Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında önce oynanıp yarım kalan ardından ise tamamlanamayan karşılaşma sonrasında yaşadıklarımız, önümüzdeki dönemde yaşayabileceklerimiz hususunda yol gösterici olacak gibi duruyor. Keşke ifadesinin bıraktığı o yarımlığı ne yazık ki ilerleyen zamanlarda futbol sahalarında görmeye devam edeceğiz! İşte tam bu noktada birbirini besleyen ve besledikçe de daha da azmanlaşan bir sorun yumağı ile karşı karşıyayız.
Söz konusu karşılaşma esnasında tribünlerde olan ve bu durumu kendi programına taşıyan Müge Anlı’nın, Beşiktaşlı Tolga Zengin’e yönelik ifadelerine, Beşiktaşlı taraftarlar küfürlü tezahürat ile karşılık verdiler. Önce Müge Anlı’nın söylediklerine bir bakalım: “Futbolcular dönüp de taraftarlara saldırmayacaklar. Sen futbolcusun, o taraftar orada olduğu için sen para kazanıyorsun. Taraftar her şeyi söyleyebilir ama sen futbolcu olarak dönüp taraftara saldıramazsın”. Söylenenler içerisinde doğru olan kısımlar var buna karşın en büyük yanlış ise taraftar her şeyi söyleyebilir kısmında yer alıyor. Taraftar her şeyi söyleyebilme yetkisine sahip olan bir merci değildir.
Taraftar, stadyum içerisinde takımını desteklemekle mükelleftir buna karşın zaman zaman kendi takımını da eleştirebilir. Ancak özellikle küfür etme özgürlüğü gibi bir özgürlük üzerinden taraftarlığı açıklayamayız. İşin ilginç kısmı ise kendilerine yönelik olarak yapılan bu açıklamayı yine benzer türden cevaplama yolunu seçen ve kartopunu büyütmeyi tercih eden taraftarların davranışında saklı. Dakikalar boyunca Müge Anlı’ya ve annesine küfür etmekle ne onun söylediklerine yanıt vermiş oluyorsunuz ne de takımınıza destek olmuş oluyorsunuz.
Hatta tam tersine yapılan yanlışa sizler de ortak olmak suretiyle var olan kafa karışıklığını daha da büyütmüş olarak, tarihe not düşüyorsunuz. Beşiktaş kulübünün yaşadıklarının karşılığını burada bulamazsınız! Buna karşın içinde yaşadığımız ülkenin ısrarla ürettiği keseri kendine doğru yontma anlayışı sayesinde durum da pek değişme eğilimi göstermemekte. Herkesin kendisinin haklı olduğunu iddia ettiği, buna karşın kendisi dışındakilerin de haklı olabileceğini düşündüğü ve bir adım ileri giderek onların da haklarını savunabildiği bir ortamı yaratamadığımız sürece, bu kaosu yaşamaya devam edeceğiz.
Acı olan ise yaşadıklarımızdan çıkış yolunu bulmak yerine her defasında aynı çıkmaz sokaklara sapmaya devam etmemiz ve bunu yaparken de kendimize yapılanlar üzerinden bir mağduriyet edebiyatı üretiyor olmamızdır. Futbolun bir hatalar oyunu olduğunu ve her an her şeyin olabileceği gerçeğinin, söz konusu oyunu güzelleştirdiğini unutuyoruz. Şampiyonlar ligi yarı final karşılaşmasında Cüneyt Çakır, Bayern Münich takımının net bir penaltısını vermedi ve maçın sonucuna doğrudan etki eden bir hata yaptı. Bunun karşısında Bayern Münich’in teknik direktörü Jupp Heynckes ise basın toplantısında tüm karşılaşmayı bir hataya bağlayamayız diyerek, ülkemizdeki taraflı bakış açısının ezberlerini alt üst ediverdi.
Benzer bir durum ülkemizde yaşansa sadece teknik direktörlerin, başkanların değil onlardan daha fazla taraflı olduğunu gösteren köşe yazarları ve yorumcuların ifadelerinin nasıl olabileceğini sadece hayal edin. Zaten bu bile içinde bulunduğumuz ve her geçen gün biraz daha fazla bizleri içerisine alan öğrenilmiş çaresizliğimizin büyümesine nasıl bir etkide bulunuyor, anlamaya başlayabilirsiniz. Çünkü burada daha en başından itibaren büyükler ve diğerleri adı altında başlayan ayrıştırma mekanizması, bazılarının daha eşit olduğunu gözünüzün içerisine soka soka yürümeye devam etmektedir.
