Ailemizden sonra öğretmenlerimizle birlikte toplumsallaşma mekanizmasının içerisine dahil oluruz. Bu yüzden de özellikle ilkokul öğretmenlerimizin hayatlarımızda kapladığı yer gerçekten çok ama çok özeldir. Çünkü onlar aracılığıyla bambaşka bir alanın kapıları önümüze açılmaya başlar ve kendimizi ifade edebilme mekanizmalarını kullanmayı öğreniriz. Yazmak, okumak, rakamlarla işlemler yapmak ve öğrenme sürecinin içerisine gireriz.
Cumhuriyet yeni rejimle birlikte öğretmenlere büyük bir değer atfetmiş ve onların toplumsal hayat içerisindeki yerini yukarıya çıkarmıştır. Yeni yetişen neslin öğretmenlerin eseri olacağı sözünün söylenmesi tesadüf değildir. Çünkü yepyeni bir devlet inşası sırasında yepyeni bir insan tipinin de yaratılmasına ihtiyaç duyulmaktadır ve bunu hayata geçirecek olan kişiler de öğretmenlerdir.
Bütün bu değere ve kıymet bilir hamlelere karşın ne öğretmenlerin önünü açabilecek adımları tamamlayabildik ne de öğretim mekanizmasını idealleştirdiğimiz seviyelere yükseltebildik! Son derece zorlu geçen kuruluş süreci ve ardından yaşanan gelişmeler, ideal ve beklentilerin yüksek tutulmasına karşın var olan koşulların yarattığı engellerin ortadan tam olarak kaldırılabilmesini sağlayamadı. Yoklukların içerisinde eğitim alanında yapılmak istenenlerin karşılığının alınabilmesi için zaman gerektiğinin farkına varabilecek olan insan sayısı bile son derece azdı.
Ama bütün bu zorluklara karşın cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitim ve öğretim alanındaki icraatları gerçekten de takdire şayandır. Yurt dışına öğrenci gönderilmesi, okulların sayısının arttırılması ve alfabe değişikliği ile birlikte topyekûn bir eğitim seferberliğinin başlatılması yine bu dönemin uygulamalarıdır. Dünya klasiklerinin Türkçeye kazandırılması için hummalı bir çeviri faaliyetine girişilmesi, üniversiteye Almanya’dan bilim insanlarının getirilmesi de bu dönemin dikkat çeken ve büyük etkiler yaratan olaylarıdır.
Ülkemizin zor yıllarında daha başarılı sonuçların alındığı ve eğitim kalitesinin çok daha yüksek olduğu bir dönemin ardından geçen onlarca yıl içerisinde daha ileriye değil tam tersine daha geriye doğru bir gidişat içerisinde bulunduk. Koşullarımız iyileşirken, eğitim alanındaki kalitemiz her geçen yıl daha da yükselmesi gerekirken aksi bir eğilimle geriledi. Bir zamanların lise mezunlarının kalitesi ile şimdilerdeki nitelikli ve niteliksiz okul tartışmalarını yan yana getirmek bile abes olacaktır.
Eğitim sistemimiz her aşamada kan kaybediyor sadece ilkokullarda, orta öğretimde veya lisede değil üniversite ve lisansüstü aşamalarında da sıkıntı giderek büyümekte. Aşağıdan gelen öğrenci kalitesi ve öğrenim düzeyi düşüyor, bunun yanında eğitime atfedilen önemde de büyük bir erezyon söz konusu. Bir zamanların ‘oku adam ol’ cümleleri günümüz açısından çok da bir şey ifade etmemekte, hatta okumanın zaman kaybı ve gereksiz olduğunu ortaya koyan gelişmelerle de karşı karşıyayız.
İşte böylesi bir dönem içerisinde öğretmenlerin de eğitimin de ve tabii ki okulun da işlevi ve önemi yeniden düşünülmek durumundadır. Ülkemizin eğitim sisteminin değişen dünyanın koşullarına ayak uyduramadığını PİSA direktörü Andreas Schleicher geçen hafta kendisiyle yapılan röportajlarda belirtti. Ülke olarak hala eğitim olayına sadece ideolojik bir pencere üzerinden bakıyor ve eğitimi gündelik hayatın bir parçası olarak görmediğimizi, bir anlamda yaptığımız uygulamalarla da itiraf ediyoruz.
