11 Aralık 2019

Olan bitenleri konuşamamak

Bir ülkenin eğitimi ve eğitim sistemi bu kadar çok konuşuluyor ve bu kadar çok şikayet konusu haline dönüştürülüyorsa, orada sadece eğitim alanında değil pek çok alanda sıkıntı var demektir

Geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan konularından bir tanesi PISA rakamlarındaki yeni oranlarla ilgiliydi. Söz konusu rakamları 'son yılların en güzel haberi' şeklinde veren yayın organları bile oldu! Ancak biraz rakamlara yakından bakıldığında ve yıllar içerisindeki gelişmelerin ne olduğuna ilişkin bilgi sahibi olunduğunda durumun hiç de öyle belirtildiği gibi olmadığı görülüyordu. Aslında tüm bu yaşadıklarımız tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi tuhaf bir yanılsama içerisinde gidip gelmekte olduğumuzu bir kez daha ortaya koymaktaydı. Hangi alan veyahut hangi olay olursa olsun sonucun değişmemesi ve tüm yaşananların bir karşıtlık içerisinde eriyip gitmesi gibi bir durum herhalde dünyanın hiçbir ülkesinde yaşanmamaktadır. Ancak durum Türkiye olunca ve buradaki dinamikler açısından olan bitenlere bakınca işler değişiyor. Siz ne söylerseniz söyleyin, karşınızdakinin tam aksini iddia edebileceği ve bu doğrultuda ısrarını sürdürmekten geri durmayacağı bir ruh hali, hepimizi sarmış vaziyette.

Eğitim ile ilgili olarak yaşadıklarımız cumhuriyet tarihi boyunca bu alanla ilişkili olarak gerek beklentilerimiz gerekse de buradan ortaya çıkabilecek olan sonuçlar açısından ele alındığında bir türlü istenileni verememiştir. Teknolojik ve inşaat malzemeleri açısından yaşadığımız gelişmelerdeki mesafeyi kaba olarak okulları inşa etmeye veyahut onların içerisini teknolojik aletlerle donatmaya katabilmemize karşın insan kaynağı alanındaki gelişimimize yansıtamadık. İletişimin bu denli yaygın ve etkili olduğu bir dönemde iletişimsizliği adeta bir öğrenilmiş çaresizlik gibi yaşamak durumunda kaldık. Liyakata inanmadığımız ve her daim klientalist ilişkiler çerçevesinde kendi yakınlarımızı bir yerlere getirme konusunda müthiş maharetli olduğumuz için, eğitim denilen alandaki en önemli mevzuyu yani insanı es geçtik.

Bina yapmakla, yaptığımız binaları bilgisayarlarla doldurmakla veyahut yeni üniversiteler kurmakla sorunun çözülemeyeceğini anlamak istemedik! Toplumsal hayatı toplum mühendisliği çerçevesinde dizayn etmek suretiyle bir ve sıfırlar üzerinden rakamlara indirgeyerek sonuç alabileceğimizi zannettik. Oysa hayatın kendi ritmi içerisinde sadece mantığını değil en az onun kadar geçerli olan duyguların da eğitim alanı içerisinde var olduğu meselesini ıskaladık! İşin ilginç tarafı PISA rakamları gibi rakamlar ortaya döküldüğünde ve bu konu etrafında yaşanan tartışmalar gündeme geldiğinde aynı hataları yapmayı sürdürmekte herhangi bir sakınca da görmüyoruz.

Çocuklarımızın ne zaman bu kadar bilgiden uzaklaştığı gibi bir ruh haline kavuşarak, olan bitenler konusunda hap bilgiler elde etmeye gayret ediyoruz. Bir sonraki adımda ise hemen karşılıklı olarak suçlamaları içeren ve birbiri üzerinden kendisini temize çıkarma anlayışının yansıması olan cümleler ile karşı karşıya bırakılıyoruz. Ve yine hiçbir şey değişmiyor, havanda su dövmeye devam ederek, birbirimizi -aslında kendimizi- kandırdığımızı bile fark etmeden yolda olmayı sürdürüyoruz. Eğitim sistemimizde yaşanan erezyonun arkasında sadece son on yedi yıl yer almıyor. Ancak olayları kutuplaşma üzerinden çözümlemeyi maharet sanan anlayışımız sayesinde buradan bir adım öteye geçemiyoruz.

1980 sonrasında Milli Tarih ve Milli Coğrafya derslerinden geldiğimiz noktada öğrencilerimizin bir kısmının bu derslerin ucundan kıyısından gördüğü aşamaya kadar hepsinde hem siyasal iktidarların hem de bütün bu olup bitenleri onaylayan bizlerin de kabahati bulunuyor. Her şeyden önce hepimiz eğitim denilen heyula içerisinde kendi çocuğumuz/çocuklarımız üzerinden olan biteni yakından görüyor ve çoğu kez bireysel çözümlerle durumu kurtarmayı seçiyoruz. Yıllar içerisinde devletin eğitim kurumlarının yanı başında devreye giren dershane sisteminin sözüm ona devre dışı bırakıldığını buna karşın sistemin farklı şekilde ancak aynı mantıkla işlemeye devam ettiğini de gayet iyi biliyoruz. Herkes birbirini kandırıyor ve sonuç itibariyle eğitim denilen uzun soluklu ve hiç bitmeyen alan söz konusu olduğunda tabela değiştirmekle okulların kalitesi de değişmiyor. Veya ülkenin ihtiyacı olmayan ancak siyasal nedenlerle açtırılan tabela üniversiteleri ile mesafe kat edilemiyor.

