Yardımcı doçentliğin kaldırılması ile başlayan tartışmalar halen devam ediyor. Çünkü bir ara kadronun yaratmayı sürdürdüğü sıkıntıları aşması beklenen düzenleme tam tersi bir noktaya geldi. Söz konusu olan unvanı kaldırıp yerine “Doktor Öğretim Üyesi” dediğiniz anda sorunlar çözülmeyecek. Hatta yapılan düzenlemelerin içerisine doçentliği ilgilendiren maddeleri de eklediğiniz zaman işler biraz daha farklılaşmaya başlıyor. Bu sefer de yine böyle oldu ve isim değişikliği ve birlikte bir miktar zam ile beraber olay, asıl meselemize hiç temas etmeden şekilselliğe mahkum bırakıldı.
Halbuki üniversite üzerine ciddi ciddi eğilmemiz gereken ve bunun üzerinden geleceğe dönük olarak projeksiyonlar yapmamız icap etmekte olan bir alan olarak daha fazla konuşulmayı hak ediyordu. Her şeyden önce bu düzenleme ile birlikte ortaya atılan bir algıyı düzeltmek gerekiyor. Yardımcı doçentlik görevini uzun yıllar boyunca sürdüren meslektaşlarımız arasında kendilerinin doğrudan doçent hatta profesör yapılması gerektiğini ileri sürenler bulunuyor. Bunun için de geçmişte yapılan yanlışlar referans olarak gösteriliyor. Oysa bu durumu anlatan çok iyi bir ifademiz bulunuyor: Su-i Misal Emsal Olmaz yani kötü örnek, örnek oluşturmaz.
Bir yardımcı doçentin 40-50 yaşına gelmiş olması onun gereken yayınları yapmadan doçentliğe yükseltilmesini gerektirmez ya da 50-60 yaşındakilerin profesör yapılmasını sağlayamaz! Yardımcı doçentliğin yaratmış olduğu problemleri ve bunu aşmanın yollarını konuşmak başka bir şeydir. Buna karşın yeni mağduriyetler ve ikilikler yaratmak ise bambaşka bir durumdur. Hakkaniyeti gözetecek ve bilim alanında bütün akademisyenlerin adalet içerisinde yükselmelerine olanak sağlayacak düzenlemeleri hayata geçirmenin önünü açmak ana hedefimiz olmalıdır.
Yıllarca hak ettiği halde kadrolarına atanamayan ve mağduriyetleri devam eden insanların da bulunduğu bir yerdir üniversitelerimiz ve bunun bir an önce giderilmesi elzemdir. Bu noktada üniversitelerimizdeki kadro sorunları sadece günümüzün değil geçmiş dönemlerin de sorunu olarak adeta bir kangren haline dönüşmüştür. Sayı arttıkça, uygulamalar arasındaki çeşitlilikler de artmakta ve bu noktada ülkemizin farklı üniversitelerinde farklı özlük problemleri yaşanmaya devam etmektedir.
Meclis’e getirilen düzenleme ile ilgili olarak basına yansıyan eğitim komisyonu raporlarına baktığımızda, meclisimizdeki siyasal partiler arasında da, birkaç konunun bir arada değerlendirilmesi ile ilgili çekinceler olduğu görülmektedir. Örneğin doçentlik sistemindeki sözlü sınavın kaldırılmasına yönelik eleştirilerden daha fazlası dil barajının düşürülmesi ile ilgilidir. Sayıları otuz bini aşan yardımcı doçentlerimizi, doktor öğretim üyesi unvanına geçirme ile ilgili olarak da çekinceler dile getirilmektedir.
Buradaki boşlukların başında doktorasını almış olanların doktor öğretim üyesi kadrosuna atanması ile ilgili olarak getirilen sınırlama ile başlayabiliriz. Öncelikle halen bu aşamada olup yıllardır bekleyen Doktor Araştırma Görevlilerinin durumu ne olacaktır? İkinci olarak kadrolara atanan ve bu yeni ihsas edilen kadroya geçirilen öğretim üyelerinin, bütün özlük hakları aynen korunacaktır ibaresine karşın oy hakkından, ana bilim dalı başkanlıklarına kadar durumlarının ne olacağının belirtilmesi önem taşımaktadır.
Her geçen gün biraz daha fazla teknolojinin kendisini hissettirdiği bir dünyada üniversitelerin yapısı da bundan etkilenmekte ve üniversiteler, bu yeni sürece adapte olabilmenin yollarını aramaktadırlar. Ülkemiz açısından da böyle bir arayışın söz konusu olduğunu ve başta araştırma üniversiteleri olmak üzere, yeni bir gidişin başlatıldığını görüyoruz. İşte bu noktada hedeflerimizi çok daha netleştirmek ve bunun üzerinden nasıl bir üniversite hayalini hayata geçirmenin yollarını aramalıyız.
Bu sürecin başarılı olabilmesi için bütün insan kaynağımızı en pozitif biçimde kullanabilecek dinamikleri hayata geçirebilmeli ve hiç kimseyi küstürmeden, olan bitenin içerisine dahil etmeyi başarmalıyız. İsimleri değiştirmenin ötesinde zihniyetleri değiştirmek üzerinde odaklanmak zorundayız. Temmuz ayında sayın Cumhurbaşkanımızın sözüyle başlayan tartışmanın ötesine geçebilmiş değiliz. Zaman hızla akıyor ve bu akışın içerisinde pek çok alanda olduğu gibi, üniversite mevzusunda da şekilselliğimizi ortadan kaldırmayı başaramıyoruz.
Büyük beklentiler ile getirilen düzenleme konusunda büyük uğraşlar veren sevgili meslektaşım Göktan Ay’ın deyişiyle:
“…Cumhurbaşkanımız müdahale etmezse, yasa, mevcut yardımcı doçentlere hiçbir yarar sağlamamış olacak…Yazık…Enerjiler yine boşa gidecek. Bekleyip göreceğiz”.