Bu topraklardaki batılılaşma hareketlerinin tarihi aynı zamanda ikili bir kültürün dolayısıyla da ikili bir insan tipinin yaratılma tarihidir. Giyim kuşamdan başlayarak, dinlenen müziğe, konuşma şekline, gündelik hayat içerisindeki ritüellere varıncaya kadar tüm hayatı saran bir duruma işaret eder. Özellikle on dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru Osmanlı devletinde hissedilmeye başlayan milliyetçilikle birlikte bu durum başka bir aşamaya geçer. İttihatçı kadroların başlattığı ardından gelen cumhuriyeti kuran kadroların sürdürdüğü yaklaşımla birlikte evrensel kültüre adapte olabilmenin önünün açıldığı buna karşın yerel değerlerin geri planda bırakıldığı bir dönem yaşanır.
Müzik, spor ve sanat alanları bu açıdan dikkat çeken gelişmelerin yaşandığı mecralardır. Yüzünü batıya dönen ve hedeflerini ona ulaşma yolunda ortaya koyan Cumhuriyet rejimi açısından müzik ve sanat alanlarında batılı olmak önde gelen hasletler olarak ortaya konulur. Spordaki amaç ise uzun yıllar boyunca çelimsizleşen ve güçsüzleşen ırkın güçlendirilmesidir. Devlet eliyle sporun teşvik edilmesi tesadüf değildir.
Tanzimat ve cumhuriyetin arkasındaki kadrolara yakından bakıldığında söz konusu olan kişilerin, yeni bir anlayışın yaratılabilmesi amacıyla yola çıktıklarını ve bu doğrultuda bir takım düzenlemeler yaptıkları görülecektir. Tepeden inmeci bir yaklaşımla ortaya konulan gelişmeler ve halkın yaşanan gelişmeler ile irtibatlandırılamaması nedeniyle, istenilen bir türlü gerçekleştirilememiş olup, beklentiler karşılanamamıştır. Burada halkın tüm yasaklamalara karşın kendi bildiği yoldan gitmeye devam ettiğini de belirtmeliyiz.
1930’ların sonunda ortaya çıkan Arap filmleri, Anadolu coğrafyasında etkili olmuş ve istenilen Batı müziğine karşı Arap ezgileri ile bezeli yeni bir müzik türünün alt yapısı bu süre içerisinde oluşmaya başlamıştır. Aslında her üç alan açısından da devletin yeri ve önemi üzerinde durmamız gerektiği kadar halkın durumu üzerinde de durmamız gerektiğini göz ardı etmemeliyiz. Çünkü bir zamanlar çok kullanılan ‘ekşi sütümüzün kaymağı’ deyişinin işaret ettiği siyasetçilerimiz de bu halkın çocuklarıdır ve onlar da yine bu kültürün yansımalarını ortaya koymaktadırlar.
Güçten yana olma ve güçlünün arkasında durma anlayışı nedeniyle bu topraklarda eleştirel bir geleneğin oluşması geciktiği gibi farklı seslere olanak tanınması da gerçekleşmemiştir. Tepeden inmeci ve ben yaptım oldumcu anlayış ile şekillenen siyaset mekanizması sayesinde çoğu kez ‘halk için halka rağmenci’ bir anlayış hayata geçirilmiştir. Halkın nabzını tutmak yerine halkın nabzına göre şerbet vermek üzerinden yürütülen bir anlayışla yıllarımız geçti. Buna karşın sözünü ettiğimiz üç alanda da bir türlü bütün ülkeyi kapsayacak ve insanlarımızı içine çekecek bir anlayışı harekete geçiremedik!
Müziğin evrensel bir iletişim dili olmasına karşın yine bu topraklar üzerinde yıllar boyunca arabesk müzik adı altında yapılan müziğin hor görüldüğü, eleştirildiği ve devlet televizyonlarından uzak tutulduğu dönemlerden geçtik. Sanat için ortaya konulan eleştiriler, ucuz polemikler yine siyaset malzemesi üzerinden götürülen garip karşılaştırmaları da yaşadık. Halbuki sanatın, müziğin kendi içerisinde farklı türleri ile insanın yaratmış olduğu kültürün dışavurumu olduğunu ve sanat yahut müzik üzerinden yapılan mukayeselerin aslında hiçbir anlama gelmediği gerçeğini bir türlü kavramak istemedik!