Çocuklarımıza tamamen ezbere dayalı ve hayatlarında kullanmayacakları yüzlerce kavramı, konuyu öğretmeye çalışırken başta kendi dilleri ve kültürleri olmak üzere tarihlerini, geleneklerini, değerlerini, çağın bilgi birikimlerini ve yabancı dilleri öğretemiyoruz! Bu sistem içerisinde öğretmenlerimize biçtiğimiz misyonun tam anlamıyla bir aktaran görevi şeklinde gerçekleşmekte olması da tüm olan biteni nasıl gördüğümüzü ortaya koyuyor.
Öğretmenlerin verdikleri derslerin yanı sıra çocuklarımızın hayatlarında birer rol model olma vasıflarını kaybetmeleri 1980’lerin sonuna rastlamaktadır. O günden bu yana artık çocuklar, gençler açısından öğretmen ve öğretmenlik mesleği tercih nedeni olmaktan çıkartılmıştır. Oysa öğretmenlere değişen koşullara ayak uydurabilmek için de ihtiyacımız bulunuyor ve buna dönük bir eğitim politikamız olmadığı için de hem öğretmenler hem öğretmenlik mesleği hem de öğrencilerimiz bundan büyük bir zarar görmeye devam ediyorlar.
Teknolojinin hayatlarımızı değiştirmesi hepimizi olduğu gibi okulları ve öğretmenleri de derinden etkiledi. Yeni koşullara ayak uydurabilmek için okullarımız şekil değiştirmeye başladılar, öğretmenlerimiz ise derslerini buna göre ayarlamaya başladılar. Tabii burada okulun, çocukların/gençlerin gözündeki yeri de değişmeye ve yarattığı etki de azalmaya başladı. Derslerde öğretilenlerin aynısını hatta daha fazlasını evindeki bilgisayardan öğrenen öğrenciler açısından hem dersler hem de okul ve tabii ki öğretmenin konumu da farklılaştı.
Bugünlerde ders saatlerinin süresinin kısalmasını, müfredatların yeniden gözden geçirilmesini konuşmaya devam ediyoruz. Ama bütün bu ve bunun gibi şekilsel düzenlemeler asıl öğretme sorunumuzu ortadan kaldırmaya yarayabilecek uygulamalar değildir. Eğitimi ve öğretimi gerçek anlamda bir araya getiremediğimiz ve öğretmenlerimizi de bu açıdan yeniden devreye sokamadığımız sürece, eğitim sistemimizle öğretmenlerimiz daima tartışılacaktır.
Öğretmenlerimizin ayaklarındaki prangaları kıramadığımız ve onları özgürleştirecek eğitim seferberliğini başlatamadığımız sürece ne arzu ettiğimiz ülkelerle yarışabilir potansiyele sahip çocuklar yetiştirebilir ne de geleceğe güvenle bakabiliriz. Öğretmeyi ve öğretmeni yeniden toplumsal hayatın içerisinde kabul gören bir statüye yükseltmek durumundayız. Bu sadece maddi unsurlarla olabilecek bir durum da değildir aynı zamanda saygı duyulan ve sevilen bir mesleği hamaset edebiyatının dışında bir yerlerde gerçeklik duygusu ile yeniden inşa etmeliyiz.
Şekil değiştiren koşullara ayak uydurabilecek öğretmenleri yetiştirecek bir üniversite sistemine sahip miyiz sorusu bile ortada dururken, var olan öğretmenler üzerinden liyakat tartışmaları yapmak çok da anlamlı olmayacaktır. Bunun yerine gerçekten bu mesleği icra etmek isteyen insanları kazanabileceğimiz uygulamaları ve onların da sürekli olarak kendilerini yenileyecekleri düzenlemeleri organize etmeliyiz.
Öğretmenlik ne kutsal bir meslektir ne de rahat olduğu için kadınların yapabilecekleri bir meslek olarak nitelendirilebilir. Öğretmenlik ve öğretme içerisinde çok sayıda özelliği de barındırabildiği için çok özel bir uzmanlık gerektiren alandır. Ayrıca etkisi ve sonuçları bakımından diğer meslek gruplarına göre çok daha kalıcı ve bir o kadar da çarpıcıdır. Bu yüzden de öğretmenlerin önünü açmak, onları çağdaş eğitim sistemlerinin olanakları ile buluşturmak ve içinde yaşadıkları ülkeye, dünyaya katkıda bulunabilecekleri donanımla okullara, öğrencilerine göndermeliyiz.
Başta kendi öğretmenlerim olmak üzere, tüm öğretmenlerimizin gününü kutluyor ve onlara sevgi, şükran ve minnetlerimi iletiyorum.