31 Ekim 2017

Türkiye’nin en büyük futbol faciası

Unutmak ve hatırlamak kavramları birbirleri ile yakından bağlantılıdır

Başlık Türkiye’de spor yazarlığını sadece maç yazmaktan ibaret görmeyen ve içinde yaşadığı ülkenin tarihine not düşme sorumluluğunu da hiç bırakmayan Kenan Başaran’ın son kitabından. Şike süreci boyunca gerek yazdığı yazılarla gerekse de ekranlarda yaptığı yorumlarla olup biteni anlamamıza yardımcı olmuştu. Arkasından da tüm o süreci anlatan Arkadan Müdahale-3 Temmuz Şike Davası Sürecini yayınlamıştı.

Aradan geçen zaman içerisinde boş durmadı ve bu kez de ülkemizin en büyük futbol faciasının üzerinden yarım asır geçtikten sonra, olup bitenleri ilk kez kaleme alma başarısını gösterdi. Kayserispor ile Sivasspor arasında 17 Eylül 1967 günü oynanan ve ilk yarının bitiminin ardından tatil edilen karşılaşmada yaşananların izini hem o günlerin tanıklıklarından hem de gazeteler üzerinden sürdürmeyi deniyor bu yeni çalışmasında.

Çalışmayı özgül kılan noktaların başında üzerinden elli yıllık bir zaman dilimi geçmiş olan bir olayın karanlıkta kalan yönlerini okuyucularla buluşturmayı başarmış olması geliyor. Sevgili Kenan Başaran bu iki kentin yıllarca birbirlerine karşı yaşadıkları husumetin ardından olup bitenin ulusal ve yerel gazeteler üzerinden nasıl yansıtıldığını ortaya koyuyor. Çarpıcı olan nokta böylesi önemli bir toplumsal trajedinin bugüne kadar bilimsel açıdan ele alınmamış olmasıdır.

Unutmak ve hatırlamak kavramları birbirleri ile yakından bağlantılıdır. Kültür dediğimiz kavram varlar ve yoklar skalası üzerine oturur. Hatırlamak kültüreldir tıpkı unutmanın da kültürel olduğu gibi. Unutmadıklarımız üzerinde durmadıklarımız ve hatırlamak istemediklerimiz bulunmaktadır. Bu ülkede yaşananların arkasından olup bitenler hakkında bir hesaplaşma geleneği inşa edemediğimiz için, olup bitenlerin sürekli olarak tekrarlanması geleneği ile çok barışık değiliz.

Çünkü bakış açımıza göre yaşananların anılması, hatırlatılması yaramızın kapanmasını engelleyecek ve acımız hiç dinmeyecektir. Oysa olup bitenleri anmadığımız, üzerinde konuşmadığımız andan itibaren yaralarımız kabuk bağlayacak ve acımızı içimizde ukde olarak kalacaktır. Öte yandan bu bakış açısı, tüm toplumu ilgilendiren kitlesel acıların da benzer bir biçimde hatırlanmasını değil unutulmasının önünü açmaktadır. Oysa toplumsal hafızayı oluşturanlar unuttuklarımız kadar unutmak istemediklerimizdir de aynı zamanda.

Bu açıdan Sivas-Kayseri olarak adlandırılan ve üzerinden elli yıl geçmesine karşın kafa karışıklığımızın hala baki olduğu bir futbol karşılaşmasını, Kenan Başaran bize bu kez bambaşka bir biçimde ele almak suretiyle, olanları anlamamıza yardımcı oluyor. Her şeyden önce aradan geçen yılların fazlalığı, tanıkların da yitirilmesine yol açmıştır. İlginç olan nokta karşılaşmayı oynayanların hiç birisinin tanıklığına başvurulmamış olmasıdır. Örn. Sivasspor futbolcusu Naci Sönmez; Hiç birimize bir şey sorulmadı. Ki bunların araştırılması lazım… Kayserispor kaptanı Şevki Karaferya ve takım arkadaşı Mustafa Erdoğan da ifade vermemişler; Ne sordular, ne tanıklık yaptım. Olaya dair ilk seninle röportaj yaptım(s.116)

Kitabın ilerleyen kısımlarında dikkati çeken bir husus İtalya’dan, Almanya’dan ve Amerika Birleşik Devletlerinden televizyoncuların Sivas ve Kayseri’ye gelerek röportajlar yapmalarıdır(s. 192, 223-224). Yaşanan facianın boyutlarının gazetelerde aktarılış biçimi bile başlı başına çok büyük bir sıkıntı kaynağıdır. Her şeyden önce kaç kişinin öldüğü ve yaralandığı hususunda uzun bir süre net bir bilgiye sahip olunamaması büyük bir sıkıntı kaynağıdır. İkinci olarak ölen yurttaşlarımız üzerinden üretilen hayali hikayeler husumetin artmasına yol açmıştır.

