Dünyanın değişmez kuralıdır, fatura daima garibanlara kesilir. Hep onlar ölür, onlar ezilir, onlar acı ilacı içmek zorunda bırakılır. Ülkemizde terör denilen musibet her defasında bu ülkenin gariban halkının çocuklarını öldürmeyi sürdürüyor.
Kendilerini Kürt halkının temsilcisi olduğunu iddia edenler, garibanların ölümü üzerinden nemalanmaya çalışıyorlar. Terörün karanlık yüzü ile aydınlık yarınlar kurabilecekleri hülyası ile ölümü kutsamaya devam ediyorlar.
Ölümün kutsaması ve şiddetin kapaklarının ardına kadar açılması anlayışı toplumun her kesiminde karşılık buluyor. Bir bakıyorsunuz bir taraftar grubu takımını karşılamaya gittiği havaalanında ‘Ölüm bize masal gelir’ pankartı açıveriyor. ‘Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez’ sloganları eşliğinde her defasında gencecik vatan evlatları toprağın altına giriyorlar.
Parti binaları kundaklanıyor, cenazelere gönderilen çelenkler parçalanıyor, ‘kınarsınız’ ya da ‘siz zaten kınayamazsınız?’ cümleleri ile yaşananlar tuhaf bir gidişatın içerisine sıkıştırılıyor. Bir yanda ölümler ara vermeksizin devam ediyor öte yanda ise aklın devreye girmesini beklerken tam tersi şekilde duygular, kontrolü ele alarak hayatımızı her geçen gün biraz daha fazla içinden çıkılmaz bir karamsarlığın içerisine doğru atıyor.
Elimizde bırakılan sadece verilen sözlerden ibaret, oysa sözün gücünü ve önemini hayatımızdan çıkartalı epey zaman oldu. Artık sözler tek başına bir anlam ifade etmiyorlar. Olanlar ise her ölümle birlikte maalesef ki biraz daha bir arada yaşama düşüncesinin kaybolmasına katkıda bulunmaktan başka bir şeye yol açmıyor.
Ölümleri kınıyor, yaşananlar karşısında dehşete kapılıyor, yapılan açıklamalara ve getirilen yayın yasaklarına duyduğumuz güveni yitiriyor buna karşın ise yarınlara duyduğumuz karamsarlığın artması dışında sadece homurdanıyoruz.
Öylesine zor ve tuhaf zamanlardan geçiyoruz ki ülkenin bir tarafı için ne olursa olsun yapılanlar tamamen doğru ve sonuna kadar haklı. Ancak bir diğer tarafı için ise tam tersi geçerli. Güven duygusunun yitirilmesi ile birlikte nicedir seyrettiğimiz kanallar hatta diziler bile ayrıştı.
Siyasilerimizin yaşanan her olay sonrasında söyledikleri vatandaşlar nezdinde karşılık bulmuyor. Ölümler arttıkça, yaşamı yüceltmesi ve öne çıkartması gerekenlerin ‘şehadet’ söylemleri içerisine girmesi, devleti intikam alıcı bir kurum olarak tarif etmesinin önü açılıyor.
Ama bu söylemler aynı zamanda ‘sokağın’ hareketlenmesinin önünü de ardına kadar açmak suretiyle işleri daha da içinden çıkılmaz bir noktaya doğru hızla sürüklüyor. Öfke, aklın önüne geçtikçe fatura yine masum insanlarımıza kesiliyor.
Yaşananlarla uzaktan yakından ilgisi olmayanların sadece etnik veyahut dinsel kökenleri nedeniyle maruz kaldıkları böyle giderse kalacakları terörü bitirmeyecektir. Tam tersine azgın milliyetçiliğin istediği ayrışmanın gidişatını daha da hızlandıracaktır.
Lütfen şöyle sakin kafayla tüm yaşadıklarımıza bir daha bakmayı deneyin. Binlerce insanımızın dikkat edin binlerce gariban halk çocuğunun öldüğünü veya sakat kaldığını göreceksiniz.
Ölenlerin ardından yapılan bütün dramatik görüntülerde maalesef hep aynı tablo sizi karşılıyor: son derece zor koşullarda yaşayan insanlarımız.
Buna karşın konuşmayı bir türlü başaramadığımız ve her defasında çözeceğimizi iddia ettiğimiz sorunlarımız olduğu gibi hatta her geçen yıl biraz daha fazla artarak önümüzde durmayı sürdürüyorlar.
Bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin yaşananların yarattığı travmanın ve buradan sonra olup bitebilecekler konusunda çok daha fazla akla ihtiyacı var.
Aklımızı ön plana geçirmeli, duygularımızı, öfkelerimizi kontrol altına almak durumundayız. Yıllar boyunca defalarca yaşadığımız ve her seferinde ders almadığımız olayları tekrar yaşamamak için bunu yapmaya mecburuz. Hiçbir yurttaşımız ölmemeli, yaralanmamalı ve ayrışmamalı/ayrıştırılmamalı, burada hepimize çok ama çok önemli görevler düşüyor.
Siyasetçilerimiz başta kullandıkları kelimeler olmak üzere çok daha dikkatli bir biçimde hareket etmeli ve yükselen tansiyonu düşürmeliler. Birlik ve beraberlik mesajları verirlerken sürekli olarak birbirlerini karalamaları, suçlamaları gözlerden kaçmıyor ve inandırıcılıklarının kaybolmasına yol açıyor.
Yarınlara duyulan umudun her defasında bombalarla, ölümlerle yitirildiği bir ülkede yaşamak ve ölüme teğet geçen hayatlara sahip olmak zaten fazlasıyla travma içeriyor.
Ayarlarımız bozuldukça bozuluyor ve ölümler geldikçe yaşamlarımız daha da içinden çıkılmaz bir hale bürünüyor. Aynı şekilde felaket haberlerine uyanıyor, aynı sözleri duyuyor, benzer şekilde olan bitenleri sosyal medya üzerinden kınıyor, yayın yasaklarını bile artık duymuyor, görmüyor ve ağırlaştırılmış yaşamlar üzerinden ertesi güne hazırlanıyoruz.
Ölümlerin normalleştirilmesi ve yaşamın yerini ölüm duygusunun geçirilmesi barışseverlerin değil terör isteyenlerin işine gelir. Terör ve teröristler her defasında bunlar üzerinden emellerini gerçekleştirmeye çalışırlarken, aklımızı devre dışında bırakacak her türlü hareket, eylem onların değirmenine su taşıyacaktır.