10 Ocak 2020

Rakamlar oyunu

Hayatlarımız değişirken futbol da değişiyor ve futbola atfettiğimiz değerler de dönüşüme uğruyor

Futbolun endüstriyelleşmesi sonrasında ortaya çıkan yeni durum sadece izleyicilere, bu alana para yatıranlara veya yöneticiler üzerinde etkide bulunmadı. Aynı zamanda bu işi icra edenler ile onun saha içerisindeki bütün uzantılarını da dönüştürdü. Bugün artık çok daha fazla istatistiksel veriler üzerinden konuşuyor ve sürekli olarak ekranlar aracılığıyla bize yansıtılan futbolcuların koşu mesafesi, pas yüzdesi, topa sahip olma oranları vb. verilerle haşır neşir olmak durumunda kalıyoruz. Aslında hayatlarımız değişirken futbol da değişiyor ve futbola atfettiğimiz değerler de dönüşüme uğruyor. İşte tam bu noktada Chris Anderson ve David Sally'nin 'Rakamlar Oyunu, futbol hakkında bildiğiniz her şey neden yanlıştır?' isimli çalışması son derece ufuk açıcı bir görünüm arz ediyor.

Kitabı elinize aldığınızda yıllar içerisinde kendisinin bir futbol ülkesi olduğunu iddia eden Türkiye'de durumun ne kadar farklı bir durum arz ettiğini de bir kez daha yakından anlamış oluyorsunuz. Çünkü verilen örnekler kadar söz konusu edilen örneklere kaynaklık eden futbol aklının yaratılmasında kullanılan ifadelerin de çok ama çok uzağında yer almaya devam ediyoruz. Haklarını yemeyelim dünya futbolunda olup bitenleri takip eden ve daha farklı bir anlayışla sporu/futbolu anlamaya çalışan gençleri de atlamamalıyız. Onların varlığı bir anlamda önümüzdeki dönem için en büyük şanslarımızdan bir tanesini oluşturuyor ve bu kitle geçmişteki futboldan gelen yorumcu anlayışından çok daha farklı bir perspektife sahip.

Kitabın önsözünde Önder Özen'in yazdıkları da yabana atılmayacak kadar mühim noktalara temas etmekle kalmıyor aynı zamanda iki farklı dünya arasındaki yapıya da ışık tutuyor. "…Biz gittiğimiz her maçın ilk yarım saatini 22 farklı oyuncunun takım formasyonundaki pozisyonlarını yerleştirmeye ve özel bir oyuncu var mı diye sadece topun oynandığı yere bakıp anlamaya çalışarak harcıyorduk. Avrupalı scoutlar sadece bir oyuncuya gözlerini dikiyor ve sahada olup biten diğer şeylerle ilgilenmiyorlardı. Kısaca biz maçı izlerken onlar sadece bir oyuncuyu izliyorlardı. Daha turnuva başlamadan önce izleyecekleri oyuncular çoktan belirlenmişti bile. Yıllar süren bir araştırmanın orta aşamasındaydılar…Özetlersek biz elimizde detektörle gezerek altın arıyorduk. Onlar ise madeni yıllar önce bulmuş, altının kaç karatlık olduğuna bakıyordu".(s.17)

Türkçe okurlar için yazılan önsözde ise süper ligimizdeki durumun hiç de bize anlatıldığı gibi süper olmadığını önünüze konulan verilerle anlıyorsunuz. "…Süper Lig'de top koşturan futbolcuların birkaç mühim bakımdan Avrupa'nın geri kalanından farklı olduğunu gösteriyor. Süper Lig'deki oyuncular 28.7 yaş ortalamasıyla takip edilen 31 Avrupa ligi içerisinde en yaşlı oyuncu grubu olduğu gibi (Kıbrıs istisnası dışında) yabancı olma ihtimali de en yüksek olan grup. Süper Lig'deki her 4 oyuncudan yaklaşık yüzde 3'ü (yüzde 73.1) başka bir ülkeden transfer edilmiş. Bunu liginde oynayan futbolcuların yarısından çoğunun Alman olduğu Almanya'yla karşılaştırın. Son olarak, Süper Lig'de oynayan futbolcuların yalnızca yüzde 3.2'si şu an oynamakta oldukları kulübün alt yapısından yetişmiş. Bu rakam Fransa ve Almanya'da (yüzde 13,5) veya İspanya (yüzde 21.5) gibi ülkelerin yanında çok küçük kalıyor. Yani Süper Lig'deki futbolcuların maaşlarını diğer büyük liglerde olan futbolcularla birçok ortak yanı varken, zanaatlarını Türkiye'de öğrenen oyuncularla pek ortak yanları yok" (s.27-28).

