Ülke olarak çok farklı bir profil çizdiğimizi ve kimseye benzemediğimizi sık sık söyleyip, kendi kendimizi övmeyi çok severiz. Bulunduğumuz yerin ve kapladığımız özgül ağırlığımızın çok ötesinde bir yerlerde kendimizi konumlandırmak hoşumuza gider. Ama bir de işin reel yanı var ki, işte orada aynı hataları tekrarlamaktan imtina etmeyen ve her defasında kendi insanına sıkıntılar yaşatmayı sürdüren bir anlayış bulunmaktadır.
Bu ülkenin darbeler tarihi kadar demokrasi tarihi içinde de çok sıkıntılı, zor zamanlar yaşandığını biraz araştırma yapan herkes rahatça görebilecektir. Olağanüstü halin olağanlaştığı bir ülkeden ve o ülkenin insanlarını sürekli olarak kendilerini temize çıkartmak için önlerine binbir zorluk çıkartmasından söz ediyoruz. Burada insanlar genellikle yaşadıkları süre içinde değerleri anlaşılan, kıymetleri bilinen ve kendilerine vefa, saygı gösterilen varlıklar olarak yaşayamadılar.
Üzerinden yıllar geçtikten sonra vatandaşlıkları iade edilen, toplumsal statülerine saygı gösterilen kişiler olarak tarihteki yerlerini alabildiler. Ülkenin demokrasi ve darbeler tarihi kadar toplumsal tarihi içinde de büyük ayrışmalar ve hiç hatırlanması istenmeyen görüntüler de fazlasıyla mevcut. Maalesef doksan üç yıllık cumhuriyet tarihi içerisinde bir pota içerisinde buluşabilen ve birbirlerini ayrıştırmayan bir bütünü inşa edemedik. Liyakat sistemini hayata geçiremedik ve iktidarı ele geçiren her partinin kendi ideolojisini ve o ideolojinin adamlarını devletin köşe başlarına yerleştirmesinden öteye geçemedik!
Farklı fikirlere değil tahammül göstermek, bu fikirlerin adlarının anılması bile işimize hiç ama hiç gelmedi. Devlete kapıkulu yetiştirme sistemini Osmanlı'dan devraldık ve aynen sürdürmek suretiyle her şeyi devlet üzerinden gerçekleştirmeyi sürdürdük. Böyle olduğu için dikkatle baktığınızda zenginlerinizin de aydınlarınızın da ortak paydasının devletin dolayımı olduğunu görebilirsiniz. Kişisel hak ve hürriyetler, düşünce özgürlüğü gibi kavramların içinin ne yazık ki hiç doldurulamamasının arkasında da benzer nedenler yatmaktadır.
Partilerimizin birbirlerinden nüans farklılıkları temelinde ayrıldıkları, işçilerin, memurların ya da biraz kalbur üstü kitlenin benzer tepkiler vermeyi sürdürdüğü bir ülkedir Türkiye. Bu yüzden de bu ana damarı yakalamayı başarabilen liderler, kısa zaman içerisinde diğerlerinin önüne geçmeyi başarabilmekte ve kendi parti programlarını hayata geçirebilmektedirler. Dünyanın hızla değişen yapısı içerisinde 1990’lı yılların sonuna kadar bu minvalde bir anlayışla yönetilmeye devam ettik.
2000’li yıllarla birlikte çevre’nin hassasiyetlerini merkeze taşıyan ve alışıldık parti örgütlenmelerinin dışında bir temele ve lider yapısına sahip olan Adalet ve Kalkınma Partili yıllarla tanıştık. İlk beş yıl içinde demokratik gelişmeler, vesayetin ortadan kaldırılması ve Avrupa Birliği ile hızla iç içe geçme sürecini yaşadık.
Teknolojinin yanı sıra yol, köprü, hızlı tren vb. gibi Türkiye’deki sağ geleneğin her daim ön plana çıkarttığı hizmet etme siyasetinin örneklerini fazlasıyla gördük. Ekonomik anlamda orta sınıflaşma olgusunun yarattığı etkileri ev, araba ve refah düzeyi anlamında yaşanan gelişmeler içinde ülke çapında hissettik.
