Ülkemizde son dönemde hep aynı olayların tekrar tekrar yaşandığı bir atmosferi solumak zorunda bırakılıyoruz. Sistematik hale dönüştürülen bir karalama kampanyası var ve bunun üzerinden başta sosyal medya üzerinden olmak üzere, sürüp gitmekte olan tam tersini ispat edebilme yarışı söz konusu. Hakaret içeren ifadeleri birbiri ardına sıralamaktan beis görmeyen ve kendilerine ‘üstat’ yakıştırması yapılanların açıklamaları gerçekten de can sıkıcı. Ama bunun karşısında müdafaa etme girişimleri ve sürekli olarak bir milyona ulaşmalıyız gibi uygulamalarda bulunmanın da, tam anlamıyla kem sözüsöyleyenlerin işlerine geldiği kanaatindeyim.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk üzerinden yürütülen ve ona erişilemediği noktalarda İsmet İnönü ile devam ettirilen yaklaşımlar tesadüf olmasa gerektir. Buna karşın ülke insanlarının bir kesiminin her defasında bu karalama kampanyası karşısında infial göstermeleri de çözüm üretebilecek bir eylem tarzı değildir. Çünkü tüm yapılanlara karşı gösterilen tepkileri hayata geçirenler, yaptıklarıyla karşı tarafa değil sadece kendi cenahlarına ulaşabiliyorlar. Oysa asıl ulaşmaları gereken yanı başında, onlarla birlikte yer alanlar değil tam aksine karşılarında olanlar olmalıdır.
Tabii bir de burada küfür etmeyi maharet sanan zavallılar var. Ölmüş bir insana ve onu dünyaya getiren annesine yönelik küfür ederek, iyi bir halt ettiğini zannedenlerin her şeyden önce acizliklerini gizleyemediklerini tam aksine her küfürle beraber biraz daha fazla ortaya koyduklarını dillendirmeliyiz. Küfür eden bu arkadaşlar, benzer küfürlerin kendilerine edilmesi karşısında nasıl bir tepki verebileceklerini söylemeye bile gerek yok! Yine de onların düştüğü tuzağa düşmeden tam aksine kelimelerin gücünü kullanmak çok daha etkileyici olacaktır.
Sembolleri kendilerine hedef olan seçenler açısından heykelleri yıkıp yerlerde sürüklemek ve bu yapılanla övünmek cesaret verici olabilir. Buna karşın sembolleri ortadan kaldırarak fikirleri ortadan kaldırmış olamazsınız. Heykelleri yerlerde sürüklemek, resimleri indirmek, yarattığı etkiyi yok etmeye çalışmak, öyle düşünebildiğiniz kadar kolay olmayacaktır! Çünkü bir fikri sadece sembolleri ortadan kaldırarak yok edemezsiniz, tam aksine daha da güçlenmesine yol açacak biçimde bir ortamın yaratılmasına yol açarsınız.
Ülkemizde Kemalizm adına özellikle 1980 darbesi sonrasında gerçekleştirilen akıl dışı uygulamalar sonucunda dogmatik bir modelle birlikte kitleleri baskı altına aldık. Sonuçları çok acı olan ve tam aksi tepkilere yol açan bir sürecin önünün açılmasına neden olan yılları yaşadık. Osmanlının son döneminde başlayan kültürel ve toplumsal ikiliği ortadan kaldıramadığımız gibi 1950 sonrasında bu ikiliği daha da katmerleştirecek uygulamaları hayata geçirdik.
Laiklik ile Din arasındaki dengeyi her nedense biz her defasında şaşırtıcı bir şekle sokmak suretiyle bambaşka bir sürecin önünün açılmasına yol açtık. Her iki taraf içerisinde de birbirlerinden nefret eden ve birbirlerinin yaptıkları her eylemi, kullandıkları her sözü toptan reddeden bir kitle var. Bu kitleyi dönüştürebilmeniz neredeyse imkansız ve hayatlarını bu sekterlik içerisinde sürdürme eğilimindeler. Buna karşın daha ılımlı olan ve öğrenmeye daha açık olan milyonlar üzerinde etkide bulunabilme şansınız hala var.
Ancak bu etkide bulunmanın yolu, daha en başından köprüleri atacak uygulamaları hayata sokmaktan geçmiyor! Tam aksine herkesi kucaklayacak uygulamalara ve herkesi farklılıkları ile benimseyebilecek modellere ihtiyacımız var. İşte bu anda kitlelerin sinir uçlarını harekete geçiren açıklamaları yapan, söz konusu kişileri kaale almak ve onlara tıpkı onların yaptığı şekilde yanıtlar verebilmek için yarışmak, çıkar yol olmayacaktır.
