15 Ekim 2016

Spordaki gelişmeleri iyi okumak gerek

Göstergeleri iyi bir şekilde okuyabilelim ve eleştirel bir gözle bağlantıların uçlarını deşifre edebilelim

Olimpiyat oyunlarının ardından Gençlik ve Spor Bakanlığı ülkemizdeki federasyonlarda yapılacak olan seçimleri işaret etti. Gerçekten de ortada büyük bir başarısızlığın yaşandığı federasyonlar söz konusuydu ve ülkemizde sporun yönetim kademelerinin yeniden belirlenmesi elzemdi. Ancak işte tam bu noktada gerek kulüp takımları gerekse ulusal takımlar düzeyinde başarılı olduğumuz basketbol federasyonu seçimlerinde ilginç bir gelişme yaşandı. Cumhurbaşkanımızın baş danışmanlarından birisi olan milli takımın eski kaptanı Hidayet Türkoğlu’nun adaylığı gündeme geldi. İşin ilginç olan kısmı ise muhtemelen bu adaylık öncesinde başkanlığını sürdürmeyi amaçlayan mevcut başkan Harun Erdenay’ın iki gün önce yaptığı açıklama ile göreve talip olmayacağını beyan etmesiydi. Hatta bundan daha da garip olanı ise açıklamasının sonunda yeni seçilecek olan başkan Hidayet Türkoğlu’nun yanında olacağını belirtmesiydi. Bundan tam bir gün sonra Hidayet Türkoğlu’ndan adaylık açıklaması geldi. Özerk bir federasyonda yapılacak olan bir seçimle karşı karşıyayız ancak mevcut federasyon başkanı gördüğü lüzum üzerine aday olmuyor ve daha adaylığını açıklamayan birisinin başkanlığını ilan ediyor.  O halde ortada göstermelik olarak yapılacak olan bir seçim ve sadece oy kullanma işlevini yerine getirecek olan delegelerin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eğer bu söylediklerimi kabul edeceksek o zaman seçim yapmamıza da gerek olmadığı düşüncesini de yüksek sesle telaffuz edebiliriz demektir.

Spor dünyamızdaki bir diğer ilgi çekici örnek ise dün gece A Spor ekranlarında futbol federasyonu başkanı Yıldırım Demirören ile gerçekleştirilen röportajdı. Federasyon başkanı milli takımda yaşanan gelişmelerden, naklen yayın ihalesine kadar geniş bir yelpazede açıklamalarda bulundu. En dikkat çekici olan kısım ise hiç şüphesiz ülkemiz üzerine gerçekleştirilen algı operasyonlarında siyasetin yerini futbolun aldığı cümleleriydi. Siyaset üzerinden gerçekleştirilemeyen emeller futbol üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılıyordu. Yaşanan bütün tartışmaların arkasında bu algı operasyonlarının olduğunu ve bunlarla sonuna kadar mücadele edeceklerini belirten cümleleri ardı ardına federasyon başkanı sıralıyordu. Spor ile siyaset arasındaki ideolojik bağlantıyı yıllardan bu yana görmezden gelen hatta böyle bir bağlantının dahi olmayacağını iddia edenlerin geldiğimiz noktada bu düşünceye sarılmaları ilginç olsa gerek. Ancak bu bakış açısı tıpkı sporla siyaset arasındaki ilişkilerdeki olup bitenleri anlamak istemeyenlerde olduğu gibi ya da sporla siyaseti örtüştürmekte herhangi bir beis görmeyenler gibi sıkıntılar içermekte. Spor ve siyaset aynı kaynaktan beslenen iki önemli kurumdur ve bu kurumların birbirleri ile zaman zaman iç içe geçebildiği gibi aynı şekilde birbirlerini kapsayan ya da dışlayan dönemleri de olabilmektedir. Her iki kurumun yaşanan gelişmelerde birbirlerinden beklentileri ve bu beklentileri ile örtüşen çıkarları söz konusudur. Sporu siyasetten tamamen azade ve onun dışında bir alanmış gibi göstermeye çalışmak ne kadar ideolojikse, sporu siyasetin göbeğinde ve onun yörüngesinde bir alan olarak göstermek de o kadar ideolojiktir. Ülkemizde tıpkı diğer kurumların birbirleri ile olan ilişkilerinde olduğu gibi bu iki kurum arasındaki ilişkide de siyasetin çok daha etkin ve alanı kapsayıcı bir işlevi yerine getirmekte olduğunu gördük/görmeye devam ediyoruz. Bizim son dönemde spor özellikle de futbol dolayımıyla yaşadıklarımız-Gezi Parkı sürecinde taraftarların birbirleri ile olan diyalogları-ülkemizdeki spor ile siyaset arasındaki ilişkileri farklı bir mecraya ve atmosfere taşımıştı. Taraftarların potansiyel tehdit olarak görülmeye başlandığı bu yeni dönem ile birlikte futbol kendi içerisinde farklı pozisyonların oluşmasına katkıda bulundu. Buraya kadar verilen örnekleri ülkenin genel siyasal atmosferinden ve özellikle de medya yapılanmasından bağımsız bir şekilde düşünmemeyi özellikle belirtmek durumundayım. Aksi takdirde yaşanan tüm gelişmelerin önemli birer ayağını oluşturan kamuoyu ve medya ayakları yok olacak ve son dönemdeki taraftarların hak mücadeleleri de heba edilecektir. Futbolun, Gezi Parkı sonrasında bu kadar politikleştirilmesinde iktidarın stadyumlar içerisinde almış olduğu kararların önemli bir etkisi oldu. Tribünlerin apolitikleşmesi beklenir ve istenirken tam tersine daha politize ve daha fazla yaşananlara duyarlı bir taraftar profili ile karşı karşıya kaldık. Futbol federasyonu başkanının algı operasyonu açıklamalarını bu çerçevede düşündüğümüzde, bugün futbol üzerine oyunlar oynamaya çalışanların işlerini bir ölçüde, o günlerde alınan kararların(uygulamaların) da kolaylaştırdığı gerçeği ile karşılaşırız. Stadyumlar içerisinde Rabia işaretlerini hoş gören buna karşın Nelson Mandela’nın ölümünün ardından Galatasaraylı Drogba ve Eboue’nin formalarının içlerine giydikleri ‘Thank You Madiba’ cümleleri hakkında soruşturma açan anlayışın spor-siyaset ilişkisini getirdikleri noktayı göz ardı etmemeliyiz. Benzer şekilde zafer işareti yaptığı için ceza alan futbolcular, Yüce Atatürk yazılı t-shirtlerle sahaya çıkan takımlar ceza kurullarına sevk edildiler. Sahanın içini ve tribünleri kendi istediğiniz gibi politikleştireceğinizi sanmak safdillikten başka bir şey değildir. Spor, dostluk kardeşlik olduğu kadar aynı zamanda spor alanının kendisi bir iktidar mücadelesinin verildiği zeminin adıdır. Toplumsal hayatın bütün diğer alanları gibi futbol/spor alanı da siyasetle içli dışlı ve siyasal iktidarların her daim müdahil olmak istediği alanlardır.