Şimdi de açılan bu üniversiteler üzerinden oraya atanan rektörlerin yurt dışında hiçbir yayınlarının olmadığı ve asıl bunlara bakılması gerektiği gibi yine tuhaf bir ikilem içerisinde olanları konuşmaktan uzaklaşıyoruz. Öğretim üyeleri derneği başkanı Prof.Dr. Tahsin Yeşildere sistem eleştirisinde bulunuyor: "Dünya bilim sıralamasında Türkiye giderek geriliyor. Üniversitelerde siyasi vesayet var, dini vesayetinde yavaş yavaş yerleştiğini görüyoruz. Dolayısıyla bilimin özgürce yapılması söz konusu değil. Ayrıca gerçek bilim insanları da KHK'lerle işlerinden uzaklaştırıldılar". Akdeniz üniversitesi öğretim üyesi ve Ünivar direktörü Prof.Dr. Engin Karadağ ise yaptığı araştırmanın bulgularını ekranlardan paylaşırken: "Görevde olan 71 rektörün uluslararası araştırmada aldığı atıf sayılarının 0 olduğunu ve Edirne'yi çıktıktan sonra kimsenin bu kimseleri tanımadığını belirttikten sonra bu rakamlar genel anlamda Türkiye'deki akademinin çöküşüyle ilgili bir durumdur" ifadelerini kullanıyor. 

Öğretim üyeleri dernek başkanı sayın hocamızın açıklamalarından başlayalım, siyasi vesayet ve dini vesayet üzerinden olan biteni açıklıyor kendisi fakat bu vesayet meselesinin şimdinin sorunu olmadığını her nedense söylemiyor. Bir diğer önemli husus KHK'lerle ilgili ifadelerinde saklı. Kendisi için gerçek bilim insanı olarak görülenler uzaklaştırılanlarsa, şu anda orada olanları ne olarak nitelendiriyor? İkinci olarak bütün KHK'lerle uzaklaştırılanları aynı yerde mi değerlendiriyor yoksa bir grubu alıp diğerlerini ayırıyor mu? Çünkü bu ayrımı bizzat kendileri yapan ve bulundukları platformlarda bunu yüksek sesle dile getirenler bulunuyor. Teke Tek programında tablolarla durumu açıklayan sayın hocamız ise atıflar ve yayın üzerinden var olan durumu temize çekmiş oluyor. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) üniversiteleri belirli kriterlere göre ayırmaya başladığından bu yana varın gidin bakalım araştırma üniversitesi olmaya çalışanlarda toplantısız gün geçiyor mu? Tornadan çıkmış gibi bir örnekleştirilen yüksek lisans ve doktora programlarının mezun sayılarının arttırılması yolunda nasıl harıl harıl gayret gösteriliyor. Akademiyi niceliğe indirgediğiniz andan itibaren akademinin özgül değerini de ortadan kaldırmakta olduğunuz gerçeğini göz ardı etmeye başlarsınız. Ardından da Edirne'den çıkınca onları kimse tanımıyor gibi açıklamalara yaşadıklarımızın çözümü gibi sarılmaya başlar ve yine yanlışa sürükleniriz.

2015 yılında 6 bin 710 olan özel okul sayısının bugün 11 bin 694'e çıktığını buna karşın sorunların da giderek daha da katlandığını hep birlikte görüyoruz. Benzer şekilde otuz yıl önce 29 olan üniversite sayısı bugün 202. Eğitimi fetişleştirirken eğitimin içini boşaltıyor ve kaliteyi her geçen gün biraz daha dışarıya çıkartıyoruz. Bir ülkenin eğitimi ve eğitim sistemi bu kadar çok konuşuluyor ve bu kadar çok şikayet konusu haline dönüştürülüyorsa, orada sadece eğitim alanında değil pek çok alanda sıkıntı var demektir. Sosyal bilimlerle matematiğin birlikteliğini sadece sayılarla duyguların bir aradalığı olarak göremeyiz. Bu birliktelik bize sonu uçsuz bucaksız olan deneyimlerimizi öngörebilecek sayıları vermenin yanı sıra hayatın zig-zagları içerisindeki belirsizliklere de dokunmayı başarabildikleri için özel bir yan sağlamaktadır. Hem pozitif bilimlerle hem de sosyal bilimlerle bir an önce barışmalı ve başta matematik olmak üzere hayatlarımıza temas etmesinin yollarını açabilmeliyiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

"
"