Her ne kadar yok farz etmeye çalışsak da imparatorluk bakiyesi olan bir milletin çocuklarıyız. Bu arafta kalma halinden bir türlü kurtulamadık ve bu halimiz bizi hep tuhaf bir ikilem içerisinde bırakmak suretiyle yaşadıklarımız üzerinde etkili oldu. Cumhuriyeti kuran kadro, Osmanlı geçmişimizden daha geriye dayandığımızı ispat edebilmek amacıyla yeni bir tarih yazımı içerisine girdi. Burada tarihimiz yeniden inşa edilmek suretiyle görmek istenmeyen kısımların atılabileceği düşüncesi ile yeni devletin kökleri/kökenleri ortaya konulmaya gayret edildi.
Kurucu kadronun kendi içerisinde yaşadığı ayrışmalar sonrasında da Nutuk ile birlikte yepyeni bir tarihsel perspektifin başlatıldığını görürüz. Tarih ile kurmuş olduğumuz sıkıntılı ilişki sayesinde ne okullarda öğretmiş olduğumuz resmi tarihle ne de siyasal hayatımız dolayımı ile karşı karşıya kaldığımız tarihsel geçmişimiz hakkındaki problemleri aşamıyoruz. Burada ya hamaset yüklü olan ve son derece ideolojikleştirilmiş bir tarih yazımı ile karşı karşıya bırakılıyoruz.
Ya da iç siyasetin yaşadığı sorunlar karşısında geçmişi bugüne kurban ediyoruz. Bugünden geriye dönük olarak yapmaya çalıştığımız her türlü tarih yazımı sadece dünü ve bugünü biçimlendirmekle kalmıyor aynı zamanda yarın algımız üzerinde de etkilerde bulunuyor. Böyle olduğu için de ülkemizde sık sık tarihsel geçmişimiz tarihçilere bırakılamayacak kadar siyasetin malzemesi haline dönüşüyor.
İçinden geçilen dönem ve koşullar üzerinden yürütülen politik angajmanların kurbanı haline dönüşen bir tarih nosyonu ile karşı karşıya bırakılıyoruz ve acıdır ki bu durum hiç ama hiç değişmiyor. Bu kadar çok geçmiş üzerinden kendisini var etme çabası içerisinde bulunan herhalde dünya üzerinde az millet vardır. Okullarda öğretemediğimiz tarihimiz sayesinde bizler tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolmak suretiyle ciğeri her defasında kediye emanet etmek suretiyle ‘mış gibi’ yapmayı sürdürüyoruz.
Her dönem kendi ideolojik arka planını oluşturduğu gibi kendi tarihsel geçmişini de yapmaya daha doğrusu yazmaya çalışıyor ve böyle olduğu için de bir türlü gerçeklerle temas edebilen, ayakları yere basabilen bir tarih nosyonunu oluşturamıyoruz.
Bir dönem yok sayılan, görmezden gelinen Osmanlı kimliği üzerinden kendisini yeniden tanımlama girişimleri karşısında gerek müfredat gerekse de gündelik hayat düzeyinde şaşkınlık içindeyiz. Kendi kendisiyle kavga etmekten bir türlü ne yapacağına karar veremeyen bir anlayış yüzünden sürekli gel-gitler yaşıyoruz. Okumayı, araştırmayı, soru sormayı sevmediğimiz hatta bütün bu eylemlerden adeta nefret eder şekilde yetiştirildiğimiz için olan biteni anlamlandırma hususunda da son derece yetersiz kalıyoruz.
Birilerinin söyledikleri üzerinden giden ve tamamen kulaktan dolma gündelik ifadeler üzerinden kurulan bir şanlı geçmiş kavramsallaştırması ile bugünde yaşadıklarımızı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Ve ne yazık ki olmuyor, olamıyor, yaşadıklarımızla var olan gerçeklikler arasındaki somut mesafe her geçen gün biraz daha fazla açılıyor. Daha fazla sağduyuya, daha fazla bilgiye, bilime ve akla ihtiyaç duymamıza karşın duygularımız her defasında galip geliyor ve zihinsel bagajımızda saklı duran gündelik ifadeler ön plana çıkıyor. Burada içinden geçtiğimiz dönemde olup bitenlerin de artık herhangi bir önemi kalmıyor!
Her şey geçmişte konumlandırılmış olduğu şekilde ve orada olup bitenlerin sonucunda yaşananlar üzerinden yeniden temize çekiliyor. İngilizlerin, Almanların, Fransızların ya da Rusların tarihimizdeki pozisyonlarına göre dosttan ziyade her defasında nasıl düşman oldukları bir kez daha yapıp ettikleri ile su yüzüne çıkıveriyor. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir nokta daha bulunuyor: Arapların İngilizlerle işbirliği yapmak suretiyle bizi arkamızdan vurmaları!
