10 Nisan 2017

‘SÖZ’de ve ‘ÖZ’de

Söz’deler ve ‘öz’deler arasında yaşıyormuş gibi yapmak suretiyle durumu idare etmeyi sürdürüyor buna karşın ‘kundak ile kefen arasında hayat denilen ömrü’ heba ediyoruz

Bu kelimelerin istenilen anlamı ifade eden ve etmeyeni göstermek için kullanılmaya başlanmasına ilk kez 2000’li yılların başında rastlamıştım. Yekta Güngör Özden kendi cenahındakilere seslenirken şu ifadelere başvuruyordu: Türkiye ve Atatürk düşmanlarının dayanışması, sözde aydınları, sözde Atatürkçüleri, sözde milliyetçileri, sözde demokratları, sözde dindarları uyarmalı, utandırmalıdır. 27 Nisan 2007 tarihli e-muhtıradaki ifadelerin de yine cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak üzerinden yürütüldüğünü hatırlıyorum. Kelimelerin bu şekilde kullanışını öylesine hızla benimsedik ki kendimizden yana olan kısmı nitelemek istediğimiz her durumda ‘öz’deyi buna karşın tersi durumu göstermek için ise ‘söz’deyi seçtik.

Aslında bu ikilinin bizdeki beraberliği belki farklı bir biçimde buna karşın birbirini tamamlayan bir mahiyetteydi: Özü Sözü Bir Olmak. Gerek öz ile gerekse söz ile kurduğumuz bu birlik ve beraberliğin dozajında yaşanan dönüşüm bizi başka sulara veyahut başka boyutlara sürükledi. Özümüzü yitirdiğimiz her noktada suretlere sarılarak rahatlamaya çalıştıkça söz’de ifadelere daha fazla meyleder olduk. Gündelik olanın telaşesi içerisinde oradan oraya savrulurken hem sözümüzü hem de özümüzü kaybettik! Uzun bir zamandır özümüz ve sözümüz artık bir değil! Bu ikisini birleştirememenin dayanılmaz ağırlığı altında ezildikçe daha fazla yan yollara sapıyor ve oralarda daha fazla patinaj yapmaya başlıyoruz. İşte bu noktada ‘kendi gibi olamamanın dayanılmaz hali’ içerisinde iken bizi esir alan bizim dilimize yabancı söz’delerle baş başa kalıyoruz. Her kullanımla birlikte dilimizi biraz daha fazla yabancı düşürmekle kalmıyor bu söz’deler. Aynı zamanda yaşantılarımızı, ilişkilerimizi ve birbirimize yönelik bakış açılarımızı da alt üst ediyorlar.

Söz’delerin arttığı her noktada artık hayatlarımızın eskisi gibi olabilmesi mümkün değildir. Kaçınılmaz olan değişimi değil zorla biçimlendirmeyi sağladığı için burası tehlikeli bir dönemeçtir. Çünkü istenmeyen, beğenilmeyen, nefret edilen kısacası günah keçisi ilan edilen her şeyi temsil ettiği için ‘söz’deler yıkıcıdır. Karşısında ise her türlü olumlu düşünceyi içerisinde barındırdığı düşünülen ‘öz’deler yer almaktadır. Düalitelere indirgenen bütün düşünsel yaklaşımlarda olduğu gibi burada da totaliter bir yan ve ondan beslenen bir anlayış bulunmaktadır. İster ‘söz’de isterse ‘öz’de olsun bu ikisi arasında sıkıştırılan hayatların işi son derece zordur. Çünkü her koşulda sizden ya o ya da diğerini seçmeniz ve bu doğrultuda hayatlarınızı yönlendirmeniz talep edilmektedir.

Siyahı ya da beyazı tercih edeceksiniz aksi mümkün değildir. Kısır bir zihniyet dünyası ve bunun sonucunda belirlenmiş olan iki seçenekten birisini seçme ihtimali. Taraf olmak ya da olmamak üzerine kurulu olan bu düşünsel tahayyül bizi ikilikler içerisinde sürekli olarak diri tutmak biçiminde ayakta kalmaya zorlamaktadır. Burada sizin ideolojiniz dışında kalan her türlü kavramı, olayı, anlayışı ‘söz’de üzerinden etiketleyebilme gücüne erişirsiniz. Buna karşın aynı şekilde sizin gibi düşünenleri de ‘öz’de kelimesi ile bütünleştiriverirsiniz. Totaliter anlayış her geçen gün sözün gücünü ve önemini ortadan kaldırmak suretiyle kendisini hissettirir. ‘Sözün Bittiği Yerdeyiz’ cümlesini ne kadar sık duyuyorsanız o kadar çok şiddetin sesini de duymaya başlamışsınız demektir.

