16 Kasım 2017

Şarkı sözlerini değiştirmeye çalışmak

Sözleri dönüştürdüğünüzü zannederek sansürlemenin önünü açmak tehlikeli bir girişimdir

Bu ülkenin makus talihi belki de hep deja-vu yaşamak durumunda olmaktır. Devekuşu Kabare tiyatrosunun 1985 yılında sahneledikleri Yasaklar adlı oyunlarının üzerinden otuz iki koca yıl geçti ve bizler bugün, o oyundaki Minik Kelebek bölümünü yeniden yaşıyoruz. Devletimizin resmi yayın organında yayınlanan ‘hele dadaş hoş musan’ isimli Erzurum türküsündeki ‘ayakların yan basir yoksa sen sarhoş musan?’ sözleri  ‘ayakların yan basir yoksa sen oruç musan?’ şekline dönüştürülmüştür.

Şarkı sözleri özellikle de türküler içinden çıktığı kültürün dile gelmiş halleridir, bu açıdan bakıldığında şarkı sözleri aynı zamanda toplumsal hafızanın birer parçası olarak da oluşturulan kültürün, kuşaktan kuşağa aktarılmasında aracı bir rol üstlenmektedirler. Bu yüzden sözleri değiştirmeye çalışmak bir anlamda kültürü de değiştirmeye çalışmak manasına gelmektedir. Ayrıca sözün yerinde ağır olduğunu ve istediğiniz kadar değiştirmeye çalışın tıpkı suyun yatağını bulacağı gibi, yerini bulacağı gerçeğini de değiştiremezsiniz!

Muhafaza etme ile modern olmayı oldum olası birbirine karıştıran ve her ikisi de olabilmeyi başaramayan bir zihniyetle, hayatı hem kendimize hem de içinde yaşadığımız ülkede yer alan bizden farklı düşünenlere yaşanmaz kılma konusunda acayip gayretler gösteriyoruz. Şarkı sözlerindeki sevgiyi, sarhoşluğu, aşkı, içkiyi, yatmayı ortadan kaldırdığınız vakit ne bu kavramlar ortadan kalkıyor ne de içinde yaşadığınız ülke daha istediğiniz gibi bir yer haline dönüşebiliyor.

Hattâ tam aksine kafa karışıklığı giderek artıyor ve ne yardan ne serden geçeriz mantığı içerisinde yapıp ettiklerimiz, hepimizin ayaklarında birer pranga olarak, ileriye gidebilmemizi engelliyor. Şarkılar birer simge olarak zaman zaman işlev de görebilirler, buna karşın büyük çoğunluğu içinde yaşanılan dönemin yansıtılmasından ibarettirler. Sözleri dönüştürdüğünüzü zannederek sansürlemenin önünü açmak tehlikeli bir girişimdir. Bu kapı bir kez açıldığında oradan hiç ummadığınız kadar farklı gerekçelerle normalleştirilebilecek öğelerin de girebileceği gerçeğini hepimiz hatırlamalıyız.

Yasakçı zihniyet; yaşam tarzı, ideoloji, milliyet, din, inanç, sınıfsal yapı farkı gözetmeksizin tüm insanlığı kendi istediği biçimde dönüştürmeyi amaçlar. Sansür, bu bakışın olmazsa olmazı olarak tarih boyunca kendisini daima hissettirmiş ve çocuklara anlatılacak olan masallardan başlayarak, öykülere, efsanelere, mitlere kadar uzanmıştır. İktidarın gücünün sınırları ile özgürlükler çatışmaya başladığında bu kez hikayeler, romanlar, şarkılar, filmler, tiyatro oyunlarına kadar uzanan pek çok alanda bu durumdan nasiplerini fazlasıyla almışlardır.

Bu ülke yasaklanan filmlerden, yakılan dizilerden, yayın yasaklarına uygun hale dönüştürülen şarkı sözlerine kadar pek çok örneği defalarca yaşamak zorunda bırakıldı! Bir nesil kendi elleriyle kitaplarını yakmak, gömmek, saklamak zorunda kaldı. Ekranlarda örgütsel doküman olarak ele geçirilen kitaplar gösterildi ve kelimelerimiz bile yasaklı ve yasaksız olarak ikiye ayrıldı.

1980 öncesinde tek kanallı ekrana arabesk söyleyen isimlerin çıkmasına müsaade edilmezdi sadece yılbaşı gecesinde görebilirsek görürdük. Hatta bizzat devlet eliyle acısız arabesk adı altında bir kavram ortaya atıldı ve tabii ki rağbet bulmadı. Devran döndü ve ekran sayısı arttıkça bir zamanlar göremediğimiz isimleri televizyonlarda görmeye, şarkıları dinlemeye başladık. Ne Türkçemiz ortadan kalktı ne de ekranlara çıkanlar yüzünden ortalık birbirine girdi.

Bu ülkenin son derece güçlü olan sözlü kültür geleneğinin yansıması olan türkülerimiz sayesinde geçmişi bugüne aktarabilme olanağını sürdürüyoruz. Şarkılarımız bizi yansıtmaya ve bizi anlatmaya devam ettiği sürece müzikle birlikte dilimizin de zenginliğini ortaya koymakta olduğu gerçeğini de aklımızdan çıkarmamalıyız. Aşık Veysel’i, Aşık Mahsuni Şerif’i, Celal Güzelses’i, Muharrem Ertaş’ı, Nesimi Çimen’i ve bu gelenekten beslenen yüzlerce isim sayesinde kültürel zenginliğimiz yaşamaya devam ediyor.

Şarkılar ve şarkı sözleri aynı zamanda bizlerin hayatında unutamadığımız anların ve olayların içerisinde de yer alabilirler. Sevdiğinizle sizi anlattığını düşündüğünüz şarkının sözlerini aradan yıllar da geçse unutamazsınız. Şarkıları ve şarkı sözlerini değiştirmeye çalışmak yerine olduğu gibi kalmalarına ve böylece sürüp gitmelerinin önünü açmalıyız. Çünkü orada anlatılanlar ve bize yaşattıkları, gündelik hayatlarımızda yaşadıklarımızdan ve etrafımızdakilere yaşattıklarımızdan çok daha sahici ve naif duygular içermektedir. Tıpkı Neşat Ertaş’ın Ahu Gözlerini Sevdiğim Dilber türküsünün sözlerinde olduğu gibi.

Ahu Gözlerini Sevdiğim Dilber

Ahu gözlerini sevdiğim dilber 
Sana bir sözüm var diyemiyorum 
Bilmem delimiyim mecnun gezerim 
Sırrımı yatlara veremiyorum 
Derdimi ellere diyemiyorum 

Halel olsun al yanaktan aldığım 
El uzadıp gonca gülün derdiğim 
İnce belini tatlı dilini sevdiğim 
Gırılsın golların duramıyorum

Al yanaktan aldıcağım azıktır 
Darama zülfünü gönlüm bozuktur 
Öksüzüm garibim bana yazıktır 
Destursuz yanına varamıyorum 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"