06 Ağustos 2022

Siyasetin krizinden çok daha ötesi

Devlet ile birey arasında yaşanan orantısız çatışmada, kendisini korumak isteyenlerin her defasında kendi mensup olduğu toplumsal gruplara sığınması ve onunla varlığını sürdürmesi durumunu değiştirmek zorundayız

KPSS ile ilgili yaşanan gelişmelerin ardından yapılan yorumlar ve ortaya konulan çözüm önerileri bir kez daha yaşadıklarımız hususunda net bir duruş gerçekleştiremediğimizi ortaya koydu. Son on beş yıl içerisinde belirli aralıklarla gündeme getirilen soruların çalınması ve belli bir kesime servis edilmesi tartışmasından sonra hatırlayacak olursak sözlü mülakatlarda elenme aşamasına geçiş yapmıştık. Şimdi ise kamuoyunun diğer alanlarda yaşanan gelişmelerin de etkisiyle verdiği tepki sonrasında soruların bir yayınevi tarafından daha önce kullanıldığı noktasına geldik. Biz bütün bu aşamaları geçerken yaşanan hakkaniyetsizlik sürecinin ve liyakatsizlik tartışmalarının sonucunda gelmiş olduğumuz aşamada önceki gün söz konusu yayınevi sahibi mikrofonlara asıl mağdur biziz cümlesini kullandı!

Hakikaten çok tuhaf günlerden geçiyoruz ve her seferinde biraz daha fazla yok artık bu kadar da olmaz dediğimiz bütün işler, birer birer gerçekleşiveriyor. O zaman filmi biraz daha geriye sarmak suretiyle hem yaşadıklarımızı bir kez daha hatırlamaya hem de bu süre içerisinde yaşananların aslında arka planında gerçekte ne/nelerin olduğunu ortaya koymaya ihtiyacımız var.

İmparatorluk bakiyesi bir devlet olduğumuzu ve bugün halen sürdürmekte olduğumuz pek çok geleneğin arka planında bizatihi Osmanlı devletinin son dönemindeki uygulamaların olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmanın tam zamanıdır.

Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı Devleti arasındaki ideolojik kopuşun üzerinden kendilerine pozisyon devşirmek isteyenlerin öncelikle Osmanlı'nın son yüz yılında yaşanan gelişmelere biraz daha yakından bakmaya ihtiyaçları bulunuyor. Rahmetli Bozkurt Güvenç hocamız Türk Kimliği isimli çalışmasında Osmanlı'nın kurulduğu gibi varlığını devam ettiren ve bu şekilde ömrünü tamamlayan bir devlet olduğunu dile getirmektedir.

Avrupa’nın feodalite döneminden kapitalizm aşamasına doğru yaşadığı değişim içerisinde meydana gelenler sadece Avrupalı devletlerin değil tüm dünyanın kaderinin değişmesine yol açacaktır. Burada yaşanan bilimsel gelişmeleri ve coğrafi keşiflerin etkilerinin dünyanın küçülmesine ve yeni bakış açılarının ortaya çıkmasına yol açtığını, tarihsel birikim bizlere fazlasıyla gösteriyor. İşte bu noktada Osmanlı devletinin varlığını sürdürme adına uygulamaya soktuğu düzenlemeler ile bu topraklara giren uygulamaların üzerinden yüz elli yıllık bir zaman geçti. Osmanlı'nın başlattığı ve cumhuriyetin devam ettirdiği uygulamalar ile kurumların kök salmaya başladığını ve toplumsal hayatın üzerinde derin etkiler yarattığını hissettik. Fakat bütün bunlara karşın devlet ve insan ilişkisinde geçmişten devraldığımız bakış açısını bir türlü değiştiremedik!

Devlet hâlâ büyük bir çoğunluğumuz için kapılanılacak bir yer olma durumunu devam ettirmekte. Bu yüzden de bugün çalışan nüfusumuzun yaklaşık altıda biri devlette çalışanlardan meydana gelmekte. Bu yazının yazılmasına vesile olan KPSS'ye giren kişi sayısının da bir buçuk milyon olduğunu belirtmeliyim.

İşte asıl üzerinde durmamız gereken noktanın burada düğümlenmekte olduğunu ve işin sadece siyasetin kriziyle açıklanamayacağı hususunu bir kez daha vurgulamak durumundayım. Çünkü asıl meselinin arka planında bu toplumun zihniyet tahayyülleri yer almakta ve ne yazık ki oradaki önceliklerin sık sık eleştirdiğimiz hakkaniyet, liyakat ve adalet kavramları ile uzaktan yakından bir bağlantısı bulunmamakta!

Bir tarafta örgütsel değerler yer alırken diğer tarafta geleneksel anlamda beklentiler ve bu beklentilere göre şekillenen talepler yer alıyor. Nepotizm adı verilen uygulamanın söz konusu bu iki taraf arasında yaşanan gerilimi yansıttığını ve geleneksel yapının var olan kuralları istismar edecek uygulamaları bir biçimde hayata geçirmekte olduğuna ülkemizde sık sık şahitlik ediyoruz. Belki de bu yüzden geçtiğimiz günlerde bir sokak röportajında pazarcılık yapan kişinin hepimiz hırsızız cümlesi ve bunun üzerinden iktidarla kurduğu bağlantı çok ama çok dikkat çekti!

