27 Mayıs 2017

Sene 2017

Birbirimizin hayatlarına müdahil olmadan yaşayabilmenin olanaklarını hep birlikte inşa edebilelim

Bu ülkenin insanlarının kaderinde aynı konuları tekrar tekrar yaşamak gibi bir durum söz konusudur ve her defasında üzerinden uzun seneler de geçse tartışmalarımız hiç ama hiç değişmez. Bu bile tek başına düşünüldüğünde enerjimizin ne kadar yok yere heba edildiğinin göstergesidir. Sürekli olarak aynı tartışmalar üzerinden sürdürülen hayatlar ve sonuç olarak kuşaklar boyunca tıpkı ‘Godot’yu bekler’ gibi geçirilen zamanlar. İyi de neden hep böyle olmak zorunda? Veyahut neden biz sürekli olarak birbirimizle çekişirken dünyada olup bitenlere gözümüz kör kulaklarımız sağır kalmak durumundayız.

Demokrasi lafının kendisi hepimizin zihninde farklı anlamlar üzerinden karşılık bulduğu ve sonuçları hep kendi lehimize döndürmek istediğimiz sürece üzerinde uzlaşamayacağımız bir idealden ibarettir. Biz bu ideali alıp kendi hayatlarımızın içerisine sokmaya muvaffak olamadık, kavramın sadece siyaset boyutu için olan kısmını-ki o da tamamen değil- uygulamaya çalıştık. Demokratik yollarla iktidara gelen partileri demokratik yollarla iktidardan uzaklaştırma yerine ilk adımını bugün yıldönümü olan 27 Mayıs 1960 tarihinde atarak silah zoruyla uzaklaştırmayı ‘devrim’ olarak gördük! Bugün halen ülkenin bir kesiminde bu gün ve ordunun yaptıkları bir darbe olarak değil bir ‘ihtilal’ olarak görülüyor. Yaşadıkları üzerinde bile bir türlü anlaşmayı başaramayan bir ülke ve o ülkenin birlik ve beraberlik üzerinden yürüdüğünü zanneden bir milleti var hala daha.

Oysa 27 Mayıs’ın açtığı kapıdan 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan ve 15 Temmuz’la girildi/girilmeye çalışıldı. Bu arada ise olan her defasında demokratik olduğunu düşündüğümüz sistemimizin bölük pörçük işlemesine ve kurumsal anlamda bir devamlılığın oluşturulamamasına oldu. Milli iradenin oy verme üzerinden tarif edildiği ve demokrasinin oy verme ile eşleştirildiği bir anlayışla şekillendirildiği beklentiler bu darbelerle kesintiye uğratıldı. Demokrasi bir ideal olarak hep önümüze konulan ama bir türlü gerçekten idrak edemediğimiz bir kavram olarak hayatımızda varlığını sürdürdü. Her siyasal iktidar kendisini iktidara taşıması için demokrasi idealini kullandı ancak yine hepsi bu ideali bir ideal olarak bırakmayı tercih etti. Bu ise üzerinden uzun yıllar da geçse ülke olarak demokrasi açlığımızın ve demokratik değerlerin erezyona uğratılması karşısındaki tepkilerimizin hiç ama hiç dinmemesine yol açtı.

İşkence, düşünce özgürlüğü, açlık grevleri, basına sansür, güvenlik güçlerinin abartılı güç kullanmaları vb. gibi pek çok başlıkta yıllardır aynı şeyleri tartışmaya devam ediyoruz. Yıllar geçiyor, iktidarlar değişiyor, hepsinden önemlisi dünya değişiyor ancak ülke olarak bizim bu konuları tartışmamız hiç ama hiç değişmiyor! Kendimizi konumlandırdığımız yerden bir milim bile yan çizmeden aynı şekilde davranmayı sürdürüyoruz. Buna karşın dünyanın bize bakışı her geçen yıl biraz daha fazla farklılaşıyor. Tamam artık daha başka bir ülke var karşımızda diye düşündükleri anın hemen akabinde karşılaştıkları uygulamalarla yine şoka uğruyorlar. Biz ise her zamanki tarzımızla var olan aksaklıkları, ihlalleri ‘normal’ gösterme yoluna gitmeyi seçiyoruz. Veya başımız sıkıştığı noktada ‘komplo’ mantığı üzerinden çıkış yolu aramayı ve bahanelere sığınmayı tercih ediyoruz. Zaman akıyor ve geçmişte olmadığı kadar dünyayla bütünleşmiş bir ülke olmamıza karşın demokrasi konusundaki ağır aksaklıklarımız sürüyor. Bize özgülüğün dışına çıkmak durumunda olduğumuzu ve bütün bunları yaparken kendimizi kandırmayı sürdürdüğümüzü ise maalesef görmek istemiyoruz.