Bu iki kelimenin gücünün farkında olan bütün kesimler açısından kendi pozisyonunu sağlamlaştırmanın yolu yekdiğerini ‘söz’deleştirmekten geçecektir. Ve maalesef ülkemiz koşullarında bu söz’deleştirmek aynı zamanda ötekileştirmenin bir başka yoludur. Tersi de geçerlidir yani ne kadar çok öz’deleştiriyorsanız o kadar çok bir örnek hale dönüştürüyorsunuzdur. Bu referandum sürecinde yine bu iki kelimeyi kullanır olduk. En taze örneğimiz Meral Akşener’i protesto ederek Devlet Bahçeli lehine slogan atan grubun; ‘bizim protestomuz şer odaklarla birlik olan, lidere sadakatsizlik gösteren, ülkücü hareket içinde karalama kampanyası başlatan sözde milliyetçileredir’ ifadesini kullanmasıdır. Onlar ‘söz’de milliyetçiler buna karşın kendilerinin ‘öz’de milliyetçiler oldukları mesajını bu cümlelerle üstüne basarak dosta düşmana duyurmuşlardır.

Buna karşın burada sıkıntılı bir yanın olduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz. İkili indirgemeler beraberinde her zaman sizin beklediğiniz ya da olmasını istediğiniz sonuçları beraberinde getirmeye de bilirler. Çünkü konjonktür değişiklikleri gücün el değiştirmesi ile buradaki istenilen ve istenmeyenin konumlarını da değişikliğe uğratabilmektedir. Tıpkı dünün mağdurlarının bugünün mağrurları haline dönüştüğü gibi dünün ‘öz’deleri yerlerini bugünün ‘söz’delerine bırakabilirler.

Hayatı ikilikler temelinde değil çeşitlilikler boyutunda yaşayabilen kültürlerde sözün gücüne önem atfedilir. Sözün toplumsal hayattaki herkese ve her çıkar grubuna ulaşabilmesinin demokratik koşullarının yaratılması son derece elzemdir. Bu yüzden de hayatlar ne o ne de bu skalası içerisine hapsedilmezler. Eğitimden siyasete oradan gündelik hayata kadar her alan insan odaklı ve kamusal yarar temelinde şekillenir. Farklılıkların yok edilmesi değil tam tersine çoğaltılmasının önü açılır. Bu sayede ikiliğin içerisine sıkışmak yerine çeşitliliğin içerisinde gidip gelmeler kolaylaşır. Her şeyin konuşulabilmesi ve eleştirilebilmesi sayesinde kendine güvenen bireyler yetiştirilir. Liyakatin yerleştirilmesi ile siyasetin yeri ve sınırları da belirgin bir biçimde çizilmiş olur. Çok daha mütevazi koşullarda yaşayan yöneticiler, parlamenterler görmeye başlarsınız. Çünkü buradaki tartışma o ya da bu minvalinde yürümez.

Kendimizi sürekli olarak bu klişeler içerisine hapsettikçe daha fazla küçülmekte olduğumuzu göremiyoruz. Çünkü her defasında bir taraf diğer tarafı suçlayıcı bir dil ile etiketliyor. Bu ise hiçbir konuda anlaşamayan, ortak bir zeminde buluşamayan ve birbirini gerçekten sevmeyen bir insan topluluğu ile hepimizi baş başa bırakıyor. İster kepazelikte isterse gurur duyulacak konularda olsun hiçbir şekilde uzlaşamıyoruz. Katillerle hatıra fotoğrafları çektiren devlet memurlarına, Türkiye Sizinle Gurur Duyuyor sloganları ile mahkeme koridorlarını inleten anlayış birbirini desteklemeyi sürdürüyor. Böyle olduğu için sadece utanç kısmında değil gurur kısmında da anlaşamıyoruz. Orhan Pamuk Nobel edebiyat ödülünü kazandığında ülke içerisinde bayağı eleştirilmiş ve ülkesine yönelik sözleri nedeniyle kendisine bu ödülün verildiğini söyleyenler bile olmuştu. Bütün değerlerimizi kendimizden yana ya da değil üzerinden ayrıştırmak suretiyle ya yerin dibine batırıyor ya da görmezden geliyoruz. Sanat, spor, müzik, sinema, edebiyat fark etmiyor her konuda zihinsel bagajımızda mevcut olan klişelerle ayrışma sürecini hızlandırıyoruz. ‘Söz’deler ve ‘öz’deler arasında yaşıyormuş gibi yapmak suretiyle durumu idare etmeyi sürdürüyor buna karşın ‘kundak ile kefen arasında hayat denilen ömrü’ heba ediyoruz.

            

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"