Geçtiğimiz haftanın hengamesi içerisinde üniversite sınav sonuçları arada kaynadı gitti. Oysa söz konusu olan sonuçların ortaya koyduğu çok ama çok önemli bir sorun orta yerde duruyordu. Her geçen yıl üniversite kapısına yığdığımız öğrenci sayımız artarken aynı şekilde bu sınavlarda başarısız olan öğrenci sayımız da artıyor. 2 milyon 265 bin 902 kişi sınava giriş için kaydını yaptırmış ve 102 bin 949 kişi sınava girmemiş, bu girmeyen içerisinde bu yıl uygulamaya sokulan 15 dakika kuralının da etkisi bulunuyor.
Sonuçlar ise tam anlamıyla fecaat: 37 bin 26 kişinin puanı hesaplanamamış, bir önceki yıl bu rakam 32 bin 513 kişiydi. 277 bin 567 kişi 150 puan barajını geçememiş, bu rakam bir önceki yıl 204 bin 279 kişiydi. Sınavların analizinin yapıldığı bir köşe yazısında YGS’nin bir olgunluk sınavı olarak yapılsaydı 677 bin adayın liseden mezun olamayacağı yorumunda bulunulmuş ki bu son derece yerinde bir yaklaşım. Rakamları daha fazla arttırmak istemiyorum ancak son olarak Türkçe’de ortalama 17,28, Sosyal bilimlerde 12,31, Matematik alanında 5,13 ve Fen bilimlerinde ise 4,61 olduğunu ve bu sonuçların daha önceki yıllara göre daha kötü olduğunu belirterek bu kısmı noktalayalım.
Okulu sınav ve hizaya getirme bir başka deyimle tornadan çıkmışçasına nesiller yetiştirme olarak görmeyi sürdürüyoruz. Uzun saatler boyu devam eden buna karşın gündelik hayatımızda nasıl bir karşılığı olduğunu bir türlü anlamlandıramadığımız müfredat denilen gerçek bizi karşılıyor. Dünyadaki bütün ülkelerin dağlarını, ovalarını, nehirlerini, bitki örtüsünü ezberletmeye çalışırken hayatı ve kendi ülkemizi ıskalıyoruz. Hele matematik ve fen bilimleri denilen alanlara geldiğimizde ne yapacağımızı şaşırıyor ve zevahiri kurtarmaya gayret ediyoruz.
Ancak bir türlü olmuyor her yıl üniversite seçme sistemi denilen uygulamanın sonuçları yukarıda işaret ettiğimiz gibi daha kötü çıkıyor. Okulu canlı bir organizma haline dönüştüremediğimiz ve her geçen yıl biraz daha can sıkıcı olmaktan kurtaramadığımız için işimiz de giderek zorlaşıyor. Sonuçta hem okulu hem de bu okullarda okuyan milyonlarca öğrenciyi kaybediyoruz. Sorunumuz çok büyük ve sadece ‘mış gibi’ yaparak işin içerisinden sıyrılabilme şansımız da yok. İster devlet isterse özel okullarda olsun durum değişmiyor. Bütün velilerin derdi çocuklarına ‘iyi bir eğitim’ aldırmaktan geçiyor! Ancak bu ‘iyi eğitimin’ nerede aldırılabilecekleri noktasında ise işler düğümleniyor. Bir tarafta bürokratik ve hantal bir eğitim mekanizması yer alıyor öte tarafta ise günün hızlı teknolojik gelişmeleri ve bunun yarattığı müthiş bir basınç. İşin içerisinden çıkmak giderek daha da zorlaşıyor çünkü ‘iyi eğitimin’ taleplerini karşılayabilecek kadar nitelikli öğretmenlere sahip miyiz? İkinci olarak çocuklarımıza gerçekten özgür bir düşünce anlayışını vermeyi taahhüt ediyor muyuz? Ve son olarak eğitim kurumunun ortaya çıkarttığı eğitilmiş insan kaynağımızı nasıl ilerleyen aşamalara taşıyabileceğimiz hususunda herhangi bir projeksiyonumuz bulunuyor mu?
Geleneği olmayan, kuralların sürekli olarak alt üst edildiği ve hepsinin ötesinde bir de eğitim sistemiyle sürekli olarak oynandığı bir ülkenin eğitim sistemini revize etmek hayalcilikten öteye gidemez. Eğitim kurumunu konuştuğunuz, tartıştığınız her noktada siyaset-ekonomi-sağlık-iletişim kurumlarını da düşünmek durumundasınızdır.
Kurumlar arası ilişkiler çerçevesinde her devletin kendi yurttaşlarına dönük nasıl bir insan tipi arzuladığı temelinde şekillenen eğitim politikası söz konusu olmaktadır. Açıkçası Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarının dışında bir eğitim politikamız ve bu doğrultuda bir çalışmamızın olduğu, kısa dönemli birkaç uygulama dışında pek söylenemez. Bu büyük sorunun sadece bugünkü iktidarın uygulamalarıyla oluşmadığını ve her dönem benzer sıkıntılar yaşandığını da hatırlatmak durumundayım. Ancak bir taraftan da eğitim meselesinin bu kadar çok çapraşık ve içinden çıkılmaz hale gelmesinin arkasında eğitim sistemiyle çok fazla oynamanın ve kafa karışıklığının da yine bu dönemde olduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Yapılan bütün tercihlerin arkasında son derece ideolojik bir alan olan eğitimin şekillendirilmesi gerçeği bulunmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemdeki sıkıntımız ise eğitim sistemine dönük olarak biçimlendirilmek istenilen model ile var olan koşulların örtüşmemesi gerçeğidir. Bir gerçeklik alanı olarak okulu ve okul sistemi içerisindeki öğrencisinden öğretmenlerine ve tüm paydaşlarına kadar bütün yurttaşları içine alan bir yapıdan söz ettiğimiz gerçeğini her defasında unutuyoruz.
Kendi çocuklarımızın okulları ile olan ilgimiz çerçevesinde okul meselesi bizi doğrudan etkiliyor. Ama öte yandan her seferinde çocuklarımızı, gençlerimizi yarınlara ve hayata hazırlayamadığımız tam tersine heba ettiğimiz gerçeğini de bu sayede biraz daha fazla anlamaya başlıyoruz. Hiç kimsenin mutlu olmadığı bir sistemin adıdır Türkiye’de eğitim sistemi. Okuldan memnun olan veli sayısının azlığı kadar bu yapının içerisinde yer alıp memnun olan ve yaptığı işten haz alan öğretmen sayısının azlığı da belirleyicidir. Öğrencileri ise işin içerisine kattığınızda sevgisizliğin boyutu yükselmekte can sıkıntısı ile birlikte okulun kendisi adeta zaman kasabı pozisyonuna indirgenmektedir.
Teknolojinin yaygın bir kullanım ve karşılık alanı bulduğu bir dönem içerisinde okullarımızda tablet dağıtmak ya da akıllı tahtalar ile ders işlemek sadece göstermelik uygulamalardan öteye gidemeyecektir. İşin çok daha derinlerde bir yerlerde karşılığı olduğu gerçeğini öngöremediğimiz ve buna uygun bir anlayışı devreye sokamadığımız sürece okulu ve dolayısıyla yarınlarımızı oluşturacak olan çocuklarımızı, gençlerimizi kaybetmeyi sürdüreceğiz. Eğitim sisteminin günün koşullarına uygun insan tipini üretemediği ülkelerde kayıplar çok daha fazla bir biçimde kendisini hissettirmeye başlar. Makasın her geçen yıl biraz daha fazla açılmasının ardından içe dönük kısır tartışmalarımız bizi yarınlara güçlü Türkiye olarak maalesef taşıyamayacaktır.
Gerçekten ne yapmak istediğimizi ve bu yapmak istediklerimiz üzerinden nasıl bir ülke tahayyül ettiğimiz meselesini daha ciddi bir şekilde tartışmak ve bunu siyaset malzemesi olmaktan çıkartmak durumundayız. Aksi halde okulun kaybedilmesi ile işler bitmeyecek hepimiz kaybedenler kulübünün daimi üyeleri haline dönüşeceğiz. Son bir not sınav kapılarını erken kapatmak suretiyle 40 bin kişinin bir yılını heba eden anlayışın sonucunda bir genç kızımız intihar etti. Hayatı daha iyi hale dönüştürmeyi amaçlayan eğitim sisteminin yarattığı bu müthiş travmayı ve buna neden olanların da artık farklı bir şeyler söylemesi gerekmektedir.