Öylesine yoğun bir gündem içerisinde yaşıyoruz ki, olup bitenler karşısında hepimiz afallamış vaziyetteyiz. Bu yüzden de yaşadıklarımızın ne anlama geldiğinin farkına varıncaya kadar çoktan yeni olup bitenlerle karşı karşıya kalıyoruz. Aslında bu ruh hali hem bizi yansıtıyor hem de bizim olaylar karşısındaki duyarsız kalmamıza da vesile oluyor. Pazar gecesi ülkemizin önde gelen taraftar geleneğine sahip iki takımı olan Eskişehirspor ile Göztepe süper lige yükselme maçına çıktılar. Futbol adına her şeyin gayet uygun olduğu bir gecede, futbolun önüne geçen etmenler her zaman ki gibi göz ardı edildiğinden dolayı penaltılar hariç yüz elli dakika süren bir karşılaşma izlemek durumunda bırakıldık! Taraftar olduğunu zanneden ancak futboldan başka her şeye akılları çalışan bir topluluğun futbolu nasıl katlettiğine tanıklık ettik! Maç başladı ve hemen on dakikadan fazla meşale yağmuru nedeniyle durdu ve bu durum maç içerisinde defalarca tekrarlandı. Maçın hakemi bu durumu gerekçe göstererek maçı tatil etmesi gerekirken ısrarla oynatma yolunu seçmek suretiyle, olaylara karışan ve bununla gururlanan taraftarların kişisel tarihlerine bu geceyi altın harflerle kazımalarına olanak sağlamış oldu. Çünkü bu kişiler bundan sonraki yıllarda o gecede nasıl kahramanlık yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatarak kendi taraftar topluluklarına yeni yüzler seçmeyi sürdürecekler.
Daha önce defalarca yazmış olduğumuz gibi maç güvenliği maç günü olup biten bir durum değildir. Önümüzde son dönemde ardı ardına yaşanan örnekler olmasına karşın stadyumdaki güvenlikten sorumlu kişilerin yine tüm bu olup bitenleri tıpkı bizler gibi seyrettiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ertesi gün gazetelere çıkan bir görüntü üzerinde de birkaç kelam etmek gerekiyor. İçeriye sokulan ekmeklerin arasındaki meşaleler dikkat çekici bir biçimde mübarek ramazan ayındaki iftarın da bu kişilerce kullanıldığını ortaya koymaktadır. Oysa federasyon yetkilileri çok bilindik olan bu yöntemin önüne geçmek amacıyla bir sponsor firma üzerinden tribünlerdeki bütün taraftarlara iftar saatinde birer sandviç dağıtabilirdi. İçeriye sokulan çakmakların, meşalelerin, kırılan koltukların bıraktıkları tahribat inanın oynanan karşılaşmanın ortaya çıkarttıklarından çok ama çok daha fazlası olmuştur. Türkiye spor sahalarında şiddetle mücadele ettiğini söyleyen ancak her vesile ile bunun aslında böyle olmadığını ele veren bir ülke konumundadır. Yangın yerine döndürülen stadyumlar, başlatılamayan karşılaşmalar, kırılan koltuklar ve daha onlarcası bizim spor sahalarında şiddetle mücadele ediyormuş gibi yaptığımızın göstergeleridir.
Uzun bir zamandan bu yana ülkemizde ölçünün kaybolduğunu ve insanların tevazu denilen kavramın ne kadar uzağında bir yaşam içerisinde savrulup durduklarını konuşup duruyoruz. Ünlü olmak, büyük paralar kazanmak, medyada yer bulmak bu ülke içerisinde şansınızın da yardım etmesiyle gerçekleşebilen durumlar. Bütün bunları olabiliyorsunuz ancak bu aşamaları özümseyemediğiniz durumlarda her şey üzerinizde sakil kalıyor. İstediğiniz kadar para ile bu olup bitenleri kapatmaya çalışın olmuyor, olamıyor. İnternetten kitap sipariş ederek bunları instagram hesaplarınızdan paylaşarak daha kaliteli kişiler haline dönüşmüyorsunuz. Hayatın içerisinde pişmek ve olgunlaşmak denilen kavramları unutalı çok uzun zaman oldu. Oysa bu kavramlar sadece okula gitmenin değil hayatı öğrenmenin anahtarları olarak çok fazla değer içeriyorlardı. Karakterinizin bulunduğunuz kaba göre şekil aldığı gerçeğini bize aktaranlar aynı zamanda düşüncelerimizin ufkunun aynı zamanda hayatlarımızın ufkunu da belirlediğini öğretiyorlardı. Dar bir ufka sahip olmanın ve çabuk bir şöhret ile hemhal olmanın yarattığı kibir duygusu giderek daha fazla sonradan görmeliği ve göstermeliği yaygınlaştırdı. Etrafımızda giderek artan bu sonradan görmelerin yarattığı kibir imparatorluğu sayesinde hayatlarımız her geçen gün biraz daha fazla anlamsız bir şekilde müdahalelere uğruyor. Trafikte, kuyrukta, sinemada, oturduğunuz evlerde kısacası hayatımızın her alanında bu anlayışın yarattığı anlaşılmaz şiddetle karşı karşıya bırakılıyoruz. Onlar hayatın her alanında kendilerinin her şeyi yapabilme gücü olduklarına inanıyorlar. Ve yanlışlıkla onlara bulaştığınız zaman da sizi sonradan görmelikleri ile dövmeye kalkıyorlar.