Algı operasyonu futbolumuza yapılmak isteniyorsa bunun nedenlerini ve niçinlerini düşünmek kadar, farklılıklara tahammül gösterebilen bir demokratik kültürü hayatımızın her alanında olduğu gibi spor/futbol alanında da korumak/kollamak zorundayız. Alınan kararlardan, saha içerisindeki mücadelelerden çok daha fazlasını içeren spor dünyasına dikkatli bir gözle bakmak; ülkemizin gelecek günlerine yönelik ipuçlarını edinmek açısından da son derece verimli bir alanla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyacaktır. Çünkü futbolun/sporun ekonomik gücünün ötesinde bir kamuoyu oluşturma ve bu kamuoyunu harekete geçirme gücü söz konusu. Futbol/spor var olan güç ve iktidar ilişkilerinin sürdürülmesine katkıda bulunmakla kalmıyor aynı zamanda toplumsal kontrolü sağlamada da bir araç rolünü görüyor. İdeoloji, futbolun/sporun içinde oturduğu maddi zemini teşkil ediyor. Futbol(spor) da ideolojinin, toplumsal yaşam içerisinde ortak duyu olarak kabulünde aracı oluyor. Özellikle futbol, üzerinde her kesimin konuşabildiği, yorum yapabildiği bir iktidar alanı yaratıyor ve bu iktidar alanı, gündelik hayatımız içerisinde var olan diğer iktidarlarla ve en tepedeki iktidar mekanizması ile de örtüşüyor. Bu örtüşmeyi, futbolun evrensel ve kitlesel bir referans alanı olabilmesi sağlıyor. Aynı zamanda futbolun dili ve bu dilin ürettiği insan tipininin de, bu iktidar örtüşmesinde büyük payı bulunuyor. Yaratılan futbol iktidarı, özellikle medya dolayımı ile dolaşıma sokuluyor, bu sırada medyanın birtakım ‘futbol yorumcuları ya da kanaat önderleri’ futbola ve tabii ki hayata dair yargılarını, düşüncelerini, beklentilerini taraftarlarla paylaşıyorlar. Oyunun bitiminde başlayan bu paylaşma süreci bir sonraki maça ve yorumlamalara kadar, televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında sürdürülüyor. Eco’nun ‘Spor Gevezeliği’ diye tanımladığı bu süreçte, siyasal iktidarın almış olduğu kararlardan, kadın erkek ilişkilerine kadar pek çok alanda yorumlar yapılıyor ve futbol ‘futbol olmaktan’ çıkarılarak sahte bir gerçeklik şekline sokuluyor. Bu yüzden Türkiye’de medyanın spor/futbol ideolojisinin dekode edilmesi,  aslında toplumsal yaşam içerisine sinmiş olan bir takım ideolojilerin,  değer yargılarının ve rol kalıplarının da ortaya çıkartılması anlamına gelecektir. Yeter ki göstergeleri iyi bir şekilde okuyabilelim ve eleştirel bir gözle bağlantıların uçlarını deşifre edebilelim. 

Yazarın Diğer Yazıları

Yüz birinci yılında Cumhuriyet

Yüz birinci yılda cumhuriyetin en çok halkın çaba ve uğraşlarıyla kazanılacağını ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedileceğini aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız. Şikâyet etmekte olduğumuz bütün olumsuzluklar karşısında özellikle de hukuk, özgürlük, hoşgörü ve laiklik konusunda cumhuriyete sıkı sıkı sarılmak durumundayız

Güven bunalımının izini sağlıkta sürmek

Türkiye giderek daha fazla kural ve kaidelerden uzaklaşan bir ülke görünümüne bürünmekte olup kuralsızlık halinin bir gerçeklik olarak hissedilmeye başlandığı bir yere dönüşmektedir. Bu gidişat hepimizi yakından ilgilendirmekte olup toplumsal yapımıza zarar vermektedir

Güven duygusunu yitiren toplum

Güven duygusunun kaybolduğu ülkelerde, yasal düzenlemelerin yaşananlar karşısındaki etkinliği ve gücü de zayıflamaya başlar ve belli bir süre sonra yasalar tamamen rafa kaldırılır, yerlerine gücün/paranın yarattığı yeni yapılar egemen olur

"
"