06 Şubat 2019

Yabancı oyuncu, marş tartışması ve futbol ekonomisi

Anadolu sınırları içerisinde oynanacak olan ligin maddi getirisi, oyunun kalitesini yükseltmediğiniz sürece artamaz!

Elimizde her geçen gün biraz daha fazla borçlanan ve borçlandığı oranda üzerindeki tartışmaların da arttığı bir süper lig bulunuyor. Öylesine tuhaf ikilemler içerisinde var olan durumumuzu tartışamıyoruz ki, olup bitenler karşısında her defasında aynı tepkileri vermeyi sürdürebiliyoruz. Oysa bulunduğumuz durumun vahametinin bilincinde olanlar, ülkenin önde gelen futbol kulüplerinin durumunun hiç de iç açıcı olmayacak pozisyonlarda olduğunu uzun yıllardır yazıp duruyorlardı! 31 Ocak itibariyle sona eren transfer piyasasına bir de bu gözle tekrar bakmayı deneyin. Karşınızda sanki UEFA ile sorun yaşamamış, hiç borcu olmayan kulüplerin olduğunu görüvereceksiniz.

Bu öylesine büyük bir illüzyon yaratıyor ki, ülkemizin futbol sahalarına bakanlar her şeyin güllük gülistanlık olduğunu sanıveriyorlar. Oysa kafa karışıklığı baki olan bir yapıda siz istediğiniz kadar başka şeyler söyleyip durun, karşıdakilerin anladıkları hep aynı şarkıdan ibaret olacaktır. Bu ülkenin futbolunda da aynı takımlar üzerinden yürüyüp giden şampiyonluklar kadar hakem tartışmaları, federasyonun taraflı tutumları ve medyanın olup biten konusundaki yaklaşımları bile hiç ama hiç değişmemektedir! Son birkaç yıldır aradan çıkan ve futbol dünyasının gerçekleri ile hiç ama hiç örtüşmeyen bir Başakşehir futbol takımı gerçeğimiz var ki o, bu yazının konusu değil. Ama böyle giderse sezon sonuna varmadan onu ve onun etrafında ortaya çıkan yeni durumu konuşmak durumunda kalacağız!

Daha öncede Türkiye’de futbolun ve bu alanda özellikle futbolcu transferlerindeki astronomik transfer bedellerinin fazlasıyla abartılı olduğunu belirtmiştim. Son beş yıl içerisinde yabancı oyuncu kuralı ile ilgili düzenlemeler üzerinden yaratılan tartışmalar içerisinde yine asıl mevzuyu kaçırdığımızı ve yaşananları sahaya on bir futbolcunun tamamının yabancı olarak çıkması üzerinden garip bir yerde değerlendirmeye devam edebiliyoruz. Tabii bu duruma Galatasaray gibi Türk olmayan takımlarla mücadele etmek üzere kurulmuş olan bir takımın oyuncuları ile oluşan fiili durum üzerinden tartışmak, beraberinde İstiklal Marşı tartışmasını da birlikte getiriyor.

İşte tam burada futbol denilen bu endüstri içerisinde var olmak isteyip istemediğimizi bir başka ifadeyle tüm enerjimizi Anadolu sınırları içerisine mi yoksa sesimizi duyurmak için yırtındığımız Avrupa’ya mı göstereceğimiz sorusunu yanıtlamamız gerekiyor. Hatta bu soruya geçtiğimiz günlerde kulüplerimizin borç sarmalından çıkartılması için can simidi olarak devreye sokulan kredi taksitlendirme uygulamasını da eklemeliyiz. Çünkü bir taraftan borç içerisinde yüzmekte olan bu kulüplerin pazarlanabilir hale dönüştürülebilmesi için bir şeyler yapmak gerekiyor. Birkaç yıl içerisinde yabancı kulüp sahipliği meselesini konuşur olma ihtimalimizin yükseldiği bir dönemi yaşayacak gibiyiz. Öyleyse yabancı oyuncu sayısını sınırlandırma düşüncesinden ziyade yönelmemiz gereken uygulamanın alt yapılardan oyuncu yetiştirmek olduğu gerçeğini artık görmemiz ve bunu hayata geçirmemiz gerekiyor.