Milli takımın kaptanı ve kendisini ülke futbolunun en önemli kişisi olarak gören büyük şöhretimiz Arda Turan, uçakta gazeteci Bilal Meşe’ye küfürler ederek saldırıyor. Ardından da kendi Instagram hesabından yaşananlar konusunda bilgilendirme amaçlı açıklamalarda bulunuyor.
Geçen yıl prim tartışması sonrasında hesaplaşma mantığı laflarının havada uçuştuğunu biliyoruz ve burada da yine aynı anlayış devam ediyor.
Oysa kişilik haklarına saldırı olduğunu düşünen her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi Arda Turan’ın da bu durumla ilgili hukuki yollara başvurması ve burada da örnek olduğunu göstermesi gerekirdi.
Bizim sporcularımız rol modelliği her nedense sadece başarı üzerinden anlıyorlar ve onun üzerinden tarif etmeyi de ısrarla sürdürüyorlar. Oysa gerçek sporcular hayatlarının her anında birer rol model olarak yaşamak ve çocukların hayallerini gerçekleştirmesine yardımcı olmakla mükelleftirler. Bu yüzden de doping gibi spor dışı unsurlarla adı anılan, yüz kızartıcı suçlara karışan sporcuların hem sponsorluk anlaşmaları feshedilir hem de bu kişilerin milli sporcu olma yolları kapatılır.
Uçları çok hızla yaşayabilme özelliğine sahip olduğumuz için genellikle şöhretlerimizi çok hızla yukarı çıkartır ve yine çok hızlı bir şekilde de aşağı indirme yolunu seçeriz. Burada kalıcı olanlar, içinden geçtikleri sürecin farkına varmak suretiyle kendisini dönüştürme becerisini gösterebilenlerdir. Aksini tercih ederek kaba güce başvurma yolunu seçenlerin ömürleri uzun olmadığı gibi yarattıkları halenin ortadan kaybolması da çok hızlı olmaktadır.
Hayatımızın her alanında pragmatik davranma hastalığımız toplum olarak hepimizi içerisine çekiyor ve gerçekten hayatlarımızı giderek içinden çıkılmaz bir hale dönüştürüyor. Gerek stadyumlardaki meşaleler gerekse milli takımın kaptanının uçakta gazeteciye küfürler etmesi aslında aynı sorunun yansımalarından ibarettir. Kendi gibi olamamanın dayanılmaz ağırlığı altında ezilen insanlar toplumu haline geldikçe böylesi olaylarla çok daha fazla karşı karşıya kalacağız.
Ölçünün kalmadığı, değerlerin erezyona uğradığı ve hepsinin üzerine pespayeliğin egemen olmaya başladığı yapılarda durum çok vahim bir hal almaya başlar. Bir taraftan sonradan görmeliğin yarattığı şiddet normalleşir öte taraftan da sıradan insanların güce olan yaklaşımları fazlalaşır. Burası sıradan faşizmin iyi niyet taşlarını da döşemeye başladığı yer olarak üzerinde dikkatle durulması gereken bir mecradır.
Arda Turan milli takımı bıraktığını düzenlediği bir basın toplantısı ile duyurmuş ve şu ifadeleri kullanmış;
“Pişman mıyım, değilim. Kendimi kuş gibi hissediyorum. Hayatım boyunca bana söylenenlerin hiç birisini unutmadım. Bana yapılanları hiç unutmadım. Bugün buraya Türk Milli Takımı'nın her kademesinde hizmet etmiş, ülkesini severek sadece formaya aşık birisi olarak, parayı ve başka bir şeyi düşünmeyerek sahaya çıkmış bir oyuncu olarak konuşuyorum. Ülkemi, bayrağımı çok seviyorum, ülkemin insanlarını çok seviyorum… Hayatım boyunca ne yaptıysam bedelini ödemeye hazırım. Yine ödeyeceğim ve gereğini yapıyorum ve Milli Takım kariyerimi sonlandırıyorum. İnşallah insanlara iyi futbolculuğumu ve adamlığımı bırakırım. Ne yaptıklarını ne ettiklerini çok iyi biliyorum ve her zaman tepkim aynı olacak." Arda Turan’ın bu adamlık mevzusu üzerinde bilahare yazacağım çünkü bu ülkede bu mevzu haddinden fazla su kaldırmaya başladı. Son bir not, Arda Turan’ın yaptığı açıklamaları kahramanlık olarak gören ve medyayı suçlayan yorumcuların da tüm bu olup bitenler üzerinden herkese laf attıkları gibi kendilerine de bakmalarının zamanı çoktan geldi hatta geçiyor bile!