Son yıllarda gündelik hayatımızda bazı kelimeleri çok sık kullanır olduk. Hayatı teferruat olarak görmek ve bunun üzerinden çıkarımlar yapmak da bu ruh halimizi anlamak açısından çok somut bir örnek olarak gösterilebilir.
Halbuki teferruat alarak gördüğümüz şeyler, hayatlarımızın anlamlandırılması açısından son derece önemli detaylardır. Ya da bir başka şekilde ifade edecek olursak hayatlarımız teferruatlarda gizlidir. Neleri öne çıkartacağımızı ya da kendimizi nerelerde sınırlayacağımızı ortaya çıkartacak olan kavramlar öyle söylendiği gibi her zaman ulvi değerler üzerinden belirlenmez. Tam tersine bazen tesadüfler ve o tesadüflere eşlik eden gelişmelerin sonucunda tüm olup bitenler yaşanıverir.
İdeolojiler çoğu kez işte bu yapıp ettiklerimiz üzerinden hayatlarımıza farklı gömleklerin giydirilmesinden ibarettir ve bunu bireylere/kitlelere yaptırabilmek için de bazı kavramları ön plana çıkartırlar. Ulus devlet kavramının topu topu 250 yıllık bir mazisi bile olmadığını hatırladığımızda aslında tüm bu tartışmalara ne kadar farklı bir boyutta yaklaşabileceğimizi keşfedebiliriz. Bir taraftan müthiş bir teknolojik donanım üzerinden yürüyen bir ilerleme süreci önümüzde dururken öte yanda ise eşitsizliklerin had safhaya vardığı bir dünya düzeni bizi daha çok içine almakta.
Sekiz kişinin zenginliğinin dünya nüfusunun 3.6 milyarına bedel olduğunun haberi daha iki gün önce yapılmıştı. Eşitsizliğin ve buna bağlı olarak adaletsizliğin, yoksulluğun her geçen gün biraz daha kendisini hissettirdiği bir dünya gerçeği hepimizi sarsıyor. İşte tam bu noktada teferruatların devreye sokulduğu bir anlayış olan bitenleri daha farklı görmemizi belki de daha doğru bir ifade ile görmememizi sağlıyor. Sıradan insan açısından gündelik rutinlerin içerisinde sürüp gitmekte olan bir hayatın tekdüzeliği çoğu zaman sorgusuz sualsiz kabul görür. Bu kabullün sağlanmasında ise küçük detaylar son derece işlevseldir. Aileden gelen ön kabuller hayatın zorlukları karşısında sığınılacak güvenli bir limanın nasıl oluşturulabileceğini daha küçük yaşlardan itibaren bireye aşılar.
Dost-Düşman algılarından, Kadın-Erkek ilişkilerine, Din ve Ahlak kurallarına kadar pek çok konuda başvuru çerçevesi sunarlar. Bu ön kabullerin çevrenin de etkisi ile ortadan kalkması ve yerine bambaşka kavramların gelmesi öyle kolaylıkla gerçekleşmez. Tam tersine çoğu zaman bu yaklaşımlar bireyin kendi kimliğinin oturması sonucunda daha da net ifadeler üzerinden kendisini gösterirler. Toplumsal hayatımızda sıkça karşılaştığımız pek çok sorunun kökeninde tam da bu alanda olup bitenler konusundaki eksikliklerimiz bulunmaktadır. Burası ataerkil zihniyet kalıplarından, homofobik ve zenofobik yaklaşımlara kadar değişik anlayışı içerisinde barındırmaktadır. Burada erkekliğin kitabı yeniden yazılmakta, sonunu düşünenin kahraman olamayacağı vb. gibi çok sayıda klişe söz sık sık dolaşıma sokulmaktadır.
İşin asıl vahim kısmı ise tüm bu olup bitenler sadece gündelik hayat içerisinde kalmaz aynı zamanda birbirlerini etkileyecek bir biçimde medya üzerinden de tekrar dolaşıma sokulurlar. Karşılıklı bir inşa süreci sonucunda futboldan, kahvehane muhabbetlerine oradan trafikte olup bitenlere kadar hemen her yerde aynı klişeler tekrar tekrar üretilir.
Böylesi bir anlayış evde, sokakta, okulda, siyasette, medyada kısacası hayatın her yerinde ve her alanında karşımıza çıkar. Kanıksanan hayatların fark etmeyen olaylarla çevrildiği bir ülkede ise hemen her şeyin kendince ama bize özgü bir açıklaması ile baş başa kalıveririz. Bizim dışımızda olup biten her olay hakkında oluşan kanaatlerimiz daha baştan negatif bir şekilde işlemeye başlamaktadır. Bu ise tüm hayatı bir komplo teorisi olarak görmek ve bunun üzerinden okumak isteyenlerin olduğu bir ülkede, hepimizin hayatlarının pamuk ipliğine bağlı hale gelmesine yol açar.
Ne olursa olsun kimsenin hesap vermediği, olan bitenin arkasında sorumluluk almadığı ve yaşananların gerçek amacının bambaşka olduğu bir yerde, yaşam değil ölümler ön plana geçer. Hayatın teferruat olduğu bir anlayış açısından ölmek son derece normal ve istenir bir durumdan ibarettir artık. Burada hayatı anlamlandıran teferruat denilen gerçekliğin zerresi bile arzulanmaz.
Tam tersine hayatın kendisi ucunda feda edilecek teferruatlara iliştirilir. Oysa hepimiz dünyada üzerimize düşen rolleri yerine getirmek için dünyaya geliriz ve doğum ile ölüm arasında geçen süre içerisinde yapıp ettiklerimiz teferruatlardan ibarettir. Çünkü o teferruatlar sayesinde hayatlarımız anlam kazanıp farklı anlayışların oluşabilmesinin önü açılır. Şu ana kadar yaşadıklarımızın ve bundan sonra da yaşayacaklarımızın arkasında yatan en önemli saiklerden bir tanesi hiç kuşkusuz teferruatlardır ve teferruatların kendisi önemlidir.