13 Kasım 2017

Takılmamak gerek

Nefes alabilme, güzellikleri hissedebilme ve mutlu, mesut yaşayabilmeyi hicran haline dönüştürdükçe insanlıktan uzaklaşıyoruz...

Yaprakların sararıp düşmeye başladığı, hava sıcaklıklarının git gellerinin çoğaldığı bir sonbahardayız. Hazan mevsiminin yarattığı ruh halini çok uzun bir süreden bu yana hissetmeyi bıraktık. Toplumsal ruh halimiz karşıtlık üzerinden tanımlandığından beridir, ne güzellikleri görebiliyor ne de yaşadıklarımızdan keyif alabiliyoruz. Artık dört mevsimi değil sürekli olarak kışın o iliklerimize dek kendisini hissettirdiği soğuğu ve kar’ı yaşıyoruz.

Aceleyle hareket ediyor, küçük şeyleri görmezden geliyor ve hayatı ciddilikten ölecekmiş gibi yaşamak suretiyle, hepimize zehir edecek bir hale büründürüyoruz. Kime dokunsanız dertli, kime soru sorsanız soruyla karşılık alıyorsunuz. Kimsenin kimseyi dinleyecek hali ve zamanı yok, sanırsınız ki üretimde dünyanın rekorunu kırıyoruz. Halbuki zaman değil problemimiz tam aksine zamanımız olmasını düşündüğümüzden çok daha fazla.

Buna karşın birbirimize olan tahammül gücümüzü ve sabretme yetimizi kaybettik! Artık ne sevgiler için, ne komşularımız için ne de güzellikleri içimize çekebilmek için vaktimiz var. Hızlandıkça daha ileriye değil tam tersine daha geriye doğru gitmeye başladık ve zamanın ruhumuzda yarattığı ahenk duygusunu kaybettik. İşte tam burada konuştuklarımız da, tartıştıklarımız da ve tabii ki üzerinde durduklarımız da allak bullak olmaya başladı.

 Uçlarda gezinmenin yarattığı tuhaflığı öylesine benimseyerek içselleştirdik ki, her söyleneni buna göre değerlendirmeye ve bunun üzerinden çıkarsamalar yapmayı adeta alışkanlık haline dönüştürdük. Bundan sonra ise bulunduğu grubun dilini kendi dili ile örtüştüren ve bunun üzerinden hayatı okumaya başlayan insanlar topluluğunun gelmesi oldu. Etrafımızda yer alan herkesi buna göre sınıflandırmaya ve bunun üzerinden bir yerlere yerleştirmek suretiyle yaşadıklarımızı okuyormuş, anlıyormuş ve biliyormuş gibi yapmayı matah bir halt zannettik.

 Herkes kendisinin ait olmadığı diğer cenahın yaptıklarından şikâyetçi ve tüm olup bitenlerden onları sorumlu tutuyor. Tabii böylesi bir ruh hali içerisinde yaşamaya başlamak ve bütün olup bitenleri başkasının üzerine yıkmak son derece kolaycı ve sorumluluktan kaçmayı da beraberinde getiren bir bakış açısı sunuyor. Çünkü böylece ne yaparsanız yapın zaten günah keçisi siz değil öteki olmuş olacaktır ve sizin bütün yaptıklarınız da onların boynuna yüklenecektir.

 Böylesi bir kolaycılığın hiç beklenilmeyen sonuçları olduğunu da yaşam bize acı bir şekilde öğretiyor. Hiçbir şeyin sorumlusunun belli olmadığı buna karşın yaşanan onlarca olayın arkasında hep aynı cümleleri kurmak zorunda olmamız gibi bir tuhaflıkla imtihan edilmeye devam ediyoruz. Son derece sığ ve bir o kadar da gereksiz tartışmalar için de hem kendimizi hem vaktimizi hem de birbirimizi tüketmeyi sürdürüyoruz.

Yaşadıklarımız karşısında çözüm üretme kurumu olması gereken siyaset bizim ülkemizde sorun üretme kurumu olarak hepimize oyunlar oynamaya adeta bayılıyor. Gündemin yoğunluğu altında ezilirken sadece olan biteni değil birbirimizi de ıskalıyoruz. Söylenenlerin kimin tarafından söylendiği ve geçmişte aynı kişilerin ne söylediklerini ortaya faş ederek, durumu toparlamaya çalışıyoruz.

 Takıldıklarımız tıpkı zaman gibi kaybettiklerimizden çok daha küçük ve çok daha önemsiz hususlar. Buna karşın bu süreç hepimizi önemli ile önemsizin, normal ile anormalin ve bize ait olanla bizim dışımızda yer almakta olanlar gibi karşıtlıklar üzerinden kodlamalar yaparak bir örnek hale dönüştürüyor. Artık her birimiz aslında bir diğerimizin yek diğeri pozisyonundayız ama bunun farkında bile değiliz.

Kaçırdığımız an’ların tekrarı yok, buna karşın birbirimize adeta zehir ettiğimiz hayatlarımız ise hepimizi azar azar kahrederek öldürmeye devam edecek. Nefes alabilme, güzellikleri hissedebilme ve mutlu, mesut yaşayabilmeyi hicran haline dönüştürdükçe insanlıktan uzaklaşıyoruz. Takılmadan ve tekrara düşmeden yaşayabilmenin erdemini en çok hazan mevsimleri, düşen yapraklarda sararan ağaçlarda ve uzaklaşan güneşin ışınlarında bulabilmek ümidiyle. 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"