03 Haziran 2017

Şekilcilik hepimizi öğütüyor

Asıl üzerinde durmamız gereken ise kişilerin cinsel tercihleri nedeniyle hayatlarını karartan davranışlardır ve asıl bu tutumların bizatihi kendisi anormaldir, çağdışıdır

Geçtiğimiz hafta NATO liderlerinin eşleri de kamera karşısına geçtiler ve çektirmiş oldukları fotoğraf da kadınların arasında bir erkek de karede yer almıştı.

Lüksemburg başbakanı Xavier Bettel, 2015 yılında Belçika vatandaşı, mimar Gauthier Destenay ile evlenmişti ve eşcinsel evlilik yapan ilk Avrupa Birliği lideri olmuştu. Fotoğraf üzerinden ülkemizde de çok sayıda yorumda bulunuldu. Bazıları sayın Emine Erdoğan’ın duruşu üzerinden yorumlamalarda bulunurken bazıları da bu fotoğrafı çağdaşlık göstergesi olarak yorumladılar. Aslında ne o ne de diğerleri var olan bu durumu açıklamaya kafi gelmeyen nitelemelerdi. Çünkü bu fotoğrafın içerisinde bulunan bir erkeğin durumunu çağdışılık veya anormal olan olarak nitelendirilemez. Öte yandan asıl üzerinde durmamız gereken ise kişilerin cinsel tercihleri nedeniyle hayatlarını karartan davranışlardır ve asıl bu tutumların bizatihi kendisi anormaldir, çağdışıdır.

Şekilcilik cenderesi hepimizi daha çok küçük yaşlardan itibaren içerisine alıp sıkıştırmaya başlıyor. Neyin iyi neyin kötü olduğundan başlayarak hayatlarımızın her alanına dair değer yargıları içerisine sokuluyoruz. Bu yargılar konusunda tepki verdiğimiz anlarda ise mahalle baskısı devreye girmeye başlıyor. Çoğu zaman yazılı olmayan buna karşın teamüller şeklinde içselleştirilen düzenlemeler hepimizi sarıp sarmalıyor. Ne kadar kurtulmaya çalışırsak çalışalım her seferinde biraz daha fazla dibe doğru bizi çekiyorlar. Bu fotoğraf ve üzerinden yapılan yorumlara baktığınızda görünenler, gündelik hayatımızın diğer bütün alanlarında olduğu gibi burada da olup bitenleri benzer bir biçimde kategoriler üzerinden etiketlediğimizdir. Erkeklik, Kadınlık, İnsanlık, Dindarlık, Demokratlık, Devrimcilik, Milliyetçilik, Liberallik, Faşistlik, Sporseverlik vb. gibi yüzlerce konuda zihinsel bagajlarımızda hazır olanları alıp duruma uyarlamayla yetiniyoruz. Bu ise farklılıklar konusunda çekincelerimizi hem arttırıyor hem de çoğunlukla tüm bu olup bitenleri görmezden gelmeye bizi itiveriyor. Burada hiç kuşkusuz ailede başlayarak almış olduğumuz eğitimden çok daha fazla etkili olan bir ajan olarak medyanın konumu çok ama çok önemli bir yer işgal ediyor.

Çünkü medya bize erkeklik ve kadınlık konumlarından başlayarak nasıl olunması gerektiği hususunda bir çerçeve çiziyor. Bütün dizilerde, reklamlarda, haber bültenlerinde benzer imgeleri defalarca zihnimize kazıyor. Hatta kazımakla da kalmıyor olan bitenler hususunda başta haber bültenlerinde verilme tarzı olarak var olan egemen değer yargılarının yeniden inşa edilmesine de katkıda bulunuyor.

Her şeyin başını eğitim sürecine bağlıyoruz buna karşın eğitimimiz de bu şekilsel anlayışın kökleşmesine ve şemalar üzerinden düşünme konusunda hepimize çağrışımlarda bulunmaya devam ediyor. Daha ilkokul sıralarından itibaren kimlerin dostumuz kimlerin düşmanımız olduğunu tekerlemelerle öğrenmeye başlıyoruz.

Hamaset dolu bir eğitim ideolojisi içerisinde ne ülkemizin dünya üzerinde nasıl bir yerde durduğunu ne de nereden geldiğini öğrenebiliyoruz. Bu durum evde, sokakta, arkadaşlık ortamlarında aynen devam ediyor ve karşımıza standart insan tipini çıkartmayı sürdürüyor.

Örneğin eşcinsellik konusu bu ülkenin en büyük tabularından bir tanesi olarak orta yerde durmaya devam etmektedir. Sadece medyadaki yayın anlayışı üzerinde yapılacak kısa bir gezinti bile durumun ne kadar vahim olarak gerçekleştiğini gözler önüne serecektir.

Yurt dışında da bu tartışmalar nihayete erdirilmiş veyahut dolaba kaldırılmış değildir. Buna karşın bireylerin kendi özgür seçimleri üzerinden yürüttükleri hayatları hususunda kamuoyunun etkisi ve baskısı bambaşka bir boyutta gerçekleşmektedir.