Darbe yaparak 650 yıllık devlete son verdiler’ ifadesini kullanmak ve Osmanlı devletinin son yüz yılı içerisinde yaşadıklarını görmezden gelmek tarihin işimize geldiği gibi nasıl kullanılmak istendiğinin güzel bir örneğini teşkil etmektedir. Sürekli olarak toprak kaybeden ve ekonomik anlamda yaşadığı çöküntünün yanı sıra ülke içerisindeki etkinliğini de kaybeden bir devletin varlığını görmezden gelmek için epey farklı yerden bakmak gerekiyor!
Ama nereden bakarsanız bakın elde kalan son toprak parçası olan Anadolu’yu vatan olarak muhafaza etmek isteyenleri ‘sütü bozuklar’ olarak nitelemekle yaşananları açıklayamazsınız. Tarih yazma sevdası ile hareket eden herkesin içe değil dışa dönük olma zorunluluğu söz konusudur. Yapıp ettiklerinizi içerdekilerin anlamasından daha çok dışarıdakilerin bunu anlamlandırmaları önem taşıyacaktır. Kendi içinizden başlattıklarınızın dünyadaki evrensel insanlık mirasına olan katkıları sizin yazdığınızı düşündüğünüz tarihinizin yansımaları olarak değer kazanacaktır.
Beğenelim ya da beğenmeyelim Cumhuriyeti kuran kadronun hatta onlardan önce belirlenen istikamet Batı uygarlığıdır. Cumhuriyet bu yolu daha somut hale getirecek adımları atmak suretiyle yönü net bir biçimde belirlemiştir. Avrupa ile yaşadığımız her türlü gerilim ve sıkıntıya karşın kendimizi konumlandırabileceğimiz ve karşılaştırabileceğimiz yer yine orasıdır. Şimdilerde dillerden düşmeyen faşizm nitelemesini en fazla hak eden uygulamaların çıktığı yerin Avrupa olmuş olması, bu yaşlı kıtanın içerisinde yer alan demokratik değer ve uygulamaların önemini ortadan kaldıramaz.
Topyekun bir olumlama ya da aynı şekilde olumsuzlama girişimi ile yaşananları anlamlandıramayız. Bizlerin; ülkemiz, değerlerimiz ve hepsinden öte kendi insanlarımızın daha insanca yaşayabileceği bir ülke olabilmemiz konusunda atmamız gereken adımları bir an önce atmamız gerekiyor. Böylesi anlarda ise tarih yazma sevdamız yine devreye girmek suretiyle her defasında kendimizi başka türlü konumlandırmamıza yol açıyor ve ‘ders vermeyi/hesap sormayı’ sürdürüyoruz.
Kendi içerisinde yaşadıkları üzerinde uzlaşamayan, bir türlü bir araya gelemeyen bir ülkenin dünya tarihi içerisinde egemen bir konuma gelebilmesi pek görülebilmiş bir durum değildir. Mesele tarih yazdığınızı zannetmek değildir, yazdığınız tarihin sizin dışınızdakiler tarafından da okunup kabul görebilmesini sağlayabilecek güce sahip olup olmamanızdır. Bu aşamaya gelemediğiniz sürece istediğiniz kadar tarih yazma sevdası içerisinde olun, durum değişmeyecektir. Tarihi, gündelik siyasal çekişmelerin paylaşımı içerisinde kaybetme girişimlerinden vazgeçerek işe başlayabiliriz. Geçmişimizi yok farz etmeden ve değerlerini teslim ederek, yarınlarımızı ortak bir gelecek algısı üzerinden var etmenin yollarını konuşabiliriz.
Tarih; hepimizin içinde yaşadığı ve yaşarken aynı zamanda olup bitenler üzerinde etkilerinin de olduğu bir alan olma vasfına sahip olduğu için son derece özgül ve son derece önemli bir bilim dalıdır. Onu, kendi ideolojik ve politik angajmanlarımızın biçimlendireceği bir alan haline sokma girişimlerimizin yarattığı tahribattan fazlasıyla mağdur olduk. Daha fazla sıkıntı yaşamamak için tarihi ve tarih yazma sevdamızı kontrol altına almak ve kendimizi öncelikle kendimize doğru anlatabilecek kanalları açmak zorundayız. Bunu başarabildiğimiz anda gerisinin kolaylıkla geleceğini ve işlerin bundan sonra çok daha farklı bir kulvarda yürüyebileceğini göreceğiz.