Teknolojinin gelişmesi ve ulaşılabilirliğin artması sonrasında her alanda verilerin çoğalmasına şahit olduk. Ancak buradaki ince nüans verilerin artması kadar söz konusu bu verilerin nasıl okunabileceği noktasında gizliydi. Çünkü giderek büyüyen veri setinin bizlere ne söylediği konusunda henüz çok cahildik. İşte bu noktada spora ilişkin yatırımlarda bulunan bahis şirketleri önce ABD'de bu verileri kullanacak algoritmaları geliştirmek suretiyle rakamları konuşturmaya ve pazarlamaya başladılar. "Verilerin gerçek gücü işte burada yatıyor: Futbolla olan ilişkimizi değiştirmede"(s.43). Bu konudaki öncü ise Charles Reep'ti. Reep bildiği işi yani muhasebeyi, çok sevdiği şeye futbola uyarladı. "Kariyeri boyunca 2200'ün üzerinde maçı kayıt altına aldı her maçın analizi için yaklaşık seksen saat harcadı. Reep'in 1953-1963 arasında topladığı bilgiler Bernard Benjamin'in 1968 yılında yazdığı Profesyonel futbolda beceri ve şans isimli makalenin temelini oluşturdu. Bu makaleye göre, takımların ortalama yaklaşık dokuz şutundan birinin gol olduğu tespit edilmişti…Futbolun bir top kayıpları oyunu olduğunu da tespit etmişlerdi. Atakların çok büyük çoğunluğu sıfır ya da bir isabetli pastan sonra sona eriyor. yüzde 91.5'i ise dördüncü isabetli pası asla göremiyordu… Reep modern futbol fikriyatı için başka bir mihenk taşını da gün ışığına çıkarmıştı; rakip ceza sahası içinde kapılan topların yüzde 30'unun kaleyi bulan şutla sonuçlandığını ve atılan tüm gollerin yaklaşık yarısının bu tarz top kapmalar sonucu geldiğini" (s.47-48).

Rakamlar devreye girdikçe futbola ilişkin kabul gören ifadelerin de içi boşalmaya başladı. Kitapta buna ilişkin çok sayıda örnek bulacaksınız, bunlardan bir tanesi takımların en kırılgan oldukları anlar gol atmalarından hemen sonrasıdır düşüncesi genel geçer efsanelerden sadece bir tanesidir ve "Premier League'deki 127 maçın analizinde ortaya çıkan rakamlar bize bunun doğru olmadığını gösteriyor" (s.54). Bir diğer efsane daha fazla şut çekip daha fazla korner kazanan takımların daha fazla gol attığına ilişkin olandır, yapılan çalışmalarda aralarındaki korelasyon sıfır olarak bulunmuştur. Kitabın belki de en önemli bulduğum yanı futbolda bundan sonra bizi nelerin beklediğine ilişkin ifadeleri de ortaya koyuyor olmasıdır. Futbolda bir fırtınanın kopmak üzere olduğunu ve bu fırtınanın bildiğimiz, sevdiğimiz oyuna ilişkin algılarımızı değiştireceğini öğreniyoruz. "Futbol artık daha analitik, daha bilimsel bir gözle baktığımız, bugüne kadar bize öğretilenleri artık kabul etmeyeceğimiz, daima neden sorusunu soracağımız bir oyun olacak. Bu oyun görüntüde aynı kalacak ama onun hakkındaki düşünme biçimimiz neredeyse tanınmaz bir hal alacak" (s.58-59).

Son elli yıl içerisinde futbol konusunda en çok kafa yormuş futbol insanı kimdir diye soracak olursanız, üzerinde en çok birlik sağlanacak olan kişi hiç kuşkusuz Johan Cruyff olacaktır. Bu çalışmada da sık sık Cruyff'un sözlerine rastlamak şaşırtıcı olmadı çünkü Cruyff hem oynadığı dönemde hem de teknik direktörlük döneminde bu alana çok önemli katkılar yapmış bir isimdi. 'Tesadüf mantıksaldır-Top sizde olmazsa, kazanamazsınız-Top bizde olursa, gol atamazlar-Futbol beyinle oynanan bir oyundur" bu sözler ona ait ve kitap boyunca da bu sözlerin izinden gidiliyor. Ben-Naim, Redner ve Vazquez liglerin ne kadar tahmin edilebilir olduğunu incelediler. İngiliz futbolunun en üst seviyedeki liginde 1888'den, Amerikan Beyzbol liginde 1901'den, Amerikan Hokey liginde 1917'den ve Amerikan Futbol liginde 1922'den beri alınan tüm skorları, yani toplam 300.000 maçı incelediler. Bu üçlü tıpkı bizim gibi, futbolun takım sporları arasında en belirsiz spor dalı olduğunu buldular…Üç bilim insanının incelediği 43 bini aşkın futbol maçında favori olmayan takımların galibiyet oranı yüzde 45,2. Bu da bizim bulgularımızla tıpa tıp aynı. Yani neredeyse, her iki maçta bir, maça daha az hazır olan(veya oyuncuları- daha kötü olan, birçok sakatı olan yada rakibi kadar iyi olmayan) takım galip geliyor" (s.85-86).

Futbolu özgül kılan noktaların başında hala şans faktörünün büyük bir rolünün(kitaptaki oranlara göre yüzde 44.4) bulunması geliyor. "Futbol farklıdır çünkü kimin kazanıp kimin kaybettiğini belirleyen şeyler, sürekli vuku bulan diğer şeylerin (mesela pasların) arasında nadiren gerçekleşir. Futbola cazibesini kazandıran şeyin de golün bu nadirliği(çaba gösterme ve muvaffak olma arasındaki ters orantı) olduğunu düşünüyoruz"(s.99). Futbolun neden farklı olduğunu diğer spor dalları ile birlikte yapılan bir çalışmadaki veriler adeta gözümüzün içerisine sokuyor. "Rakamlar futbol takımlarının maç başına on iki defadan biraz fazla şut çektiğini gösteriyor. Hokeyde bu rakam 30'a, Basketbolda ise 123'e çıkıyor…Amerikan futbolunda ortalama her dokuz dakikada bir skor yapılıyor; rugbyde bu rakam on iki buçuk dakikada bir hokeyde yirmi iki dakikada bir. Futbolda ise bir takım her altmış dokuz dakikada bir gol atıyor. Futbol bir geciktirilmiş haz sporu. Aynı zamanda bir verimsizlik sporu"(s.100-101).  Buradan da görüldüğü gibi bu oyunda gol son derece kıymetli ve bir o kadar da az görülen bir değer. İşte bu yüzden golün yıllar içerisinde nasıl bir seyir izlediği de yine bu veri setinin üzerinde odaklandığı noktalardan bir tanesini oluşturuyor. "Futbolun en büyük yanılgılarından birisi taraftarların gol izlemeye geldiği yanılgısıdır…Taraftarların görmek istediği şey her golün hayati bir öneme sahip olduğu ve sonucu belirlediği maçlardır" (s.111).

Rekabetin artması ve işin renginin farklı bir boyuta evrilmesi sonrasında oyunun temel özellikleri, yani gol atma ve gol yememe durumu giderek benzeşmeye başlıyor. "En üst düzey liglerin hepsinde maç başına ortalama üç golden biraz az atılıyor. Toplam pas, uzun pas, kısa pas ortalamaları da dört büyük ligde hemen hemen aynı düzeylerde. Serbest vuruş, orta veya kafa golü sayıları da hemen hemen aynı"(s.118-119). Golün nadide bir durum olması üzerinden gidilerek yapılan değerlendirmelerden bir diğerinde ise üç puan sisteminin etkilerine odaklanılmış. "Gol sayısı pek artmamış ama goller daha değerli, sonucu daha fazla belirleyici nitelikte olmaya başlamış. Galibiyete verilen üç puan hücum futbolunu teşvik etmemiş. Temkinli futbolu teşvik etmiş" (s.124). Futbolun tarihi aynı zamanda golün tarihidir denildikten sonra aydınlık ve karanlık metaforları kullanılıyor. Buna karşın yazarlar futbolu gerçekten de grinin tonlarının hakim olduğu bir spor olarak tanımlıyorlar (s.142). "Futbol şizofren bir oyun: Kazanmak üzere olduğu kadar kaybetmemek üzerine de kurulu ama tam tersiymiş gibi davranıyor…Tüm sporlarda defans istatistikleri hücum istatistiklerine kıyasla daha primitiftir. Hem bu yalnızca spor için de geçerli değildir. Hayat için de aynı şey geçerlidir. Savaş için de geçerlidir, aşk için de" (s.158).