Bize geldiğimizde ise durum çok daha katı ve katı olduğu kadar riyakar bir anlayış içerisinde tezahür etmektedir. Bir taraftan görmezden gelinen, hayatın dışarısına itilmeye çalışılan, dövülen, öldürülen bir profili görüyoruz. Öte yandan ise cinselliği bütün bu damgaladığı kişilerle gerçekleştirme hususunda bir beis görmeyen bir yaklaşıma da şahit oluyoruz. Erkekliğine laf edildiği için cinayet işleyenlerin açıklamaları trajikomik bir görünüm arz ediyor. Bu yüzden de bu fotoğraftaki durumun nasıl karşılık bulduğu konusunda çok fazla söz edebiliriz. Ancak ne söylersek söyleyelim şekilsel yanımız var olan bu durumu kavrayabilmemizi zorlaştıracaktır.  

Şekilciliğin en fazla görüldüğü alanlardan bir tanesi de hiç kuşkusuz ideolojilerdir ve bütün ideolojiler dışlayıcıdırlar. Bu yüzden de kendinizi tarif ettiğiniz yerin dışında kalanlar ne kadar iyi işler yapmış olurlarsa olsunlar çoğu zaman görmezden gelinirler. Çünkü onlar, bizim kendimizi tarif ettiğimiz anlayışın dışındadırlar ve onları beğenmek kendimizi reddetmek olarak algılanır. Oysa takdir etmek, beğenmek, anmak gibi kavramlar son derece insani olan ve hayatlarımızı daha renkli kılan yanlarımıza hitap etmektedirler. Sadece kendisini tanımladığı üzerinden değerlerinizi yok sayarsanız çoraklaşmaya başlarsınız. Özellikle de kültürel alanda bu durum çok daha belirleyici olarak kendisini hissettirecektir. Bize baktığımızda bu açıdan tablo bir hayli karanlık bir görünüm sergilemektedir.

Üzerinde uzlaşabildiğimiz edebiyatçılarımızın sayısı bir elin parmaklarını geç(e)mez. Daha milliyetçi muhafazakar kanattan bakanlar açısından Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Aziz Nesin gibi isimler çoğu kez görmezden gelinir. Benzer biçimde sol, sosyalist, sosyal demokrat kanattan bakanlar için ise Necip Fazıl Kısakürek, Tarık Buğra, Sezai Karakoç gibi isimlere aynı muamele yapılır. Buradaki isimleri arttırabilirsiniz ama işin asıl önemli kısmı bu ülkenin kültürel iklimine katkıda bulunan bütün kişilerinin benzer bir muamele ile karşı karşıya kalma durumlarıdır.

Cemil Meriç’in, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sırf yayınevleri nedeniyle belirli dönemlerde görmezden gelindiğini de unutmayalım. Şekilciliğin yerleşik hale dönüşmesi beraberinde topyekûn bir arafta kalma halini doğurmaktadır ki bu durum hepimizin geleceği açısından son derece sıkıntılı olan entelektüel çoraklığın yaygınlaşmasına yol açacaktır.

‘Yaşamak Bir Ağaç Gibi Tek ve Hür ve Bir Orman Gibi Kardeşçesine. Bu Hasret Bizim!’ gibi binlerce dizeleriyle Türkçe’nin sınırlarını genişleten ve tüm dünyaya tanıtan büyük şair Nazım Hikmet Ran’ı ölüm yıldönümünde rahmet ve saygıyla anıyorum. 2 Haziran Terk Etmedi Sevdan Beni şiirini ve onlarcasını bize bırakan Ahmed Arif’in ölüm yıldönümüydü, bu vesile ile kültür dünyamızı aydınlatan bütün değerlerimize şükranlarımızı sunuyorum.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Güven bunalımının izini sağlıkta sürmek

Türkiye giderek daha fazla kural ve kaidelerden uzaklaşan bir ülke görünümüne bürünmekte olup kuralsızlık halinin bir gerçeklik olarak hissedilmeye başlandığı bir yere dönüşmektedir. Bu gidişat hepimizi yakından ilgilendirmekte olup toplumsal yapımıza zarar vermektedir

Güven duygusunu yitiren toplum

Güven duygusunun kaybolduğu ülkelerde, yasal düzenlemelerin yaşananlar karşısındaki etkinliği ve gücü de zayıflamaya başlar ve belli bir süre sonra yasalar tamamen rafa kaldırılır, yerlerine gücün/paranın yarattığı yeni yapılar egemen olur

Federasyon seçimleri bizlere bir şeyler anlatıyor

Muhalefet partisi spor federasyonları seçimlerinde iktidarın yanında konumlanırken, federasyonlarda her seferinde daha tuhaf ve bir o kadar da olmaz denilen işlerin yaşanmasına şahit olmayı sürdürüyoruz.

"
"