İşte asıl üzerinde durulması gereken ve sosyolojinin daha fazla söz söylemesi gereken noktanın da tam burası olduğu kanaatindeyim. Çünkü bu durum sadece o cümleleri kuran kişiyle bağlantılı değil! Bu ülkede siyaset denilen mekanizmanın farklı aşamalarına takılan binlerce kişi için siyaset aynı zamanda istediklerini hayata geçirebilmenin bir nevi anahtarı konumunda. İster kendisi isterse de ulaşabileceği kendisi gibi birisinin orada olması bu durum için yeterli. İşe yerleştirmelerden tutun da imar düzenlemelerine hatta birtakım ihalelere kadar her şey bu sözünü ettiğim yapının bir nevi devamı niteliğinde gerçekleşiyor. Burada merkezi iktidarın uygulamaları kadar yerel yönetimlerin uygulamalarının da farklı bir biçimde gerçekleşmediğini ve benzer saiklerin dolaşımda olduğunu göz ardı etmemeniz gerektiğini hatırlatmak isterim.

Tekrar KPSS ve bu ülkenin sınav anlayışına ilişkin olan bitene geri dönelim. 1990’lı yılların sonunda torpil ve benzeri uygulamaların ortadan kaldırılması amacıyla devreye sokulan bu sınav örneklerinin yıllar içerisinde sürekli olarak tartışıldığı gerçeğini geriye dönük gazete arşiv incelemelerinden rahatlıkla yapabilirsiniz. Adına ister cemaat deyin isterse çete durum fark etmiyor, sonuç olarak devlet denilen mekanizmanın kendi koyduğu kuralların çiğnenmesine göz yumduğu gerçeği ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Ki burada asıl üzerinde durulması gereken noktanın ise bu şekilde bir yerlere gelenlerin değil kurallara uymak için çaba sarf etmek suretiyle zaman harcayan ve hayal kırıklığına uğrayanlardır.

Devlet denilen mekanizmanın kendisini oluşturan ve geleceği olarak lanse edilen gençlerin geleceğe yönelik inançlarını yok etmesi ve bütün bunlar olurken sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyor olması en büyük haksızlıktır. Bütün bu usulsüzlükler ve adam kayırmalar gerçekleşirken eğitim görmekte olan çocuklara, gençlere nasıl dürüst olun, çalışın ve ülkenize katkıda bulunun diyebileceksiniz. Siz istediğiniz kadar bunları söyleyin ya gördüklerini nasıl yok edebileceksiniz. Hep aynı liseden mezun olan birilerinin üst düzey noktalara geldiği gerçeğini sadece hak ettiler cümlesi ile açıklayabilir misiniz? Görevden alınan ve göreve atananlara şöyle biraz daha yakından bakın bakalım, tanıdık bir şeyler görebilecek misiniz?

Kurumları yerle yeksan ettiğinizde, son dönemde yaşadığımız bütün gelişmelerin ortaya koyduğu tam olarak budur. Yerlerine herhangi bir şey koyamadığımızı ve hızla vasatlaşma denilen heyulanın içerisinde oradan oraya savrulup durduğunuzu göreceksiniz. Hızla çöküyoruz ve bu çöküşün ardından itiraf edelim ki bu ülke insanlarının şu an yapılanların benzerlerini kendileri için istiyor olmalarının da büyük bir etkisi bulunuyor. Bir başka ifadeyle benzer pozisyonda olmaları koşuluyla aynı saiklerle hareket edecek milyonlarca insandan söz ediyoruz. İşte asıl sıkıntı da burada düğümleniyor ve gerçek anlamda adalet, liyakat, hakkaniyet denilen tartışmanın gerçekleşememesi de tam da buradan kaynaklanıyor.

Devlet denilen gücü küçültmeyi ve bütün kesimlerin sesi haline dönüştürmeyi başarabilmek durumundayız. Aksi halde belirli bir ideolojinin veyahut bakış açısının doğrultusunda şekillenen ve bunun dışında kalanları ötekileştiren bir yapı ile karşı karşıya kalmayı sürdürürüz. Her defasında bir öncekine rahmet okutacak gelişmeleri yaşamaya devam eder ve kaldığımız yerden yolculuğumuzu sürdürürüz.

Devlet ile birey arasında yaşanan orantısız çatışmada, kendisini korumak isteyenlerin her defasında kendi mensup olduğu toplumsal gruplara sığınması ve onunla varlığını sürdürmesi durumunu değiştirmek zorundayız. Bu ise hayatın her alanında hukuk kurallarının, kaidelerin ve normların sadece var olduğu değil aynı zamanda işlevlerini net bir biçimde ortaya koyabildikleri bir düzenin varlığı ile mümkündür. Soruların çalınması ne kadar hazinse mülakat sınavlarında hak edenlerin elenmesi de o kadar hazin ve ahlaksızca bir uygulamadır. Ama asıl sıkıntı bütün bunların ötesinde geleceği ellerinden alınan gençlerin kendilerine ve ülkelerine karşı hissettikleri hayal kırıklığıdır ki bunun telafisi o kadar da kolay bir süreç değildir.

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka’da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı.

1994 yılında “Futbolun Toplumsal İşlevi” başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye’de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye’de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı.

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı.

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir. 

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır.  Mart 2016’dan bu yana T24’te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka’nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu Memleketim FM’de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır.

Kitapları

-Türkiye’de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

-Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

-Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

-Türkiye’de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

-Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

-Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

-İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

-Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor)

-Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

-Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır