Son birkaç gündür Hollanda ile yaşadığımız diplomatik gerilimin ardından sokaklara yansıyan ve oradan ekranlara taşan görüntüler insanın aklına ister istemez geçmiş yıllarda yaşadığımız benzer durumları ve sonrasında olup bitenleri getirmekte.
Yaklaşık yirmi yıl önce Abdullah Öcalan’ın İtalya’da olduğu ve girişimlerimize karşın teslim edilmemesi üzerine İtalyan hükümeti ile çok ciddi bir gerilim yaşamıştık. Hatta bu gerilimin en fazla etkilendiği alanlardan birisinin futbol olduğunu da hatırlatmak isterim.
Galatasaray’ın İtalyan takımı Juventus ile oynayacağı Şampiyonlar Ligi müsabakası ile ilgili yaratılan spekülasyonlar futbol sahasını bambaşka bir atmosfer haline dönüştürmüştü. Juventus kulübü İstanbul’da oynanacak olan karşılaşma ile ilgili can güvenliklerinin olmadığı yönünde yapmış olduğu açıklamalar, dönemin futbol medyasında müthiş bir şekilde karşılık bulmuştu.
İstanbul’a maç yapmaya gelen İtalyan kadın basketbol takımının cesaretine binaen ‘Kızları Kadar Olamadılar’ başlıkları atılmıştı. Ancak belki de en ilginç başlık şimdi Dışişleri bakanımızın Hollanda başbakanı için kullandığı ‘Sen neyin lalesisin bilmiyorum ama…’ cümlesi gibi dönemin İtalyan başbakanı Massimo D’Alema için atılan ‘D’Alema Dallama’ başlıklarıydı.
Juventus takımı toplam beş bin polislik bir güvenlik çemberi içerisinde dönemin Ali Sami Yen stadyumuna getirilmiş ve aynı şekilde adeta kuş uçurtulmadan havaalanından geri uğurlanmıştır. Maç esnasında atılan ‘Avrupa Avrupa Duy Sesimizi İşte Bu Türklerin Ayak Sesleri’ sloganları kadar maçta beraberlik golümüzü atan Suat Kaya’nın bir gün sonra Edirnekapı Şehitliğine götürülüp dua ederken görüntülerinin haber yapılması da unutulmayacak cinstendir.
İşte tam bu dönemde İtalyan mallarına yönelik tüm ülke sathında çok büyük bir boykot kampanyası başlatıldı. İtalyan ürünlerinin satılmadığını gösteren pankartlardan, İtalyan mallarının ayaklar altında ezilme sahnelerine kadar pek çok görüntüyü çok net hatırlıyorum.
Hatta bu süreç içerisinde Türkiye’deki pek çok marka seçmiş olduğu isimler nedeniyle İtalyan markası zannedildiği için ilanlar vermek ve kendilerinin halis mulis Türk markası olduklarını anlatmak durumunda kalmışlardır. Yaşanan gelişmeler o dönemde şimdiki kadar ekonomik veriler üzerinden konuşulmuyor olsa bile yine de toplamda 6 Milyar dolarlık bir ticaret hacminde yüzde yirmilik bir daralmanın yaşanmasına neden olmuştur.
Fransız parlamentosunun Ermeni Tehciri ile ilgili almış olduğu karar sonrasında İtalyan mallarına yapılan boykota benzer bir davranış bu kez Fransız mallarına yönelik olarak başlatılmıştır. İsrail ile yaşadığımız gerilimli süreçlerin ardından İsrail firmalarına yönelik olarak daha çok mütedeyyin, muhafazakar kesimler arasında hissedilen boykot çağrılarını da ekleyebiliriz.
Bu listeyi belirli aralıklarla siyasal açıdan gerilimler yaşadığımız ülkeleri ekleyerek uzatabiliriz. Her defasında boykot çağrıları hazırlanmakta, boykot edilecek ülkeye ait olan markalar deşifre edilmekte ve bu tutumun önemi üzerinden ekonomik anlamda söz konusu olan bu ülkelere ayar verebileceğimiz hissi kamuoyuna pompalanmaktadır.
Araya zaman zaman yapılan askeri anlaşmaların tek taraflı fesh edilme girişimlerini de eklemeliyiz. Ancak tüm bu olup bitenlere karşın ortada çok ciddi bir sorun bulunuyor. Tüm bu girişimlerimizin ardından tüketim sevdamıza yenik düşmek suretiyle belli bir süre sonra yaşadıklarımızı unutup tekrar eski günlerimize dönme sevdamız bizi hiç terk etmiyor! Şöyle bir şirketlerimizin kendi çıkartmış oldukları ürünlerine seçmiş oldukları isimlere bir bakıverin lütfen; bu kadar çok yabancı isim hayranı bir ülkeyi zor bulursunuz.
Yabancılar ülkemize yönelik ürünleri piyasaya sokabilmek için bize yönelik isimler kullanırlarken bizim firmalarımız tam tersi şekilde yabancı isimler üzerinden kendi markalarını ihya etme gayreti içerisinde bulunmaktalar. Bu işin en tuhaf kısımlarından bir tanesi olarak her daim yumuşak karnımızı oluşturuyor. Bir diğer önemli sorunumuz ise yabancı mallarına yönelik boykotlar sırasında sınır tanımaz tepkiselliğimiz! Yıllar önce İtalyan mallarını Pazar yerinde ayakları altında çiğneyen esnafımızdan, portakalları bıçaklayarak eylem yapan gençlere doğru hızlı bir savrulma yaşadık! Ne İtalyan malı pizzaların, makarnaların ne de portakalın herhangi bir suçu yok aslında! Portakal lakabı ile anılmak ve turuncu renge yönelik bağlılıkları Hollandalıların, bizim Finike portakalı ile aramıza girmesine olanak sağlamaz.
Ölçüyü kaçırmadan, tepkiselliğinizi göstermek son derece önemli bir demokratik erdemdir. Buna karşın protesto etmek uğruna hiç alakasız bir biçimde sırf şekilsellik adına bayrak yakmak-ki burada da sıkça yanlış bayrağı yakıyoruz- tasvip edilmeyecek bir davranış şeklidir.
Dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta beğenelim beğenmeyelim ekonomi kurumunun bizatihi kendisidir. Ekonomik anlamda nasıl bir durumda olduğunuz ve sizin dünya ekonomisi içerisinde bulunduğunuz pozisyon bu boykotları da, protestonuzun hızla karşılık bulmasını da fazlasıyla etkilemektedir. Geçmişte yaşadığımız deneyimler yaptığımız boykotlar, protestolar sonrasında ülkelerin malları ile kurmuş olduğumuz tüketim sever ilişkinin daha ağır bastığı ve yaşadıklarımızı hızla unuttuğumuz doğrultusundadır. Ekonomi ve Siyaset kurumları arasındaki gidip gelmeler her zaman olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Bununla beraber ülkeler arasındaki çıkarlara dayalı ilişkilerin günümüzdeki yansıması ekonomi üzerinden ve çok daha etkili bir biçimde karşılık bulmaktadır. Bu açıdan duygusallığın ağır basması yerine her zaman ekonomik çıkarları ağır bastıracak adımları atmak çok daha etkileyici ve tutarlı olacaktır.