Bu arada otuz yıldan fazladır yaşadığımız terörün çözüm süreci adı altında suskunlaştığı bir döneme de şahit olduk. Bir tarafta bütün bunlar yaşanırken öte yandan endişeli laikler olarak nitelendirilen bir kesimin ‘otoriterleşen Türkiye’ kaygıları da yükselişe geçti. Her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söyleyenler kadar bu yaşananların tamamen suni bir yapının ürünü olduğunda ısrar edenler de seslerini yükseltmeyi sürdürdüler.
Gezi parkındaki gelişmeler ve ardından yıl sonundaki 17/25 Aralık süreci ile birlikte ülke çapında başka rüzgarlar esmeye başladı. Daha fazla demokratik hak ve özgürlük talepleri kadar paralel devlet yapılanmasının, ülkenin kılcal damarlarına kadar ulaştığını ilk kez hissettik. Bu yapılanmanın ne kadar tehlikeli olduğunu söyleyenlere bir dönem gülüp geçen, onları dikkate almayan iktidarın 17/25 Aralık sonrasında bu duruma bakışı değişmeye başladı.
15 Temmuz 2016 tarihinde daha önce karşılaşmadığımız türden bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık ve eğer başarılı olmuş olsalardı daha öncekilerden farklı olarak çok ama çok başka bir yönetsel durumla tanışmış olacaktık. Yıllar içerisinde devletin her kademesine sinerken hizmet hareketi olarak baş tacı edilenlerin şimdi terör örgütü olarak lanetlendiklerine şahit oluyoruz. Bu örgütün yıllar boyunca eziyet ettiği, hayatlarını kararttığı, yok yere hapis yatmalarına yol açtığı insanların öykülerini ibretle seyrediyoruz.
İçlerinde maalesef ölenler de var ve onların ailelerinin yaşadıkları çok daha acı verici, yürek burkucu duyguları içermekte. Yüzyılın davaları olarak nitelendirilen Ergenekon, Balyoz davalarında yüzlerce insan cezaevlerine konuldu, işlerinden uzaklaştırıldı, en insani ihtiyaçlarının bile görülmesine müsaade edilmedi. Üzerinden yıllar geçti şimdi bu haksızlıklar karşısında onlara devlet olarak tazminat ödeyerek, yapılanları telafi etmeye çalışıyoruz.
Bu süreçte de en fazla hassasiyet gösterilmesi gereken yine aynı hataları tekrarlamamak, iftiralara, karalamalara ve yanlışlıklara karşı insanların hak ve özgürlüklerini korumak olmalıdır. Yeni mağdurlar, yeni sıkıntılar, yeni sorunlar yaratmamalı, insanlarımızın hayatlarını karartacak adımları atmamalıyız.
Burada suçlu ile suçsuzu birbirinden ayırması gereken ve bu doğrultuda adalet terazisini hayata geçirmesi gereken devlet birimlerine çok iş düşüyor. Nasıl ki ordu kurumu içerisindeki bütün ordu mensupları darbeci değillerse, kapatılan kurumlar içerisinde çalışan insanların tamamı da Fethullahçı terör örgütü mensubu değiller. Hatta büyük çoğunluğu hayatlarını idame ettirebilmek için buralarda çalışmak zorunda olan insanlardan oluşuyor.
Bu toplumda insanları ‘etiketleme’nin ne kadar kolay olduğunu ve o yaftanın üzerinden yıllar bile geçse silinmeyeceğini hepimiz gayet iyi biliyoruz. Yeni yanlışlar yaratmamak ve yaşadıklarımızdan dersler çıkartmak suretiyle daha demokratik bir ülkeyi inşa etmek zorundayız. Bunun için daha önce de yazdığım gibi ‘birbirimize eskisinden olduğundan çok daha fazla muhtacız.’