darbeye karşı halk deyişiyle ‘şerbetli’ olarak görür gibi hareket ettiler. Bir araya gelmeme ve birlikte hareket etmeme konusunda öylesine ketum davrandılar ki, cenaze başında bile ayrı taraflara bakan liderlerin görüntüleri hafızalardan çıkmayacak kadar belirgindir.
12 Eylül öncesinde yaşanan terör nedeniyle binlerce yurttaşımızı kaybettik. Hatta darbenin lideri olan Kenan Evren, televizyonda yapacağı konuşmaya ilişkin şu rakamları ilave ettirir: Raporlara göre son iki yılda 5241 kişi terörden ölmüş ve 14152 kişi de yaralanmıştır. Bu rakamlar neredeyse İstiklal savaşında Sakarya Muhaberesindeki savaşta kaybettiğimiz 5713 kişi ve 18440 yaralı sayımıza yakındır. Gerçekten de her gün gazetelerin ölü ve yaralı sayılarını verdiği, bombalamaların, grevlerin, işgallerin ardı arkasının kesilmediği bir dönemden söz ediyoruz. Öte yandan tüm bu olup bitenlerin bir gece sabaha karşı sona ermesi de dikkat çekicidir. Halktaki terör ve kardeş kavgası korkusunun ortadan kaldırılabilmesinin nihai tek yolunun ordunun yönetime el koyması olarak algılatılmış olması kadar, dönemin siyasal iktidarının da bu duruma çanak tutacak şekilde hareket etmeleri de önem arz etmektedir.
Yıl dönümünün üzerinden bu kadar uzun bir süre geçmiş olmasına karşın On İki Eylül tarihinin aynı zamanda tüm ülkenin üzerinden adeta bir silindir gibi geçmiş olmasının ve geride bıraktığı mirasın halen silinmemiş olmasının da büyük bir etkisi bulunmaktadır. 1983 yılından bu yana gelen bütün hükümetlerin, tüm şikayetlerine karşın darbe anayasası ile ülkeyi yönetme istekleri dikkat çekicidir. Çünkü söz konusu anayasa ile sağlanan ayrıcalıklar ve oluşturulan kurumların, iktidarların işine geldiği gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Ayrıca bu darbe ile birlikte ülkenin üzerine giydirilmeye çalışılan 1930’lı yılların zihinsel yaklaşımı ve buna uygun ders programlarından, hayatın bütün alanlarına kadar garip bir modeli de unutmamalıyız! Aslında bir ara hesaplaşır gibi yapılan ama aslında hiçbir darbe ile hesaplaşmayı beceremeyen bir anlayış açısından 12 Eylül rejimine gösterilen sadakat ve onların gördükleri hüsnü kabul de, ne kadar problemli bir zeminde durduğumuzu ortaya koymaktadır. Apolitik bir toplumun inşasının başlangıç tarihi olarak niteleyebileceğimiz bu darbe ile birlikte ülkemizde zaten sıkıntılı olan örgütlülük tamamen budanırken, toplumun okuryazarları ile olan bağı da kopartılmıştır. Binlerce kişinin işkencelerden geçirildiği, insanlık dışı uygulamalara maruz bırakıldığı ve kaybedildiği bir sürecin sonunda geriye kalan acımasız bir yıkım sürecidir. Kaybolan yıllar ve kaybedilen binlerce gencin hayalleri, umutları ve tabii ki bu ülkenin insan kaynağının yok oluşudur.
12 Eylül süreci başta gençlik olmak üzere toplumun bütün kesimlerine nizam ve intizam verme gayreti ile hareket etmek suretiyle tüm ülkeyi askeri sınırların içerisine hapsetmiş ve tıpkı oradaki gibi yönetebileceğini sanmıştır. Bugün halen süren pek çok anlayışın arkasında bu zihniyetin ayak izleri durmaya devam etmektedir. Öte yandan 12 Eylül ile hesaplaşmamızı tamamlayamadığımız için de bu dönem öncesinde olup bitenler hakkında tıpkı daha önce olduğu gibi farklı ideolojik suçlamaların ötesine bir türlü geçemiyoruz. Oysa toplum mühendisliği kavramsallaştırmasıyla yola çıkanların yaratmış oldukları darbelerin sonucunda kaybettiğimiz canların dışında demokrasiye dair umutlarımız ve geleceğe dair hayallerimizi de toprağa gömdük. Siyasetçilerin yaşadığımız bütün bu olumsuzluklar içerisindeki rollerini bir tarafa koymalıyız. Tabii bu ülkenin yurttaşları olarak hepimizin de yaşananlardaki dahli konusunda da etkisi göz ardı edilemez. Ama aynı zamanda ülkedeki kardeş kavgasını bitirmek için yola çıkanların, bugün gelmiş olduğumuz noktada ki sorumlulukları da geçiştirilemeyecek kadar büyük ve yakıcıdır!
Bir sağdan bir soldan diyerek hakkaniyetli davrandığını ileri süren askeri yönetimin, yaşını büyütmek suretiyle bir çocuğu idam etmesi, darbenin yıl dönümünde unutulmayacak olaylardan sadece bir tanesidir. Diyarbakır ve Mamak Cezaevlerinin geriye bıraktığı unutulmaz insanlık dramları ve yaşatılan insanlık dışı uygulamalar yine aynı şekilde tarihteki yerini almıştır. On iki Eylül’ü diğer tüm benzerlerinden ayıran ise hiç kuşkusuz hem yapıldığı tarihi hem de sonrasını biçimlendirebilme korkusunu milyonlarca insanın iliklerine dek işleyebilmiş olmasıdır. Ama ne hazin bir durumdur ki, bu darbenin mimarlarını bugünün gençliği sadece eski bir devlet büyüğü ve ressam olarak tanıyorlar! Yaşananları hiçbir ideolojik kesim kendi perspektifi üzerinden tam olarak resmedemediler! Ne sağ ne de solun üzerlerinden geçen bu silindir karşısında, geriye kalanlar hususunda bugünün gençlerini aydınlatacak çalışmaları yeterince bulunmuyor olması son derece acıdır.
12 Eylül bu ülkede tarihin artık başka türlü tecessüm edeceğini göstermesi açısından önemli bir kavşak noktasıdır. Buradan sonra gerek ekonomik, gerek toplumsal gerekse de siyasal tarihimiz artık hiçbir zaman eskisi gibi olmamıştır. Yepyeni bir insan tipinin ve onunla birlikte bambaşka alışkanlıkların ortaya çıkacağı bir dönemin kapısını ardına kadar açan yine bu Eylül rejimi olacaktır. Ülkeye giydirilmeye çalışılan korporatist yapı kısa bir süre sonra çökmüş ama altında ülkemizin işçi sınıfı ve düşünce dünyası da kalmıştır. Sağın ve Solun birlikte yok var sayılması ile birlikte dolaşıma sokulan yaklaşımın sonuçlarını ise geçtiğimiz yıl hep birlikte yaşadık. Bugün Atatürk konusunda yaşanan tartışmaların arkasında yine bu darbecilerin yaratmış oldukları formülün ve aşırı Atatürk vurgusunun da etkileri olduğu gerçeğini de göz önünde bulundurmak durumundayız. Tıpkı sıkıyönetim ilan edilen kentlerdeki terör olaylarının önüne nasıl geçilemediği sorusu gibi On iki Eylül’ü gerçekleştirenlerin şartların olgunlaşması için bekledikleri gerçeği can yakıcı bir soru olarak orta yerde durmaya devam etmektedir.