17 Mayıs 2020

Pozitif çıkanları ayırır yola devam ederiz

Başta sponsorluk ve tüketim çarklarını çeviren futbolda, FIFA, UEFA ve ülke federasyonlarının dertleri sağlık değil, paradır

Korona günlerinde yaşadıklarımızın sadece çaresizlik, hayal kırıklığı ve umutsuzluk olduğunu zannetmeyin. Hepimize bir de normal zamanlarda kolay kolay göremeyeceğimiz yaklaşımları ve insanları da yakından tanıma fırsatını bahşetti. Paranın her şeyin önüne geçirildiği zamanları uzun bir süredir yaşamaya zorlanıyorduk zaten ancak bu anlarda bile ortaya çıkan sağlığa ilişkin endişeler karşısında geri adım atmak söz konusuydu. Bugün ise tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de insanların eğlenme, hoşça vakit geçirme amacıyla bir araya geldiği futbolun, egemenlerinin durumu tam aksi bir noktadan baktıklarına ve buna uygun emirler yağdırdıklarına şahitlik ediyoruz. Endüstriyel futbol olarak adlandırılan ve içerisinde oyunun kendisine has özelliklerini en alt seviyeye indiren buna karşın iş görünümü üzerinden başta sponsorluk ve tüketim çarklarını çeviren futbolda, FIFA, UEFA ve ülke federasyonlarının dertleri sağlık değil, paradır.

Her ne olursa olsun futbol oynanmalı demenin karşılığı, oradaki insanların sağlıklarının bir değeri yoktur demektir. Bu yaklaşım futbolu savaşla eşleştirmek, bir başka deyişle futbolu savaşla özleştirmek anlamına gelmektedir. Ancak ne futbolcular askerdir, ne de başkanlar komutan ve hepsinden önemlisi yaşananlar ülke savunmasında veyahut cephede gerçekleşmemektedir. Aslında bugün yaşamakta olduğumuz üstü kapalı bir itirafın ta kendisidir. İçinden geçmekte olduğumuz acımasız ve her geçen gün daha da eşitsizlik pompalayan üretim ve tüketim biçimi, hayatlarımızı hiçe saymanın son derece kolay ve bir o kadar da normal olduğunu deklare etmektedir. Burada asıl önemli olan var olan yapının sürdürülmesi durumudur. Yaşanacak olumsuzluklar ise tamamen teferruattan ibarettir. Yani 'ölen ölür, kalan sağlar bizimdir' yaklaşımı bir kez daha dolaşıma sokulmaktadır. İşte tam bu noktada 'Kimin/Kimlerin uğruna ve niçin' sorularını sormanın tam zamanıdır.

Son otuz yıl içerisinde futbol, neo-liberal yaklaşımın toplumsal alanda en hızla karşılık bulduğu ve en derin etkiler yarattığı alanlardan birisi haline dönüştü. Televizyon, sponsorluk ve reklam üçgeni içerisinde her geçen yıl biraz daha fazla finansal yapının etkisinin arttığı bir futbol olgusunun yükselişini çoğu kez şaşırarak izledik. Aslında bizim dediğimiz oyunun, elimizden kaymakta olduğunun farkında olmadığımız için tüketim üzerinden yaratılan kimlik yanılsamalarının esiri haline dönüştürüldük. Yaratılan tutku giderek büyütüldü ve ulusal liglerin de ötesinde başta Şampiyonlar Ligi ile birlikte pasta ve pastadan dağıtılan milyon Eurolar daha çok göz boyadı. Daha çok izlenme oranı ise daha çok bahis ile daha fazla tüketimi beraberinde getirecekti ve öyle de oldu. Ardından büyük sermaye hareketlerinin dolaşıma sokulduğu, kulüp satın almaları süreci ile futbol tam anlamıyla küreselleşmenin spordaki karşılıklarından en büyüğü haline geldi.