Kendi ideolojilerimiz üzerinden sanatı, müziği ve tabii ki sporu da yeniden tanımlamaya ve buna uygun bir anlayışı hayata geçirmeyi maharet olarak gösterdik! Aslında ne o ne de bu olmayı başaramadık çünkü sanatta, müzikte ya da sporda siz istediğiniz için yahut düşündüğünüz ideolojiniz doğrultusunda bir anlayışla ortaya çıkamazsınız. Çıktığınızı sandığınız ve başarılı olduğunuzu düşündüğünüz her an aslında tam tersini gerçekleştirmiş olursunuz.
Asıl başarıyı getirecek olan ise tüm kaynaklarınızı birleştirebilecek sentezlerin yaratılmasına olanak vermenizden geçecektir. Çünkü belirli bir bakış açısına saplandığınız andan itibaren size uymayan bakış açılarını devre dışına atmış ve oradan gelebilecek olan bütün katkıları da elinizin tersiyle itmiş olursunuz.
Kültür bakanımız Numan Kurtulmuş “Tanzimat elitleri, cumhuriyet elitler kültür-sanat alanını milletten kaçırdılar, milleti dönüştürmenin bir aracı olarak kullandılar. Çaykovski vesaire dinletirsek adam oluruz zannedildi. Bizim Anadolu türküleri, ezgileri, Türk sanat musikisi, Münir Nurettinler, Safiye Aylalar çalınmadı, icra edilmedi…bu bir seferberlik ruhuyla olacak olan bir şey, iki asrın yanlışlıklarını düzeltmemiz gerekiyor” açıklamasında bulundu. Yine devlet eliyle yön vermeye çalışacağız, yanlışları düzelteceğiz.
Çaykovski dinlemek adam yapmadığı gibi Müslüm Gürses veya İbrahim Tatlıses dinlemek de insanı insanlıktan çıkartmaz! Müziğe böylesi değerler biçmek hangi taraftan bakarsanız bakın müziği değersizleştirmek anlamına gelir. Çok değil bir iki ay önce müzik dinlemenin günah olduğuna dair bildiriler dağıtılmıştı. Yine beden eğitim derslerinin kaldırılmasını isteyen çünkü burada kız çocuklarının vücut hatlarının belli olması nedeniyle uygun kaçmadığını ileri süren bakış açılarının etkisi ön plana çıkmıştı. Opera, bale, tiyatro konusunda da yapılmamasını isteyen hatta kapatılmasının daha iyi olacağını söyleyenlerin olduğunu da biliyoruz.
Müziğin insanın beynine ve kalbine nakş olunduğu gerçeğini size hissettirebiliyorsa ister Ravel’in Bolero’sunu ister Orhan Gencebay’ın Batsın Bu Dünya’sını, isterseniz Frank Sinatra’nın My Way’ini isterse Neşet Ertaş’ın Yalan Dünya’sını dinleyin fark etmez. Sizi güzel bir insan yapacak olan, içinde yaşadığınız dünyanın bir parçası kılacak meziyetlerden bir tanesi de müzik dinlemeniz olacaktır. Ama müziğin türü üzerinden iyilik ve kötülük ortaya çıkmaz, tıpkı bale, operayı takip edenlere daha modern buna karşın sinemaya, futbol maçlarına gidenlere ise daha kaba saba insanlar denilemeyeceği gibi.
Tepeden inmeci bütün yaklaşımlar nereden gelirse gelsin ve nereye doğru gidileceğini işaret ederse etsin, sıkıntıyı ortadan kaldırmanın tam tersine daha da sıkıntı yarattıkları gerçeğini ortaya koymalıyız. Hayatın akışı içerisinde müziği, sporu, sanatı kontrol altına almak yerine daha çok özgür bırakmalı ve hem yereli hem küreseli kucaklayabilecek olan nesillerin önünü ardına kadar açmalıyız. Biz istediğimiz kadar dayatmaya çalışalım hayat ve dünyanın koşulları bize bambaşka meseleleri, bambaşka durumları hiç ummadığımız anda öylesine farklı bir biçimde gösteriyor ki, çoğu kez afallayıp kalıyoruz.