Aynı fiili yapan futbolcuların takımlarına göre cezalandırılmaları, oyundan atılmaları veyahut atılamamaları son derece normaldir. Normalin böylesine anormal olduğu bir ülkede ise yaşadıklarımıza hiç kimse bize özgü diyerek meşrulaştırma yoluna da gitmesin. Çünkü bize özgülüğün bile bir takım ilkeleri olması gerekir, söz konusu dönem itibariyle maalesef bizler, onları da kaybettik. Elimizde başvurabileceğimiz ve üzerinde uzlaşabileceğimiz bir ilkeler setimiz bulunmadığı gibi, küfürden ve şiddetten başka herhangi bir çıkış mekanizması da kalmadı! Bu yüzden de ağzını her açan önce kendi mağduriyetine vurgu yaparak, durumu toparlamaya çalışıyor ama olmuyor!
Bir bakıyorsunuz, dünya çapında dediğiniz futbolcunuz verilen kararı beğenmediği için hakemi tartaklıyor, ağız dolusu küfürlerin havada uçuştuğu sahneler seyrediyorsunuz. Sahanın içindeki bu ortam, tribünlerde de karşılık buluyor, bazen de tribünler sahanın içerisinin karışmasına vesile oluyor. Ancak ne olursa olsun şiddeti meşrulaştırmak ve normalleştirmek için adım atmak, hiç kimseye artı bir değer katmaz. Hatta tam tersine başta futbol olmak üzere bundan hepimiz zarar görürüz ve bu zarar sadece oynanan karşılaşmalarla sınırlı kalmaz.
Futbolu, futbol olmaktan çıkartmaya dönük tarafgir eylemlere yönelik sıcak mesajlardan başta medya mensupları ve yöneticiler olmak üzere hepimiz kaçınmak durumundayız. Çünkü futbolun, rakibiniz olmadan var olamayacağı gerçeğini söz konusu eylemler ortadan kaldırmayı amaçlamaktadırlar. Ötekinin olmadığı bir futbol, futbol değildir ve her geçen gün biraz daha fazla ötekisini kaybeden ülkenin insanları olarak rakiplerimizi de kaybettiğimizi fark edemiyoruz.
Belki de bu yüzden siyasetin müdahaleleri futbolu biraz daha fazla içinden çıkılmaz bir heyulanın içerisine atabiliyor. Tıpkı gündelik hayatın içerisinde olduğu gibi siyaset burada da etkisini net bir biçimde gösterebiliyor. 90 dakikalık bir maçın küçük futbolun ise büyük olduğu gerçeğini ıskalamamıza ve giderek daha fazla 90 dakikalar üzerinden yeniden üretilen sanal gerçekliklerle birlikte hayatlarımızın kodlanmasının da önü açılmış oluyor.
Takım gözlüklerini bir kereliğine çıkartabilenler lütfen oynanan futbolun dışında futbola dair bir duygumuz kalıp kalmadığını kendilerine bir soru versinler. Sadece kendi takımınızın başarısını isteminiz değildir problemimiz asıl sıkıntı bu başarı takıntısının ardındaki diğerlerinin başarısızlığına yönelik yaklaşımlarımızda saklıdır. Çünkü burası giderek daha fazla kötülük ve bununla birlikte yürüyen bir anlayışı üretmektedir. Ve maalesef burada artık bir oyun bulunmamakta, rekabet yerini savaşa, rakip ise düşmana bırakmak zorunda kalmaktadır. Savaş terminolojisinin geçerli olduğu ve anlayışların buna göre şekillendiği bir yerde ise Fair Play gibi saygı temelli bakış açılarına ise hiç ama hiç yer kalmamaktadır.
Vur, Kır, Parçala Bu Maçı Kazan sloganı artık sadece futbol sahalarının değil hayatlarımızın olmazsa olmazı haline dönüşmüştür. Küfür, şiddet, baskı ve bunların da ötesinde aşağılama, yok sayma, görmezden gelme velhasıl kelam her şeyin mübah olduğu bir anlayış dolaşıma sokulmaktadır. Oyun, oyunluktan çıktığında bundan sadece oyun etkilenmez aynı zamanda oyunla ilgilenen bütün kitleler de bundan zarar görürler. Kendi penceremizden baktığımız sürece sadece bize bir şey olmadığı zannıyla hareket ediyoruz, oysa çoktan oyun elimizden kayıp gitti bile!