Pandemi süreci toplumsal hayatın bütün alanlarını etkilediği gibi sporu özellikle de futbolu da durmak zorunda bıraktı. Ligler tatil edildi, antrenmanlar rafa kaldırıldı, sistemin göz bebeği olan Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi gibi organizasyonlar ucu açık bir zamana ertelendi. Sistemin sürekli olarak para pompaladığı ve milyon Euroların konuştuğu bir sektör bir anda kayıplara karıştı. Bu durum en başta bu yapıyı organize edenlerin işine gelemezdi ve yeni normal olarak adlandırılan duruma geçilir geçilmez maçların kaldığı yerden başlaması gerektiği her defasında farklı oynatma planları vurgusu yapılarak dışa vuruldu. UEFA liglerin ve söz konusu para getiren organizasyonların seyircisiz oynatılmasının altını çizerek aslında derdinin insan sağlığı olmadığını asıl önemli olanın naklen yayın, bahis ve tüketim çarkının dönme zorunluluğu olduğunu net bir biçimde ortaya koydu. Hollanda, Fransa gibi ülke federasyonları ise ligleri oynatmama kararlarını açıklayarak bir anlamda UEFA ile ters düşme riskini de göze aldılar.

İşte bu noktada Türkiye'de durumun ne olduğuna ilişkin süreci belirleyen ise Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) değil yayıncı kuruluşun maçlar oynanmadığı sürece ödeme yapmayacağız açıklaması oldu. TFF ve Kulüpler Birliği, tıpkı UEFA'nın yaptığı gibi liglerin oynatılmasına yönelik farklı senaryolarının olduğunu ve ligleri tamamlamak istediklerini belirttiler. 'Şimdilik' kaydıyla 12 Haziran'da liglerin başlayacağını deklare etmelerinin ardından yaşanan gelişmeler ise takımlarda çıkan pozitif vaka sayısıyla birlikte durumu daha da kafa karıştırıcı bir hale soktu. Maçların seyircisiz oynanması sorunu ortadan kaldırmıyordu ve futbolcusundan, teknik ekibine, hakeminden, saha içerisindeki tüm görevlilere kadar herkes risk altındaydı. Federasyon başkanı bu kararı duyurdukları toplantıda gelen sorular karşısında 'inşallah kimse yakalanmaz' yanıtı ile duruma ilişkin yaklaşımını ortaya koymuştu.

TFF başkanı Nihat Özdemir CNN Türk'te katıldığı bir programda yaptığı açıklamalarla durumu daha da net bir biçimde ortaya koydu. Aslında Özdemir'in söylediklerinin UEFA başkanı Ceferin'in söylediklerinden çok da farklı olmadığını belirtmeliyiz. Önce UEFA başkanı Alexander Ceferin'in söylediklerini aktaralım:

Maçlar oynanırken pozitif vaka olursa liglerin durdurulması bir formül değil, öncelik turnuvanın devam etmesidir. Sıfır risk mümkün değil. Sadece sporda değil, tüm iş sektörlerinde sıfır risk diye bir durum söz konusu değil zaten. Her sektörde olduğu gibi biz de futbolu oynamak için gerekli önlemleri alacağız…Futbolcuların korku ve endişelerini de anlıyorum… En uygun formülle ligler oynatılmalı ve buna göre şampiyonlar, Avrupa'ya gidecek takımlar belirlenmeli… Belirli bir süre için insanları stadyumlara sokamayacağız ne yazık ki. Eğer seyircili bir maç olursa, tribüne girecek ve maçı tribünde seyredecek ilk kişi ben olacağım."