Ülkemiz insanları açısından zaten çok kabul görmeyen örgütlülük meselesi, sanal alem sonrasında daha da sıkıntılı bir duruma düşmüştür. Protestosunu klavye başında gerçekleştirmek suretiyle rahatlayan ve gazı alınan milyonlardan birisi olan kişiler açısından, söylediklerim herhangi bir anlam içermeyecektir. Öte yandan tıpkı ülkenin kurucu kadrosuna ağız dolusu küfür etmeyi maharet sananlar da olduğu gibi burada da çok farklı olmayan bir durumla karşı karşıya kalıyoruz.
İleri geri konuşanlara veyahut küfür edenlere karşı aynı dilden yanıt veren ve onların söyledikleri karşısında hep bir fazla söz söylemeyi maharet sayanlar korosu. Birisi çıkıp kurtuluş savaşını keşke Yunanlılar kazansaydı gibi bir laf etmiş. Karşısında hemen senin zaten ne olduğun belli cümleleri ile başlayan ve ardından hemen cinsiyet temelinde kadınlar üzerinden yürütülen bel altı vuruşlar, ağız dolusu edilen küfürler.
Sevelim sevmeyelim, beğenelim ya da beğenmeyelim bu ülkede birlikte yaşamanın yollarını bulmak durumundayız. Aksi takdirde hepimiz açısından cehennem haline dönüşmesi kaçınılmaz olacak bir gidişin önünü, elbirliği ile açmış olacağız. Birbirimizi sevmeden yaşayabiliriz ama birbirimize saygı göstermeden bir arada yaşayabilme imkanımız daha baştan ortadan kalkacaktır. Çünkü devreye kişiselleştirdiğimiz egolarımızın girdiği bir anlayış sonrasında karşımızdakini ezmeye odaklanan yaklaşımımız önce öfkeye sonra da hızla nefrete ve zarar vermeye dönüşecektir.
Gündelik olanın halen sürdürülebilir bir seviyede devam etmekte olduğu ilişkiler kümesi açısından tüm bu söylenenler hayal gibi gelebilir. Ancak hiçbir kötülüğün bir anda ortaya çıkmadığı gibi hiçbir ayrışma süreci de bir anda gerçekleşmez. İşte bu yüzden başta birbirimize olan karşılıklı bakış açımızdan başlamak üzere, kendimizi yeniden tarif edecek bir anlayışa ihtiyacımız olduğunu görmemiz gerekiyor.
Her gün karşımızdakileri daha da öfkelendirecek bir dil kullanmak, aşağılamak veyahut sinir etmek türünde davranışlarda bulunmak ne yapana ne de bunlara maruz kalanlara bir çıkar sağlayabilir. Tam aksine yapılan her türlü aşağılayıcı hareket, beklenilenin aksine safları sıklaştırmaya yarar. Bir zamanlar Kemalistlerin yaptıklarından şikayette bulunanların benzer şeyleri yaptıkları ve hiç olmadıkları kadar kendilerini eleştirdiklerine benzedikleri bir yerde yaşıyoruz. Devletin karşısında bireylerine bir türlü yaşam hakkı tanımayan ve bu doğrultuda asgari düzeyde demokrasi kültürünü bile yok farz edebilen bir anlayışla karşı karşıyayız.
Mağdurlarla mağrurlar arasındaki ince çizgide, söz konusu olan zihinsel kurguyu değiştiremediğimiz müddetçe hepimizin aynı git gelleri yaşayacağımızı ıskalamamalıyız. Bu ülkeyi kuran kadronun hatalarını, günahlarını ortaya koymakla onlarla hesaplaşmaya çalışmak ayrı şey değildir. Yapılanların ötesine geçebilecek bir aşamaya gelebildik mi? Çok konuştuğumuz ama buna karşın gerçek anlamda hiçbir zaman anlayamadığımız cumhuriyetin kazanımlarının neleri ifade ettiğinin farkına varabildik mi?
Tıpkı bir futbol maçı oynar gibi karşı kaleye gol atarak galip gelmeyi tüm sorunlarımızın çözümü olarak gördüğümüz sürece, işimiz çok ama çok zor olmaya devam edecektir. Çünkü daha en baştan bir takımı ikiye bölerek gücümüzü azaltmayı ve rakiplerimize karşı güçsüz olmayı kabul etmişiz demektir.