1990’lı yılların ağır insan hakları ihlallerini, açlık grevlerini, hayata dönüş operasyonlarını, işkence iddialarını, faili meçhullerini geride bıraktık. Üzerinden geçen zaman bize gösterdi ki tüm bu tartışmaları gerçek anlamda hiçbir zaman sonuca ulaştıramamışız. Yaşananları ve bütün bu olumsuzlukları yaşatanları yapanların yanına bırakmışız. Oysa demokrasi aynı zamanda kanunsuzlukları yapanların yaptıklarının yanına bırakılmadığı bir anlayışın da hayata geçirilmesidir aynı zamanda. Bir hayat tarzının tüm kurum ve kuruluşlarla birlikte dolaşıma sokulmasıdır demokrasi. Burada yaşayan herkesin farklı dinsel, etnik, mezhepsel kökenden gelmelerine karşın kendilerini ifade edebilmeleri ve yaşam tarzlarını sürdürebilmelerinin koşulları sonuna kadar garanti altındadır. İster cinsel tercihiniz farklı olsun, isterse de ideolojik bakış açınız var olan yaklaşımlarla örtüşmesin fark etmez, bunlardan ötürü yargılanamaz, baskı altında tutulamaz ve psikolojik şiddete tabi tutulamazsınız. Siyaset kurumu tüm bunların işleyişinin sürdürülebilmesi için işin prosedür kısmında yer almaktadır. Asıl sorumluluk bütün toplumundur, kısacası tüm bu söylenenlerin hayata sokulabilmesinin ve birbirimizin özgürlüklerinin garantörü olabilmesi için birbirimize muhtacız. Bunları sağlayacak olan yasalardan, yönetmeliklerden, kolluk kuvvetlerinden çok ama çok daha önce toplumun bizatihi kendisidir. Eğer toplumsal hayatınızın içerisinde demokrasiyi özümsememiş ve demokratik yaşamın nasıl bir anlayışı beraberinde getirdiğini tahayyül edemiyorsanız, sizi hiçbir yasa, kuvvet ya da silahlı güç kurtaramaz.

Demokrasi ideal büyük anlatıların çizdiği şablonların ötesinde insanların nasıl olması gerektiği tarifinde bulunmaz. Bunun için de burada insanların nasıl yürüyüp yürüyemeyeceğinden nasıl yaşayıp yaşamayacağına kadar sorular soran veyahut onlara bunlar üzerinden müdahale de bulunanlar gereken yanıtları alırlar. Özgürlük ve demokrasi birlik ve beraberlik idealinin çok daha ötesinde bir yerlerde oluşmuş kavramlar dizgeleridir. Seneler geçtikçe aynı tartışmaların içerisinde kalıyor olmamız bile bu meseleyi nasıl anlaşılamaz hale getirdiğimizi bir kez daha gözler önüne koymaktadır. Hayat tarzı farklılıklarını sorun haline getirdiğimiz 80’lerin ortasından bugüne kadar geçen süre içerisinde insanlarımızı mutsuz ettik. İşin ilginç tarafı bu durumun hiç bitmemesi ve her seferinde yeni mutsuz ordularının yaratılmaya devam edilmesidir. Şekilciliğin ötesine geçemeyen yaklaşım sığlığımız sebebiyle hayatı kendimize zehir ettik ve etmeyi de sürdürüyoruz. Halbuki bütün bunların ötesinde bir yaşam var ve bunun için başta vicdanlı, adaletli ve merhametli insanlara ihtiyacımız var. Bırakın hangi düşüncede olursa olsunlar yeter ki bu vasıflara sahip insan sayısını arttırabilelim. Birbirimizin hayatlarına müdahil olmadan yaşayabilmenin olanaklarını hep birlikte inşa edebilelim.

Bugünden itibaren İslam alemi Ramazan ayının coşkusunu yaşayacak, umarım bu ayın gerçek anlamdaki yerini ve önemini idrak edebilecek bir Ramazan sürecini yaşayabiliriz. Çünkü her yıl oruç tuttu tutmadı tartışmaları ile başlayan ve adeta gelenekselleşen haberleri okumaktan yorulduk. Nefsiyle oruç aracılığıyla imtihan edilecek tüm yurttaşlarımız böylesi tartışmaların göstermelik olduğunu gayet iyi bilirler. Herkesin kendi davranışlarından sorumlu olduğu ve birbirlerine saygıda kusur etmediği bir ülkede, birbirlerine zor kullanmadan yaşayabilmeleri ümidiyle Hayırlı Ramazanlar. 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"