Şimdi de TFF başkanı Nihat Özdemir'in açıklamalarına göz gezdirelim:

Bundesliga'da 14 oyuncu kalsa bile lige devam kararı aldılar. Bizim de hedefimiz bu. Süper Lig başladığı zaman takımlarda pozitif vaka çıkarsa pozitif çıkanları ayırarak yolumuza devam edeceğiz… Biz UEFA'nın bir üyesiyiz ve aldığımız kararları UEFA'ya danışarak alıyoruz… Aldığımız kararlardaki önemli paydaşlardan birisi Kulüpler Birliği iken, yayıncı kuruluşun da görüşlerini almak zorundayız… Onlar bizim en büyük stratejik ortağımız… Yılda 500 milyon Euro'ya yakın gelir var. Türk futbolunun en önemli gelir kaynaklarından biri TV gelirleri… Dünyada bu işi en iyi başaran ülke Türkiye. 12 Haziran için daha önümüzde 1 ay var. Her şey iyi giderse belki Temmuz ayındaki maçları seyircili de oynayabiliriz. Bütün takımlarımıza şunu diyorum; lütfen açık olun, adil olun, dürüst olun. İstedikleri bir kararda onlar için özel bir karar alamayız. Ligden düşecek olanlar, düşmemek için küme düşme kaldırılsın gibi kararlar beklemesin bizden. Ne derlerse desinler TFF, futbol ve futbolcularla ilgili kararda sağlığı önde tutacaktır. Süper Lig'de tahmin ediyorum, ligde kalma durumunda endişe olan kulüp ve teknik direktörlerimizin bazı açıklamaları var oynamama noktasında. Onların bu açıklamalarının bizim kararımızda herhangi bir etkisi olamaz."

Her iki açıklamada da net bir biçimde maçları oynatma yaklaşımının arkasında ekonomik saiklerin olduğu net bir biçimde ortaya çıkıyor. Seyircisiz maç oynatılmasını her sektörde risk olduğu sözleriyle savunan UEFA başkanı her nedense maçlar seyircili oynandığı anda ilk gidecek kişi olduğu müjdesini veriyor. Neden riski alıp daha önce gitmiyorsun diye adama sorarlar, yoksa riskli mi? TFF başkanı da ne olursa olsun oynatacaklarını ve yayıncı kuruluşa yaptığı vurgu ile bu anlayışının arkasındaki etmenleri ortaya çıkartmış oldu. Reklam gelirleri azaldığı için yayın yapmayan yayıncı kuruluşun arkasında duran TFF, her nedense futbola para veren tüketicilerin ve taraftarları önemsemiyor! Çünkü parayı veren yayıncı kuruluş olduğuna göre seyirciler, izleyiciler, müşteriler veyahut taraftarlar hangisini tercih ediyorsa onu kullanalım-kendileri için fark etmiyor-uzaktan izlesinler, bahis oynasınlar ve takım aşkıyla yaşananları unutsunlar yeter.

İçinden geçtiğimiz zamanlarda futbolun giderek daha fazla ekonomik işlevleri ön plana çıkartılan bir alan olduğu gerçeğini daha fazla dile getirmeli ve bu alanın en önemli paydaşları olan taraftarların daha örgütlü bir biçimde seslerini yükseltmeleri gerektiğinin altını çizmeliyiz. Farklı takım taraftarları olmanız birbirinizi yok etmek için çaba harcamanız en çok var olan bu sistemin işletenlerin işine geliyor. Tek tek sizleri alt etmeleri ve seslerinizi kesmeleri kolaylaştığı gibi bu sayede sizler üzerinden algı yaratabilmeleri de mümkün oluyor. İşte bu yüzden söz konusu zihniyetin futbolu ölümle bir tutan yaklaşımına karşı bir arada durmanın önemini idrak etmeniz gerekiyor. Aksi halde futbolu bir daha savunabilme şansına dahi sahip olamayacaksınız. Çünkü var olan yapı her taraftan giderek daha fazla hem sizi hem de futbolu tamamıyla kuşatmış olacak. Kuşatmanın şu anda var gücüyle sürdüğünün en büyük kanıtı ise TFF başkanının açıklamalarının en can alıcı kısmını oluşturan 'pozitif çıkanları ayırır yola devam ederiz'  ifadelerinin ülkenin pek çok haber kaynağında yer almıyor oluşudur.

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"