Futbolun bir rakamlar oyunu olması sonrasında bu rakamlarla daha fazla haşır neşir olan bir kitlenin de teknik ekibin içerisinde yer aldığı bir sürece girdik. Artık ekranlarda sık sık ellerindeki tabletlerle maçta olup bitenleri teknik direktöre iletenleri görüyoruz. Çünkü yazarların da belirtmiş olduğu gibi: "hiçbir şey veriden daha nesnel değildir. Artık her teknik adam, veriyle ne yapacağını bilse de bilmese de, kulübünün bünyesinde birlikte önceki maçları inceleyeceği ve gelecekteki müsabakalara hazırlanacağı bir ya da daha fazla maç analisti bulunduruyor" (s.207). Ancak asıl mesele futboldaki bol miktardaki veriyi yorumlayacak olan kişileri bulmakta yatıyor. "Rakamlarda hakikat gizlidir, talimatlar silsilesi değil. Veri teknik adamın işini yapamaz. Rakamlar bizi yedek kulübesine oturtmaz; analitik de futbolu mekanikleştirme çabası değildir. Sadece teknik adamlara işlerini yaparak sahada olup bitenlere dair olabilecek en net görüşe sahip başarılı bir takım oluşturma ve yönetme şansı sunar" (217-218).

Kitabın on ikinci bölümünü oluşturan reform esnasında hayat başlıklı kısmında geleceğe dönük on tahmin yer almakta ve her birisi son derece ufuk açıcı önermeleri bünyesinde taşımakta. Örneğin tahmin 3'e göre Futbol verisinin hacmi en az otuz iki kat artacak(s.324). Bunu sağlamanın yolu ise "oyuncuların formalarına ve topa GPS çipleri takılması. Hatta ABD ligi MLS oyuncularının kramponlarına yerleştirilen çiplerle fiziksel veri toplamak için spor malzemesi üreticisi Adidas'la çoktan anlaştı bile. Bu sayede maç içerisindeki pozisyonlarla ilgili çok büyük miktarda veri toplamak mümkün olacak. Bazı federasyonlar bu tarz gelişmelere muhtemelen direnecektir ama bahsi geçen veri toplama yöntemlerinin ikincisi bu direnci kırabilir: Kitlekaynak. Prozone'un stadyumda sabit noktalara kurulmuş çok pahalı kameraların yerine tribünlerin muhtelif noktalarına konuşlandırılmış, şapkalarında, atkılarında veya paltolarında kameralar olan seyirciler olduğunu düşünün. Bu seyirciler bir taraftan maçı izlerken bir yandan da sahada olup bitenleri kaydediyor, kaydedilen bu videolar da daha sonra gelişmiş yazılımlara aktarılıp çözümleniyor olsun. Bilgisayarlar şu an için oyuncuları birbirinden ayırt etmekte kimi zaman zorlanıyor olabilir ama yakında tribündeki izleyicilerden daha fazla zorlanmayacaklar. Futbol verisi toplamanın maliyeti düştüğünden, daha fazla ülkedeki daha fazla ligde oynanan daha fazla maçta sahaya çıkan daha fazla futbolcu takip edilecek" (s.326).

Tahmin 8, önümüze eski futbolcuların teknik direktörlükteki tahtlarının sallanacağı bir dönemi işaret ediyor. "Rakamları anlamak demek, futbolda uzman olmak için zamanında futbol oynamış olma zorunluluğundan muaf olmak demektir. Rakamların gücü ürettikleri bakış açılarında saklıdır, fakat aynı zamanda futbolun politik mücadelesi için de güçlü bir silahtır. Bilgi güçtür, insana itibar bahşettiği gibi, aynı itibarı geri de alabilir. Rakamlar ve bilgi, şeffaflık ve meritokrasi demektir ve dolayısıyla geleneksel ve yerleşik olanın izalesini kolaylaştırır. İşin taraftarlar için iyi olan kısmı, futboldaki rastlantısallığın ve şansın etkisinin oyunun asli unsurlarının değişmeyeceğinin garantisi olması. Zayıf takımların favorileri yenmesi, nefes kesici geri dönüşler, topun üst direğe çarpıp havalanması, sonra da gidip gol olması her zaman rastlanabilecek olaylar" (s.324).

Kitabın son bölümünde dünya kupasındaki rakamlardan da söz ediliyor, yine rakamlar üzerinden ilginç bilgilere ulaşmamız- penaltıların kullanılması ile ilgili olan ilginç istatistikleri bunlardan sadece bir tanesi- sağlanıyor. Futbolun rakamlarla kurmuş olduğu ilişki sonrasında tıpkı kitabın içerisinde de belirtilmiş olduğu gibi futbol başka bir yöne doğru gelişim göstermeyi sürdürecek. Buna karşın bu büyülü oyunun nadide çiçeği olan golün atılmasında yaşanan kısırlık ise sürmek suretiyle belirsizliğe katkıda bulunmaya devam edecek. Bu vesile ile kitabı edinmeme vesile olan sevgili dostum Tuğrul Akşar'a da teşekkürlerimi sunuyorum.


⃰Chris Anderson & David Sally-Rakamlar Oyunu, Çev. Egemen Özkan, İthaki Yayınları, İstanbul 2018.

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"