Gerek söylem düzeyinde gerekse de görüntüler üzerinde zaman zaman yaşadığımız şaşkınlık hiç ama hiç bitmiyor. Bir bakıyorsunuz bir dizide ya da bir filmdeki bir sahnede ülkemizdeki herhangi bir meslek erbabı ile ilgili olarak eleştirel bir sahne var. Hemen ertesinde o meslek erbabı açıklama yaparak durumu kınıyor ve bu duruma şaşırdıklarını, üzüldüklerini beyan ediyorlar. Benzer durumla en çok karşı karşıya kaldığımız bir diğer alan ise röportajlar oluyor. Yapılan röportaj içerisinde geçen cümleler cımbızlanıyor ve o cümleler üzerinden yargılamalar, ahkam kesmeler, karşı yazı döşenmeler birbiri arkasına yapılıyor. Röportaj verenin söylediklerini fersah fersah aşan ifadeler, söylenilenler üzerinden gidilerek varılmak istenen noktaların altı kalın çizgilerle çiziliyor.
Geçmişte bu röportajların etkisi gazeteleri okuyan okuyucularla sınırlı olduğu için durum şu anda yaşadıklarımız kadar tuhaf bir hal arz etmiyordu. Oysa şimdi bu durumun dallanıp budaklanmasını ve gittikçe daha fazla içinden çıkılmaz bir hal almasına yol açan sosyal medya var. Röportajı okuyanlar, kendi düşüncelerini de içeren eleştirilerini sıralamaya başlıyorlar ve sosyal medya üzerinden işler hiç beklenmedik ölçüde karışmaya başlıyor. Çoğu kez eleştiri sınırlarının aşıldığı, kişilik haklarına saldırıların yapıldığı hatta bazen küfürlerin havada uçuştuğu bir yaklaşımla birlikte söylenenler, söylenmesi istenenler ve söylenmesi hayal edilenler birbirine karışıyor.
Saçmanın normalleştirilmesinde bu anlayışın müthiş bir katkısı olmaya başlıyor. Okumayan, araştırmayan ve maalesef düşünmeyen bir kitle açısından söylenenlerden ziyade söylenmesi beklenenler ön plana çıkmaya başlıyor. Kurgunun hızla işlediği bir durumun içerisine çekiliyor ve söylenenlere çoğu kez hak ettiklerinden çok daha fazla anlam yüklemeye başlıyorsunuz. Basitle karmaşığın birbirine karıştığı bir ülkede yaşadığımızı çoğu kez fark etmeden tüm bu yaşadıklarımızı da bir pota içerisinde eritmeye başlıyoruz. Sanatçı, sporcu, şarkıcı, gazeteci, yazar, akademisyen fark etmiyor ve her birinin kendi içerisinde söylediklerinden çekilen ifadeler üzerinden ‘adam asmaca’ oynamaya davet ediliyoruz. Ölçümüz kalmadığı için kendimize yakın olanların söylediklerini göklere çıkartırken karşıt sözler edenleri yerin dibine batırarak rahatlıyoruz.
Herkes kendi cenahındakileri kolluyor ve farkında olmadan bir oyunun içerisine çekiliyoruz! Zaten bölünmeye çok hevesliyiz ve kendi dışımızda olan herkesi bize düşman olarak görüyoruz. Bu ise söylenenler karşısında aklı selim davranabilme düzeyimizin her geçen gün biraz daha ortadan kalkmasına yol açıyor. Geçmişte CHP-DP üzerinden yürütülen daha sonra sağ-sol temeline oturtulan arada faşist-sosyalist ve sünni-alevi ayrımı ile sürdürülen karşıtlığın 1980’lerle birlikte Türk-Kürt ve laik-anti laik çizgi ile sürdürüldüğü aşamalardan geçtik. Şu anda ise bu karşıtlık iktidar ve diğerleri üzerinden yürütülüyor. AKP ve diğerleri şeklinde yürütülen bu gidiş içerisinde her iki kesimde yer alanlarda kendi cenahından olan açıklamaları göklere çıkarıyorlar. Buna karşı sözler edenleri ise yerden yere vurmayı ve onlar üzerinden karşı tarafa ders vermeyi adet haline getiriyorlar.
Siyah ile Beyaz renkleri üzerinde kutuplaşan bir ülke olduğumuz ve arada diğer renklerin yaşamasına müsaade etmediğimiz için işimiz çok ama çok zor. Çünkü yaşadıklarımız hususunda tüm ülke insanının söylediklerine değer verdiği insanımızın sayısı da bir elin parmaklarını geçmiyor. Onların sesleri ise bu hengame içerisinde neredeyse hiç duyulamıyor veya söylediklerine kimse kulak kabartmıyor! Bu aşamaya ülke olarak el birliği ile geldik ve her geçen yıl yaşadıklarımız karşısında hakkaniyetli tutum geliştirmeyi yine hep birlikte ortadan kaldırdık. Bütün yaşadıklarımızın arkasında hepimizin sorumluluğu olduğu gerçeğini hemen unutmayı seçtik çünkü sorumluluk almak aynı zamanda buna uygun davranmayı da beraberinde getirecekti. Olan biten tüm kötülüklerin kaynağını veyahut kökünü hep dışarıdaki bir bilinmeyene ve onun içerideki uzantılarına atmak hepimizin işine geliyordu.
Çalışmayan, üretmeyen, düşünmeyen ama buna karşın hep daha iyi yaşamak isteyen, hep daha fazla kazanmak isteyen bir ülkenin insanı olmayı arzu ettik. Vermeden almanın Allaha mahsus olduğu sözünü çok sık zikretmemize karşın kendi hayatlarımızda bunu uygulamaktan hep imtina ile kaçındık. Saygı görmek istedik ancak hiç saygı göstermedik. Hep bize adil olunsun istedik ancak adaletli olmayı seçmedik. Bütün anti demokratik uygulamaların kaldırılmasını isteyerek iktidar olduk ancak bu uygulamaları sürdürmeyi seçtik. Velhasıl kelam söylemlerimizle eylemlerimiz hiçbir zaman bir olmadı ve bizler hiçbir zaman dürüst bir oyuncu olmayı tercih etmedik. Hep kendi işimize geleni ve kendi işimize uyanı söyledik/yaptık. Bunun aksini söyleyenleri/yapanları ise yerden yere vurduk! Şimdi tüm bu olup bitenler sonrasında neden şaşırıyoruz ki!