Özellikle yerel basında kullanılan dilin son derece kışkırtıcı ve rencide edici bir nitelik arz ediyor olması dikkat çekicidir. Bu olayın gazetelerde nasıl aktarıldığının söylemsel analizi hem bu dilin çözümlenmesinde hem de içinde yaşanılan dönemdeki bakış açılarının arka planını ortaya koymak açısından oldukça verimli olacaktır.  Ülkemizde yerel basının önemi göz önüne aldığımızda bu mecrada kullanılan dilin, ulusal basının kullandığı dilden daha farklı bir yapı arz ettiği gerçeği ile karşı karşıya kalırız ki, burada bunu besleyen çok örnek bulunmaktadır.

Ulusal basından Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet gazeteleri ile yerel basından Sivas’tan Sivas Haber ve Kayseri’den Ülker gazeteleri incelenmiştir. Ulusal gazetelerin olayı aktarış tarzı 1960’lı yılların sonu ve teknolojinin de yetersizliği ile sınırlı olduğu kadar yerel dinamikleri anlayıp, anlatmanın çok uzağındadır. Buna karşın yerel gazetelerin konuyu ele alış şekli ise Sivas ve Kayseri kentlerinde çok farklı bir nitelik arz etmektedir.

Sivas Haber gazetesinde Katil Şehir: Kayseri başlığı ile 19 Eylül 1967 tarihinde olay okuyucuları ile buluşturulmaktadır. Bu yazının içerisinde olayın bambaşka bir şekilde aktarıldığı ve ölümlerin, yaralanmaların sebebi olarak taş ve bıçak darbeleri gösterilmektedir. Ayrıca olay sırasında bir polisin 2 hemşerilerini gözlerinin önünde insafsızca öldürdüğü belirtilmektedir. Yazının ilerleyen kısmında ‘bizleri vururken, onların Türklüğünden şüphe ediyoruz. Hiçbir Kayserili çıkıp da ben Türküm diyemez, dese dahi yaptıkları hareket bizim kaybettiklerimizi geri getiremez. Bundan böyle Kayserilileri Türk toprakları içinde yaşayan casus olarak tanıyacağız” denilmektedir. (s. 172-173).

Kayseri Ülker gazetesinde 18 Eylül 1967 günkü nüshasında müessif olaylar cümlesi dikkat çekmektedir. “Müessif olaylar genellikle Sivas’tan Kayseri’ye gelen 6 bine yakın seyircinin aşırı taşkınlığı ve işi çığırından çıkarması yüzünden meydana gelmiş bunun neticesi olarak yine Sivaslı seyirciler arasında doğan panik insan kaybının bu kadar yüksek olmasına yol açmıştır”(s.212).

Tanıkların ifadeleri yaşadıkları olayın üzerinden yıllar geçmiş olmasına karşın büyük önem arz etmektedir. Ayrıca yaralıların mülki erkan ve bakan tarafından ziyaret edilmesi, komada olan bir taraftara nasılsınız diye sorulması gibi tuhaflıklarla, daha o tarihte ülkemizin bir yerinde olan olayla ilgili olarak açılan davanın ülkenin bir başka ucunda İzmir’de görülmüş olması gibi gariplikler okunmak için okuyucularını bekliyor.

Ülkemizin futbol tarihinin en büyük, dünya futbol tarihinin de önemli olaylarından bir tanesi olan 17 Eylül 1967 tarihli karşılaşma sonrası, liglere ara verilmemiş olması, takımların bir devre boyunca bütün karşılaşmalarını deplasmanda oynamak zorunda bırakılmaları gibi tuhaflıkları da bu vesile ile öğrenmiş bulunuyoruz. Ama belki de hepsinden önemlisi bu olayın hemen öncesinde Milliyet gazetesinin 29 Ağustos 1967 günü spor sayfasında ‘bu gidişle sahalardan ceset toplanır’ başlığını atmış olmasıdır(s.125).

Sevgili Kenan Başaran’a tüm futbol ve spor camiamız bu önemli çalışması için şükran borçluyuz. Ülkemizin spor tarihine çok önemli bir katkıyı, bir başlangıcı yapmış olması da kendisinin gururu ve övünç kaynağıdır. Umarım onun açtığı yoldan ilerleyecek olanlar yeni çalışmalarla, bu zemini daha da güçlendirecek katkıları oluşturabilirler.


Başlığa atıfla: Kenan Başaran-Sivas-Kayseri Türkiye’nin En Büyük Futbol Faciası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2017

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır