28 Mayıs 2018

Şeffaflık değil kontrol toplumu

Şeffaflık zorlaması sisteme istikrar kazandırma açısından önem arz etmektedir

Güney Koreli yazar Byung-Chul Han’ın Şeffaflık Toplumu1 isimli çalışması içinden geçtiğimiz ve kendimizi farklı bir yere yerleştirme girişimlerinde bulunduğumuz döneme ilişkin çok ilginç ve bir o kadar da sarsıcı saptamalarda bulunuyor. Aydınlanma dönemi ile başlayan ve ardından pek çok düşünürün kendisine ilham aldığı ‘bilgi güçtür’ mottosunun sosyoloji bilimine adını veren Auguste Comte tarafından ‘kontrol edebilmek için önceden görebilmek, önceden görebilmek için de bilmek gerekir’ cümlesine geri dönmemiz gerekiyor. Çünkü buradan sonra içinde bulunduğumuz enformasyon çağında her şey hızla kontrol etmenin araçları haline dönüştürülüyor. Ve yazarın yerinde tespiti ile ‘şeffaflık toplumu bir güven değil kontrol toplumu’ oluverirken maalesef bizlerin büyük bir kısmı ise bütün bu olup bitenler karşısında gönüllü katılımcılar pozisyonuna indirgeniyoruz.

Kitabın ilk bölümü olumluluk toplumu başlığını taşıyor. “Günümüz moda kavramları arasında şeffaflık kadar kamusal söylem üzerinde hakimiyet kurmuş bir başkası yoktur. Özellikle de enformasyon özgürlüğü bağlamında hararetle kullanılır bu kavram. Her yerde karşımıza çıkan ve kavramın fetişleştirilmesine ve totaliter bir görünüm kazanmasına varan şeffaflık talebi, siyaset ve ekonomi alanlarıyla sınırlandırılmayacak bir paradigma değişimine dayanır. Olumsuzluk toplumu günümüzde, olumsuzluğun giderek tasfiye edilerek yerine olumluluğun konduğu bir topluma dönüşmektedir. Böylelikle şeffaflık toplumu kendini öncelikle bir olumluluk toplumu olarak gösterir”(s. 15). İçinde bulunduğumuz dönemde başta siyaset kurumu olmak üzere, ekonomi ve özellikle de medya kurumlarının sürekli olarak şeffaflık vurgusu yapmaları ve oradan üretilen kavramları parlatmaları tesadüf değildir.

Şeffaflık toplumu adı altında bir örnekliğin, aynılığın ve standardizasyonun önü ardına kadar açılır. Hatta yazara göre şeffaflık sistemik bir zorlamadır ve ötekiliğin, yabancılığın olumsuzluğu ya da ötekinin dirençliliği aynıların pürüzsüz iletişimini bozmakta ve geciktirmektedir. Şeffaflık ötekiyi, yabancıyı devre dışı bırakarak sisteme istikrar ve hız kazandırmaktadır. “Bu sistemik zorlama şeffaflık toplumunu hizaya getirilmiş bir toplum haline getirir. Totaliter yanı da buradadır: Hizaya getirmenin yeni adı: Şeffaflık”(s.16).

Değişen siyaset anlayışı aynı zamanda yurttaşların siyasal özneler olarak katılım konusundaki davranışları üzerinde de etkili olmuştur. İşte bu noktada şeffaflık zorlaması sisteme istikrar kazandırma açısından önem arz etmektedir. “Şeffaflık kendi başına olumludur. Mevcut siyasi-ekonomik sistemi kökten sorgulayabilecek olumsuzluğu içermez. Sistemin dışındakine kördür. Sadece mevcut olanı onaylar ve optimize eder. Bu nedenle şeffaflık toplumu siyasal sonrası ile birlikte var olur. Sadece siyasetten arındırılmış alan tümüyle şeffaftır. Referansı olmayan siyaset yozlaşarak referandum halini alır”(s.23). Siyaset mekanizması ile toplumsal hayat arasındaki ilişkinin kopmasının ardından boşluğu dolduran şeyin şeffaflık olması ve oradan üretilen angajmanlar sayesinde aranın daha da açıldığı bir dönemin içerisinden geçiyoruz.

İşte bu noktada sosyal medyanın devreye girdiği ve alışkanlıklarımızı, davranışlarımızı alt üst ettiği yepyeni bir sürecin içerisinde yol almaya başladık. Her şey bir tık uzağımızda cereyan etmesine karşın, geçmişin tersine katılmak yerine izlemeyi ve olan bitene güvenilir/korunaklı yaşam alanlarımız üzerinden müdahale etmeyi seçiyoruz. “Olumluluk toplumunun genel yargısı Like/beğendim’dir. Facebook’un Dislike/Beğenmedim seçeneği sunmamaktaki kararlılığı anlamlıdır. Olumluluk toplumu, iletişimi sekteye uğratacağı için olumsuzluğun her türünden kaçınır. İletişimin değerinin tek ölçütü de enformasyon değiş-tokuşunun hacmi ve hızıdır. Hacminin büyümesi iletişimin ekonomik değerini arttırır. Olumsuz yargılar iletişimi olumsuz yönde etkiler. İletişim ‘Beğendim’in ardından ‘Beğenmedim’e kıyasla daha çabuk kurulacaktır”(s.23).

Şeffaflığın artması hakikatin artması demek değildir. Buna karşın enformasyon üzerinden tam da bu noktaya vurgu yapılması dikkat çekicidir. Çünkü daha fazla enformasyon, daha fazla iletişim yazarın da belirtmiş olduğu gibi ‘bütünün temel belirsizliğini ortadan kaldıramaz. Hatta daha da arttırır’.

Kitabın ikinci bölümü teşhircilik toplumu başlığını taşıyor ve fotoğrafın zaman içerisinde değişen yüzünü, günümüzün sosyal medya alışkanlıkları üzerinden anlamamıza yardımcı oluyor. “Kült değeri taşıyan insan siması fotoğraftan çoktan kaybolmuş durumdadır. Facebook ve Photoshop çağı ‘insan siması’nı tamamen sergi değerinde kendini bulan bir face haline dönüştürür. Face, ‘bakışın aura’sından yoksun, teşhir edilen bir yüzdür. İnsan simasının meta biçimidir”(s.26). Olmuş olanlara tanıklık eden fotoğraftan kendisini teşhir eden insana doğru yolculuğumuz içerisinde teşhirciliğin bizzat kendi elimizle ve isteyerek gerçekleşiyor olması üzerinde düşünmeliyiz.

Teşhircilik toplumunda her özne kendi reklam nesnesidir. Her şey sergi değeriyle ölçülür. Teşhircilik toplumu pornografik bir toplumdur. Her şey dışa çevrilmiş, ifşa edilmiş, çıplaklaştırılmış, soyulmuş, ortaya serilmiş durumdadır. Teşhir etmenin aşırılığı her şeyi ‘tüm sırlarından arınmış olarak derhal tüketmeye açık’ bir meta haline getirir. Kapitalist ekonomi her şeyi sergilenme mecburiyetine tabi kılar. Sadece sergilemeye yarayan sahnelemedir değer yaratan, şeylerin her türlü kendine özgülüğü feda edilmiştir. Şeyler karanlığın içinde değil aşırı ışık altında ortadan kaybolmaktadır”(s.27-28). Görünür olmanın zorlaması şeffaflığın kaçınılmazlığını da beraberinde getirmektedir. Bu yeni koşullarda var olmak istiyorsanız siz de var olan kurallara uymak zorundasınızdır.

Sergileme zorlaması görünür olanı sömürür. Parlak yüzey kendine has bir şekilde şeffaftır. Kimse onu daha fazla sorgulamaz. Yorumbilgisel derinliği olan bir yapısı yoktur. Face de sergi değerini en yüksek düzeye getirmeye çabalayan şeffaflaşmış yüzdür. Sergileme zorlaması sonuçta bizi yüzümüzden eder. Kendi yüzümüz olmak mümkün değildir artık. Sergi değerinin mutlaklaştırılması kendini görünürlüğün zorbalığı olarak dışa vurur. Sorun kendi başına resimlerin sayısındaki artış değil, resim olmak yönündeki ikonik zorlamadır. Her şey görünür olmak zorundadır. Şeffaflık mecburiyeti görünürlüğe tabi olmayan her şeyi şüpheli bulur. Şiddeti buradadır”(s.29). Gün içerisinde kendi yüzünün yüzlerce fotoğrafını çekip içlerinden beğendiklerini sosyal medya üzerinden paylaşanları gözünüzün önüne getirin. Bu öylesine zorlayıcı bir süreçtir ki, farkında olmadan söz konusu kişiler her ortamda telefon ve kendi yüzleri arasında durmadan fotoğraf çekmek zorundadırlar artık.

Kitabın içerisinde apaçıklık toplumu, porno toplumu, ivme toplumu gibi alt bölümler yer alıyor. Teklifsizlik toplumu bölümü ise içinde bulunduğumuz yeni dönemle var olan uygulamalar arasındaki ilişkiyi farklı bir biçimde gözler önüne seriyor. “Teklifsizlik şeffaflığın psikolojik formülüdür. Mahrem duygu ve hissiyatlar ortaya konduğunda, ruh çıplaklaştırıldığında ruhun şeffaflığına erişildiği düşünülür. Sosyal medya ve kişiselleştirilmiş arama motorları internette dışarısının ortadan kaldırılmış olduğu bir yakın alan oluşturur. Burada insan yalnızca kendisi ve kendisi gibi olanlarla karşılaşır. Değişimi mümkün kılacak hiçbir olumsuzluk yoktur artık…Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk yaratır. Kamusal alanın yerini kişinin yayımlanması alır. Böylece de kamusal alan bir teşhir mekanı haline gelir. Ortak eylemin alanı olmaktan giderek uzaklaşır”(s.54).

Yazar, insanların mesafelerini koruyabildikleri ölçüde toplumsallaştıklarını buna karşın teklifsizliğin mesafeyi ortadan kaldırdığını dile getirir. “Teklifsizlik toplumu psikolojikleştirici ve ayinden arınmış bir toplumdur. İtirafın, soyunmanın ve pornografik mesafesizliğin toplumudur… Teklifsizlik toplumu, insanın kendinden uzaklaşmasını, kendini kaybetmesini sağlayan ayinsel, törensel işaretleri ortadan kaldırır. Tecrübe başkasıyla karşılaşmaktır. Yaşantıdaysa insan her yerde kendisiyle karşılaşır. Narsistik özne kendini sınırlayamaz. Varlığının sınırları bulanıklaşır”(s.55-56). Mesafelerin kaybedilmesi beraberinde toplumsal hayat içerisindeki ilişki kalıplarında da delikler açmaya ve kişisel yaşam alanlarımız konusunda da geçmiş ile gelecek arasındaki belirsizliğin artmasına yol açmaktadır. Bu ise hem daha fazla kendimize dönmemize hem de geleceğe ilişkin umutlarımızı ve beklentililerimize yönelik soru işaretlerinin de artmasına neden olmaktadır.