Sadece Anadolu sınırları içerisinde oynanacak olan ligin maddi getirisi, oyunun kalitesini yükseltmediğiniz sürece artamaz! Kalite için ise daha nitelikli yabancı futbolculara ve birbiri ile daha fazla çekişme yaşayan denk bir lig yapılanmasına ihtiyaç duyulacaktır. Bu noktada hakemlerden federasyona kadar tabii medyanın da kendisini dönüştürmesi ve başka bir zihniyet içerisinde futbolu farklılaştırması gerekecektir. Aksi takdirde kendi yağı ile kavrulan ve ulaştığı sınırları kaybedecek bir görünüm vermesi çok da zor olmayacak olan bir durumla karşı karşıya kalabiliriz.

Diğer alternatif ise sınırların dışına taşan bir futbol dünyasının parçası olmayı hedeflemek ve bu hedefe doğru yürürken gerçek anlamda bir futbol ekolü oluşturmaktan geçecektir. Burada nitelikli yabancı oyuncularla birlikte oynayarak gelişen genç oyuncuların kazanacağı deneyim paha biçilmez olacaktır. Küreselleşmenin böylesine kendisini hissettirdiği bir alanı yerlileştirme denemesi yapacaksak da bunun yolu gerçek anlamda kendi öz evlatlarınızı yetiştirmekten geçecektir. Kafası karışık futbol kulüplerimiz ve onların yönetimleri açısından ise bu durum pek de mümkün değildir.

Sahaya çıkan yabancı oyuncu sayısı üzerinden yaratılan bir diğer polemik ise İstiklal Marşı esnasında meydana çıkan görünümle ilgilidir. Oysa burada da işimize geldiği zaman aynı yabancı oyuncuların asker selamı vermelerini veya bayrağımızı selamlamalarını göklere çıkarttığımızı ne çabuk unutuyoruz! Ulusal karşılaşmalar sırasında okunan ülke marşlarına eşlik etmeyen farklı etnik kökenlerden gelen oyuncular ile ilgili tartışmalar her daim olmuştur. Buna karşın futbol içerisinde milliyetçi nüveleri barındırmakla birlikte farklı kültürlerin bir araya gelebilmesine olanak sağlayabildiği için de bugün dünyanın en sevilen spor dalıdır.

Futbolumuzu medya üzerinden dolaşıma sokabilmek zorundayız ve bunu gerçekleştirebilmenin yolu daha çekişmeli ve daha kaliteli bir futbol ligine sahip olmaktan geçiyor. Bu noktada kötü futbol yönetimlerinin ülke futboluna vermiş olduğu milyarlarca liralık zarardan çok daha fazlası, bu ülkenin alt yapılarına olan güveni yerle bir etmiş olmalarıdır. Kısır çekişmelerle hem günü hem de geleceği sekteye uğratmaları ve beraberlerinde futbolu İstanbul takımları ile sınırlı bir pozisyona hapsetmeleridir. Ne yazık ki futbol federasyonları, hakemler ve futbol medyası da bu durumun aynen sürmesine omuz vermişler ve bu iktidarın parçaları aynı zamanda ortakları olarak yerlerini almışlardır.

Kadronuzda bulunması gereken yabancı oyuncu kuralına riayet etmeden hiç bulundurmaya da bilirsiniz ki Altınordu bu örneği yıllardır gözümüzün içerisine sokuyor. Veya ilk on birinizin tamamını yabancı oyunculardan da kurabilirsiniz. Buradaki asıl meselemiz futbola dair nasıl bir gelecek tahayyül ediyoruz ve buna ulaşabilmek için neler yapabiliriz? Sorunu değil her zamanki gibi sorunun etrafındaki yan öğeleri tartışmaya bayıldığımız için asıl meselemizi çözemiyoruz. Burada da marş okuyan oyuncular üzerinden sorunu çözebileceğini zanneden halbuki bu uygulamanın neden 1990’ların ortasından itibaren devreye girdiğinden bile bir haber olanlar olduğu gerçeğini kaçırıyoruz.

Paranın oyunun ruhunda yaptığı etki arttıkça bunun sadece oyunla sınırlı kalmadığını aynı zamanda oyuna atfettiğimiz anlamları da değiştirdiğini bir türlü anlayamıyoruz! Milliyetçi hatta zaman zaman ırkçıların oyuncağı olarak görülen futbol, birde bakıyorsunuz bölen değil birleştiren oluveriyor. Hatırlayın bir zamanlar ırkçı Fransız lider Le Pen: bu benim milli takımım değil diyordu. Oysa o takım 1998 yılında dünya kupasını kazanmak suretiyle Fransa’yı bir araya getiriyor ve Le Pen’in koruduğu kaleye unutulmaz bir gol atıyordu.

           

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"