13 Ağustos 2018

Sözün düşüşü

Sözü hafife almamak ve sözün gerek bireysel gerekse de toplumsal hayatlarımız içerisindeki önemini göz ardı etmeden yaşadıklarımızı yeniden anlamlandırmak zorundayız

Yaz ayları düğün ritüellerinin de yoğunlaştığı ve evlilik törenlerinin daha bir hız kazandığı dönemdir. Son dönemde katıldığım bütün evlilik törenlerinde adeta bir örnekleşen gelin ve damadın evet deme biçimleri dikkat çekiciydi. Biz de bu tip moda olma durumu öyle hızla yayılıverir ki şaşırırsınız. Bu kez çiftlerin birbirlerine olan bağlılıklarının ne kadar yoğun olduğunu ortaya koyma amacıyla kullandıkları ‘sonsuza dek evet’ ifadesi öne çıkmaya başladı. Bir zamanların bir yastıkta kocama geleneğinden sonsuza dek evet söylemine geçiş yapıyorsak, bu sadece değişen koşulların yaratmış olduğu yeniliklerle açıklanamaz!

Yeni dönemin sözün ağırlığını da dönüştürdüğünü ve söz söyleyen öznenin aradan çekilmek suretiyle çoğu kez sözün kötürüm hale getirildiği gerçeği üzerinde de durmak durumundayız. Çünkü bir zamanlar hayatın her alanında sözün senet olduğu gerçeğinden sözün etkisinin kalmadığı dönemlere geçiş yapmış bulunmaktayız. Bu noktada evlilik törenlerinde sonsuza dek evet diyen çiftlerin yaklaşık yüzde kırkının ilk beş yıl içerisinde boşanmasını nereye koyacağız? Çabuk bir şekilde bir araya gelip evlendiler ve anlaşamayarak boşandılar diyerek geçiştirilemeyecek kadar önemli bir kurumdan bahsediyoruz.

Sözü hafife almamak ve sözün gerek bireysel gerekse de toplumsal hayatlarımız içerisindeki önemini göz ardı etmeden yaşadıklarımızı yeniden anlamlandırmak ve buna uygun yeni açıklamalar üretmek zorundayız. Teknolojinin hayatlarımıza daha fazla müdahil olmasından başlayarak hem aile içerisinde hem de gündelik hayatlarımızın hemen her alanında büyük bir kuşatma ile karşı karşıyayız. Bizi en iyi anlatan atasözlerimiz bile yaşadıklarımızı anlamlandırmada yer yer yetersiz kalabiliyor. Bu açıdan özellikle anne babalar ile çocukları arasındaki mesafenin her geçen gün biraz daha fazla açılması ve aynı dili konuşmalarına rağmen anlaşamamaları dikkat çekicidir.

Eğitim sistemimizin yansıması olarak sınav sonuçlarına baktığımızda çocuklarımıza kendi dillerini öğretemediğimizi ve buradan başlayarak diğer bütün alanlarda istenilen ile yaşanılan arasındaki makasın açıldığına şahit oluyoruz. Yabancı dizileri seyreden, yabancı şarkıları dinleyen ve ekranlarda gördüğümüz kadarıyla daha çok bunları söyleyen bir kitle var karşımızda. Sözün gücü kadar sözün söylenme biçimi ve hayata yansıma şekli de önem arz etmektedir. Gerçek ile sahte arasındaki sınırların ortadan kaldırılması ile gerçeklik algılarımız yerle bir olmakla kalmadı aynı zamanda söze ilişkin değerlendirmelerimiz ve sözün hem gücü hem de ağırlığını yitirdik.

Bir zamanlar sonuçlarını görmeden konuşmayan, eldeki donanıma uygun şekilde hareket eden bireylerden, her konuda ahkam kesebilen ve her duruma uygun pozisyon alabilen bireylere doğru geçiş yaptık. Burada sonsuzluğun ne demek olduğunun herhangi bir hükmü yok aslında, asıl mesele ne kadar büyük laflar edebildiğiniz ve ne kadar çok ilgi çekebildiğinizle alakalı. Eğer bunu başarabiliyorsanız zaten çoktan birkaç adım öne geçmişsiniz demektir. Çevremizdeki bütün düzeneklerin buna uygun yapılanıyor olması ise arafta kalma halimizin giderek daha da hissedilir olmasına yol açıyor.

Aslında bu yeni dönemle birlikte düşen sadece söz değil, onunla birlikte insanın ağırlığının da ortadan kalktığına ve bütün yaşananların taklitlerden ibaret olduğu gerçeğine ulaşmaya başlıyoruz. Ve burada yer alabilmek adına kendi rızamızla kendimizden vaz geçiyoruz. Hızlanan hayatın ritmi karşısında durup dinlenmeye, küçük şeylerin yarattığı güzellikleri görmeye vaktimiz yok! Sözü kaybettiğimiz gibi söz söylemeyi ve sözünde durmayı erdem sayanları da kaybettik. Bu daha başlangıç, buradan sonra gündelik olan bitenin çok daha yıkıcı bir biçimde hem bireysel hem de toplumsal hayatlarımız üzerindeki etkilerini hissetmeye başlayacağız.

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"