Enformasyon toplumu kısmında yazar, şeffaflık toplumunun enformasyon toplumu olduğunu ve enformasyonun, kendi başına her türlü olumsuzluktan yoksun olduğu ölçüde bir şeffaflık fenomeni olduğunu söylemektedir. “Şeffaflık toplumu sadece hakikatten değil görünüşten de yoksundur. Ne hakikat ne de görünüş şeffaftır. Tümüyle şeffaf olan tek şey boşluktur. Bu boşluğu bertaraf etmek için bir enformasyon yığını devreye sokulur…Enformasyon ve iletişimin artması kendi başına dünyaya aydınlık getirmez. Şeffaflık kahinliğe yol açmaz. Enformasyon yığını hakikat oluşturmaz. Ne kadar çok enformasyon serbest kalırsa dünya o kadar karmaşıklaşır. Hiper-enformasyon ve hiper-iletişim karanlıkta bir ışık olamaz”(s.61).

İfşa toplumu alt bölümünden sonraki son bölüm ise kontrol toplumu adını taşıyor. Aslında gözetim toplumu tartışmalarının ötesinde kontrolün sağlanmasında bu kez bizlerin kendi rızalarımız aracılığıyla nasıl katkıda bulunmakta olduğumuzu görmüş oluyoruz. Bentham’ın panaptikonundan farklı olarak bu kez bizler birbirimizle yoğun iletişim halinde bulunmakta ve bu sayede şeffaflığı garantileyen yalıtılmışlığın getirdiği yalnızlık değil hiper iletişim olmaktadır. “Dijital panaptikonun kendine has yanı, kuruluşunda ve sürdürülmesinde sakinlerinin soyunma ve kendilerini teşhir etme yoluyla aktif olarak yer almalarıdır. Kendilerini panoptik pazarda sergilerler. Pornografik kendini teşhir ve panoptik kontrol arasında keskin bir sınır yoktur”(s.68). Yazara göre bu topyekûn gözetleme ‘şeffaf toplum’u insanlıkdışı bir kontrol toplumu haline getirir. Herkes herkesi kontrol etmektedir.

Şeffaflıkla ilgili belki de en çok üzerinde düşünmemiz gereken noktayı ise yazar şu şekilde dile getirmektedir. “Şeffaflık her tür bilgisizliğin ortadan kaldırılmış olduğu bir durumdur. Şeffaflığın hakim olduğu yerde güvene yer yoktur. ‘Şeffaflık güven yaratır’ yerine ‘Şeffaflık güveni ortadan kaldırır’ demek gerekir. Şeffaflık talebi güven kalmadığında yüksek sesle dile getirilmeye başlanır. Güvenen dayanan bir toplumda mütecaviz bir şeffaflık talebi olmaz. Şeffaflık toplumu, azalan güven nedeniyle kontrole önem veren bir güvensizlik ve şüphe toplumudur. Yüksek sesle dile getirilen şeffaflık talebi toplumun ahlaki temelinin kırılganlaşmış olduğunun ve dürüstlük, doğruluk gibi ahlaki değerlerin giderek önemini yitirdiğinin bir göstergesidir. Çökmekte olan ahlaki merciin yerini yeni toplumsal buyruk olarak şeffaflık alır”(s.70).

Yazar, kitabın sonunda yaşadıklarımızı şu cümlelerle ortaya koyuyor: “İçerisini dışarıdan ayıran bir duvar yok. Kendilerini özgürlük alanları olarak sunan Google ve sosyal ağlar panoptik biçimlere bürünüyorlar. Bugün gözetleme, genelde sanıldığı şekliyle özgürlüğe saldırı şeklinde gerçekleşmiyor. İnsanlar kendilerini daha ziyade gönüllü olarak teslim ediyor panoptik bakışa. Kendilerini soyarak ve teşhir ederek dijital panoptikonun oluşuna bilerek katkıda bulunuyorlar. Dijital panaptikondaki mahkum aynı zamanda hem kurban hem faildir. Özgürlüğün diyalektiği işte budur. Özgürlüğün kontrol olduğu ortaya çıkıyor”(s.72).


1Byung-Chul Han-Şeffaflık Toplumu-Metis Yayınları, Çev. Haluk Barışcan, İstanbul 2017

 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"